Söyleşi: Ayşe Yazar
“Onu atmosferimize (suyumuza) alıştırdığımız gün bayramlar edeceğiz. Elimize görünüşü dehşetli, korkunç, çirkin ama aslında küser huylu, pek sakin, pek korkak, pek hassas, iyi yürekli, tatlı ve korkak bakışlı bir yaratık geçirdiğimizden böbürlenerek onu üzmek için elimizden geleni yapacağız. Şaşıracak, önce katlanacak. Onu şair, küskün, anlaşılmayan birisi yapacağız. Bir gün hassaslığını, ertesi gün sevgisini, üçüncü gün korkaklığını, sükûnunu kötüleyecek, canından bezdireceğiz. İçinde ne kadar güzel şey varsa hepsini birer birer söküp atacak…”
(Dülger Balığının Ölümü)
Sait Faik bu satırları sanki yaşadığı şehrin akıbetini görmüş de sokaklarında aylak aylak gezdiği; denizini, balığını, insanını, kuşlarını, adalarını öykülerine baş tacı ettiği İstanbul’a yazmıştır.
Sait Faik’in yüz verilmiş çocuk hürriyetine denk gelen bir seslenişinden yola çıkan Fuat Sevimay’ın çocuklar için yazdığı, Hep Kitap tarafından yayımlanan Hişt! Hişt! kitabını konuştuk.
Kitabın davetkâr bir adı var. Kapakta “Hişt! Hişt!” diye seslenen kim? Siz bu sesi ne zaman ve nasıl duydunuz?
O ses Sait Faik’e seslenen doğanın sesi veya bana seslenen Sait Faik’in sesi olabilir. Okura seslenen Fuat’ın veya çocuklara seslenen kitabın sesi olabilir. Aslında kimin seslendiği çok önemli değil çünkü Sait Faik’in de dediği gibi, nereden gelirse gelsin, yeter ki bir “hişt” sesi gelsin.
Bu sesi ilk ne zaman duyduğumu hatırlamıyorum ama hep duyulmasını istediğimi, bir dost sesinin insanın en büyük dermanı olduğunu çok iyi biliyorum. Ben o sesi bir nebze aktarabildiysem ne mutlu bana.
Canı sıkılan okura büyülü bir kapıyı işaret etmenin ötesinde bir deneyim sunuyorsunuz. İstanbul odağında şekillenen bu deneyimin yol haritasında bu kitaba yerleştirdiğiniz detayları seçmenizde neler etkili oldu?
Biz gençlere okumalarını tavsiye ediyoruz. Elbette kitap okumak müthiş bir deneyim ve çok hoş. Ama ben okul söyleşilerinde bazen, kitap okumasanız da olur diyorum. Bu konuda çok samimiyim. Çünkü hemen ardından şunu ekliyorum: Canınız çekmiyorsa kitap okumayın ama müzik dinleyin. Onu da istemiyorsanız resimle tiyatroyla ilgilenin ama mutlaka ilgi alanınızda olan bir sanat dalını keşfedin.
Ben İstanbul’da bir yol haritası sunarken de müzelerden arkeolojik alanlara, halkın içindeki müzisyenlerden hep gözümüzün önünde olan ama dikkatle bakmadığımız mimari eserlere varana dek geniş bir yelpaze sunmak istedim ki birinden biri çocukların ilgisini çeksin.
Vapurda karşımıza çıkan renkli hayat sahneleri hem mekânın hem de kitabın sürprizli ve canlı kısımları olmuş. Hikâyeyi sadece mekâna yönlendirmeyen, mekânla bütünleşen insana da yönelten bu tutumunuz için neler söylersiniz?
Sanat hayatın içine karıştığı sürece değerli. O nedenle ben sokak müzisyenlerine bayılıyorum. Kadıköy’de çarşının içindeki Boğa Heykeli de belki müzedeki eserlerden daha değerli. Dolayısıyla insan, sanat, halk, sokak aslında hep iç içe şeyler. Ben belki sadece birbirlerini nasıl etkilediklerini hatırlatmaya çalıştım.
Satırlar arasında dolaşırken keşfedilen her detayla genişleyen bir İstanbul canlandı gözümde. Müzesinden ağacına, şairinden ressamına biricik parçalarla oluşan hayalden gerçeğe güçlü ve zarif yönelişler de var satır aralarında. Kitabın görsellerinden Boğa Heykeli ile bu durum daha da belirgin hale gelmiş. Uzun zamandır yetişkinler için yazan bir yazar olmanızdan hareketle bu geçişlerinizin çocuklar için yazmak noktasına nasıl evrildiğini öğrenmek isterim.
Sanırım yazarken yetişkin veya çocuk ayrımım çok keskin değil. Elbette dağarcığa göre yetişkinler için daha derin konulara dalıyorum ama bahsettiğiniz hayalden gerçeğe kısmı her yaş grubu için geçerli bende. Yani Kapalıçarşı veya Bendeniz James Joyce romanlarımdaki gitgellerle Hişt! Hişt! veya Hayal Kurmak Bedava çocuk kitaplarımdaki hareket noktaları birbirlerinden çok farklı değil. Kendimi yaştan azâde görüyor; hangi yaşa yazarsam yazayım, herkesi hayal gerçek arası salınıma davet ediyorum.
“Ha ha!Harika!” yer yer yinelenen bu tekrar, kuğurdayan güvercinler ve şiirsel metinlerden sonra kitabı okuyup gözlerimi kapattığımda kitabın atmosferine has bir ahengi yakaladığınızı söyleyebilirim. Metninizdeki ahenk anlayışınızda hangi hususlar etkili oldu?
Herhangi bir metin kurarken, aslında hep yen bir yapı inşa ediyoruz ve o yapıyı ayakta tutan kimi işlevler var. Sağlam temel (kurgu), iyi malzeme (dil), yapının işlevi (karakter-mekân) gibi. Motifler de bu yapıda ahengi sağlayan, okurun bilincinde geçişlere yardımcı olan unsur sanırım. Bu bakımdan tekrar eden motiflerin ve onların sağladığı ahengin edebiyatta çok önemli olduğuna inanırım. Yoksa asla rastgele art arda dizilmiş cümleler silsilesi değil derdimiz. O cümleleri, sıradan ve gündelik metinlerden ayıran bir nitelik lâzım ki yazıp okuduğumuz edebiyat olsun.
Kitabı zeytin ağacı altında kurulan bir hayalle uğurluyorsunuz. Hayli çağrışımlı bir son olmuş. Böyle bir kapanışla küçük okurlarınızda nasıl bir duygu hali hayal ettiniz?
Zeytinin simgelediği barış hepimizin malumu. Aynı zamanda doğanın en güzel ağaçlarından birisi. Kentte betona boğduğumuz, sürekli bir rekabete sürüklediğimiz çocuklara sükûneti, doğayı, barışı hatırlatmak; kapanışta zeytinle veda etmek hoş olur diye düşünmüştüm. Sizin fark edip hatırlatmanıza da çok memnun oldum.
edebiyathaber.net (2 Haziran 2021)