Furuğ’la bağladım | Arzu Eylem

Mayıs 16, 2018

Furuğ’la bağladım | Arzu Eylem

Şimdilerde elimde iki kitapla dolaşıyorum. Birisi Adriana Cavarero’nun Platon’a Rağmen’i. Diğeri Zeynep Direk’in Cinsel Farkın İnşası. İki kitabı birlikte okurken Furuğ Ferruhzad’ın oğlu Kâmyar’a yazdığı şiire rastladım. Meleklerin ağladığı, çiçeklerin çöl dikeninden dert yandığı,  karanlık, başlangıçsız bir dünyayı imlediği şiirinde şair, “Arsızlıkla damgalanan boş kinayelere/ gülen bendim kendi varlığımın sesi/ olayım istedim yazık ki ‘kadın’dım…” diyor.

Boşandıktan sonra oğlunu göremez Furuğ. Yıllarca hasretiyle yaşar. Özlemini dindirmek için bir başka çocuğu evlat edinir. Hüseyin’i yanından ayırmaz. Kendisinden doğmayan bir oğla Kâmyar’a bakıyormuş gibi bakar. Furuğ özbilinçle kendi yasalarını örmüş bir kadın her şeyden önce. Erke daima baş kaldırmış. Ses olmayı, varlığını duyumsamayı ve duyurmayı isteyen Furuğ “yazık ki kadındım” derken kadın doğduğuna mı hayıflanır, yoksa, hakikati görüyorum, biliyorum, şiirim hakikate el veriyor ama kadın olduğum için kimse beni duymuyor mu demek istiyor. Furuğ boş kinayelere güldüğünü söyleyerek kinaye mi yapıyor? Kadın kahkahasının oyunbozanlığına, her şeye rağmen kendi sesinden vazgeçmeyişine vurgu yapıyor olmasın?

Adriana Cavarero, Platon’a Rağmen kitabında Platon’un diyaloglarında görünen dört kadının felsefedeki yerini yeniden kurar. Bu kadınlardan biri Thales’in kuyuya düşüşüne gülen Trakyalı Kadın Hizmetçi. Varlık alanından kovulmuş kadın, kabul edilmiş ilk filozofun gökyüzüne bakarken düşmesine güler. Cavarero’ya göre bu gülüş çoğu felsefi metinde cehaletle özdeşleştirilir. Oysa hakikate yakın olduğunu düşünen bir filozofun yeryüzündeki hakikati gökyüzünde ararken düşmesine güler o. Kendisini ısrarla görmeyeni küçümseyen gülüş diye tarifler Cavarero hizmetçinin kahkahasını.

Cavarero felsefeyi feministçe yeniden yazarken, Zeynep Direk Beauvoir’dan güç alarak “mutlak başka” olan kadını ısrarla söyleminden uzaklaştıran felsefeyi ifşa eder. Görmediğini, reddettiğini bile gören, ısrarla uzak tutmaya çalıştığından kaçamayan ataerkil geleneğin felsefesidir bu. Tanımlayamadığını yok sayan bir düşünme alışkanlığı yüzyıllardır utanç biriktirir. Çünkü düşünmenin erkeğe ait sayıldığı, kadının sadece soyu sürdürme göreviyle tanımlandığı dünyada felsefe kendisine ihanet edercesine “cinsel farkı inşa eder.”

Günümüz problemlerine felsefi açıdan yaklaşmak istediğimizde, örneğin, Platon’un Devlet’ini açıp okuduğumuzda, adaletin ya da özgürlüğün neliğini düşünürüz. Aristo’nun Poetika’sına bakıp estetik üzerine konuşuruz. Hegel’in “tin”i tarifleyişi bizi büyüler. Bu düşünürlere bakıp şöyle deriz belki de: “Çok büyük kişilermiş, o zamanlardan bugünü bile anlatacak ölçüde yücelermiş. Onca zaman, onca deneyime rağmen bilgeliklerini aşamadık.” Sonra durup ekleriz, “İyi de neden konu kadınlara geldiğinde nefret yüklüler. Ya aşağılıyor ya da yok sayıyorlar kadınları.” Aklen açıklamaya bile koyulabiliriz ardından. “ Şölen sevgi üzerine ne güzel bir metin. Eros’la ne hoş bir tanışma. Eski Yunan’da kadınlar dışlanmış, böyleyken böyleymiş. Şimdi olsa böyle yazmazlardı herhalde.”

Sonra bir kahkaha sarar etrafımızı. Trakyalı Kadın Hizmetçi’yle buluşur bu kahkaha. Bunca kavram, sorgulama ve düşünme… Karşımızda koskoca bir zaman. Asırlar yani. Hâlâ aynı düşünürleri okuyan biz. E bir düşünelim, bu adamların ileri görüşlülüğü, kadını dışlamaları sebebiyle dünyanın değişememesinden olmasın?

Değişimden, hatta devrimlerden bahsederiz. Her şey iyileşir, herkes adına refah bile sağlanabilir, sınıflar da ortadan kalkar belki ama kadın erkek meselesi çözülmeden dünya bütünüyle değişmez, deriz. Çünkü kadın “mutlak öteki” sayılmaktadır hâlâ. Düşünce alanına girdiğinde eril dili kullanmakta, mevcut kavramlarla düşünmekte, yanlış olduğunu bilip sezdiği her şeye kelime aranmaktadır. Dilin bile dışladığı kadınlıkla dünyanın nasıl barışacağı, kadının sessiz dilini nasıl öğreneceği çözülmesi en zor mesele. Hatta gözlerini imkânsıza dikmiş bir mesele. Felsefenin dili şiirse, Furuğ’un sesini duyan da az bu yüzden. Furuğ sessiz sesi, anlaşılmayan dili temsil ettiğinin farkında. Varlığını duymak istemeyen erkek dünyaya oğlu üstünden sesleniyor. Neye güldüğünü, niye güldüğünü, kinayeyi ancak kendisi gibi soğuk mevsimi tanıyan oyunbozan kadınlar anlayabiliyor.

Platon Şölen’de Sokrates’i eros hakkında konuşturmak isterken bir kadına, Diotima’ya başvurur. Platon’a Rağmen’de Cavarero, Sokrates’in neden Diotima’ya ihtiyaç duyduğunu sorar. Asıl aşkın erkek erkeğe aşk olduğuna inanan bu diyalogda Sokrates, düşüncesini sanki bir kadına onaylatma gereği duyar. Zeynep Direk Cinsel Farkın İnşası’nda Cavarero gibi Şölen’den ve Diotima’dan bahseder. Cinsel farkın ilk kez Şölen’de ortaya çıktığını söyler. Direk’e göre Sokrates, bilmeyi sevmeye bağlayan Diotima’dan, bilge kadından öğrenir Eros’u. Soğuk akıl bilemez çünkü Direk’e göre. Aklın kalple ısınması gerekir… Furuğ’un soğuk mevsimine benzer sevgisizlik. Bu mevsimi sonsuz kılan kadının sevgisini, kadının bilgeliğini elinden alan cahil dünya. Doğuran bilmeden bilenken, doğuramadığı için hakikati ölümde arayan erkek, cinsel farkın sürdürücüsü olarak yaşamına devam eder. Cavarero, Diotima makalesinde kadını eksik erkek diye gören bakıştan bahseder. Böylece erkek bilmek için gereksindiği sevmeyi eksik kılar. Aşk aşkınlıksa eğer, kendini aşmak, ötekiyle buluşmak ister. Zeynep Direk de Cinsel Farkın İnşa’sının giriş bölümünü Şölen’le açar bu yüzden. Diotima’nın söyleminin episteme statüsüne sahip olmadığını vurgular. Eğer Platon kadınlara ikinci cins diye bakmasaydı Şölen ikna edici olurdu, diye ekler. İyiyi ve güzeli arzulamamızı sağlayan eros Bataille’de bizi güçlendirene dönüşür. Hayatın önünü açmaktır eros. İşte tam da burada dünyanın değişmezliği hatta Furuğ’u üşüteni hatırlatan bir soru sorar Direk:

“İktidar sevginin yarattığı değerleri ister mi? Gerçek anlaşma, gerçek dostluk ister mi? Düşünceyi ve bedeni geliştirme kaygısı güder mi? Bugün hâlâ geçerli olan bu politik soruları ilk kez Şölen sormuştur.” (CFİ, s.24)

Şölen ilk kez bu soruları sormuş, ama sorunun kaynağını dışarıda bırakmıştır. Sokrates hiçbir şey bilmediğini iddia eden bir bilge olarak, başka bir bilgeyle, Diotima’yla konuşmuş, belki de umulan kadınlığı işaret etmiştir.

Bunu Cavarero da onaylar. Platon, Şölen’de neden kadın sesine ihtiyaç duyar. Üstelik bu kadın Trakyalı Kadın Hizmetçi’den farklı çizilmiştir. Platon kendi düşüncesini ikna edici kılmak için mi seçmiştir bilge kadını. Öyleyse, kadının da bilge olabileceğini kabul etmiş mi olur? Cavarero, Platon’un Diotima’nın rahibe olduğunu söyleyerek işin içinden çıkamaya çalıştığını söyler. Diotima kadınlığı ima eden pek çok metafor sıralar konuşmasında ama erkekleri ikiye ayırarak, bilgiyi doğuran, aşka yönelen, kadın bedeninden uzak erkeği güzeller. Bu nedenle Platon’u onaylayan bir kurmaca kadına dönüşür. Cavarero, diyaloga “…bir kadın sesi aracılığıyla yürütülen, hem de kadının kendisini hedef alan bir mülksüzleştirmedir” der. Bu durum baba katlini yasaklamasına giden süreci işaret eder. Çünkü doğan anneden değil babadan gelir inancı yerleşir Eski Yunan’da.

“Diotima gülerek dedi ki: ‘Ey Sokrates, onu(Eros’u) tanrıdan bile saymayan bu kişiler onun (Eros’un)büyük bir tanrı olduğunu nasıl kabul edebilir?’”(Şölen)

Anladığımız üzere Diotima’nın gülüşü başka. Onunki sadece Eros’u önemsetmeye dönük bir gülüş. Erkek dünyada kabul görmenin gülüşü ya da. Oysa tek celsede terk edilir Diotima. Zeynep Direk, Sokrates’in diyalogun ilerleyen bölümlerinde arzunun kaybolan yarıyı, öteki kendini bulma görüşünü reddettiğini hatırlatır. Direk, başkayla bir olunamayacağını, bir olmanın arzu olarak kalacağını söyler. Sokrates’le Diotima arasında bir yolu söyler. O yolda Şölen’in küçümsediği kadın durur. Önemli olan, “mutlak başka” olan kadına bakıştır. İnsanın kendini bağladığı ilişkide kendini bilmesi, başkaya yönelişle olur. Kendiyle karşılaşmak için başkayla ilişkilenmek gerekir. Zeynep Direk, Simone de Beauvoir’a geçmiş olur böylece. Beauvoir’ın İkinci Cins’te söylediği “kadın doğulmaz, kadın olunur” sözünü önümüze bırakır.

Zeynep Direk kitabında Beauvoir’ın Hegel okumasını yorumlar, ardından Hegel’in Antigone okumasına geçer ve kuir kuramı ele alır. Böylece Platon’a Rağmen’in işaret ettiği alanı genişletir. İki kitabı birlikte okumak, yaşadığımız kavram karmaşasının nedenlerini anlamaya yardım ediyor. Sesinin duyulmayacağını bilse de seslenen, varlığını kimse görmese de gerçekleştiren, kendini aramaktan vazgeçmeyen, iktidarın ördüğünü söken kadınlıkla saf bir alanda buluşuyoruz.

Diotima Eros’u şöyle tanımlar Şölen’de,“…sert ve kabadır, yersiz yurtsuz ve yalınayaktır, yataksız döşeksiz hep yerde yatan, kapı önlerinde ve yol kenarlarında açıkta uyuyan, annesinin doğasına sahip olduğundan hep yoksunluk içinde yaşayan biridir.”

Anne Furuğ, “yazık ki kadındım” dediği şiirinde kendisinden zorla koparılan oğluna, Diotima’nın söylediği gibi yoksun olmadığını, yoksun bırakıldığını anlatmaya çalışır. Bir farkla Demeter’e benzer yazgısı. Yeryüzünü fiilen olmasa da şiiriyle ihlal eder Furuğ. Platon’a Rağmen’de Cavarero,  Demeter’in kızıyla bakışmayı neden sürdürmek istediğini anlamlandırır. Demeter kızını Hades’ten kaçırır, dünyayı kuraklıkla tehdit eder. Sonunda kızını görmeyi başarır. Maalesef Furuğ oğluna kavuşamaz. Onun bakışlarının, “suçsuz bakışlarının, başlangıçsız bu kitaba kaymasını” umar. Sesini sözcüklerinin arasına sıkıştıran Furuğ, sessizlikte bir dil kurar. Kurduğu dil eril dilin dışına çıkarken, elimdeki bu iki kitabı da birbirine bağladı… “Yazık ki kadındım” deyişi etik dünyayla alay eder oldu. Penelope gibi gündüz ördüğünü gece sökerken yakalandı Furuğ.

Çünkü “zamanın köklü isyanı tüm şarkıların yüreğinde açar…”

Kaynaklar

  • Furuğ Ferruhzad, Senin İçin Bir Şiir, Yaralarım Aşktandır, Totem Yayıncılık
  • Zeynep Direk, Cinsel Farkın İnşası, Metis, 2018
  • Adriana Cavarero, Platon’a Rağmen, Otonom, 2017

Arzu Eylem – edebiyathaber.net (16 Mayıs 2018)

Yorum yapın