Söyleşi: Gaye Dinçel
Gamze Güller, “Beşinci Köşe ve İçimdeki Kalabalık” öykü kitapları, “En Çok Onu Sevdim” kısa romanı ve taze çıkan “Durmuş Saatler Dükkânı” öykü kitabının (İletişim Yayınları) yazarı. Yazarla yeni kitabını yazma süreci üzerine söyleştik.
Birbirinden renkli karakterler nereden geldi aklına?
Çocukluğumdan beri insanları gözlemlemeyi, anlatılanları dinlemeyi ve onlarla ilgili hikâyeler yaratmayı severim. Kitapta çok aykırı tiplemeler gibi görünseler de hayatın içinden insanlar hepsi. Gördüğüm, tanık olduğum biraz da hepsini harmanlayarak hayal ettiğim karakterler. Abartılı görünen bazıları için bile okuyanlardan “Ben böyle birini tanıyorum!” diyen telefonlar aldım. Bunlara ben de şaşırdım. Aslında hepimiz birbirimize benziyoruz. Kafalarımız karışık, takıntılarımız var ve hep aykırı hissediyoruz kendimizi. Herkesin anlatılmaya değer bir hikâyesi var ama önemli olan bunu anlatmanın bir yolunu bulabilmek.
Kendi rüyalarının izini sürdün mü? Ya da hayallerinin?
Çok rüya görürüm ama rüyalarım genellikle o gün ne yaşadımsa onunla ilgili olur. Bir yandan da çok hayal kurarım. Bu kitapta da ağırlıklı olarak üniversite yıllarında kurduğum hayallerin peşine düştüm. O günlerde karanlık öyküler yazdığım bir defterim vardı. Yıllar sonra bulup çıkardım onu ve oradaki bazı öyküleri yeniden yazdım. Hayal etmenin sınırı yok. Hayatın içindeyken de hayal etmeye devam ederim. Konuşurken, çalışırken, birilerini dinlerken. Olanları zihnimde katman katman çoğaltırım. Bambaşka yerlere götürürüm. Olmadık diyaloglar eklerim gerçeklere. Yaşadıklarımı aklımda sınırların dışına çıkarırım. Bunların izini sürmek eğlenceli oldu.
Neydi bu öyküleri bir araya getiren?
Öyküleri bir araya getiren döngüsel zaman kavramıydı aslında. Bir süredir zaman meselesi kafamda dönüp duruyordu. Sıkışmışlık ve döngüler hayatın içindeki en büyük çıkmazlarımız belki de. Üstüne bir de yüreğimizdeki karanlık var. Şu inmeye bir türlü cesaret edemediğimiz derinlerdeki karanlık. Bu döngülerin içine sıkıştıkça bambaşka bir karanlıkla karşılaşan, hayatla yüzleşmekten korktukları için de durmadan kuyruğunu kovalayan insanları anlatmak istedim. Zamanın döngüsünü kırmak mümkün mü diye sordum kendi kendime. Nereye varmak istediğimizi bile bilmediğimiz bir deli koşu, her gün uyandığımızda bir önceki güne uyanmışız hissi ve çaresizlik, beklentisizlik, teslimiyet kavramları üzerinde çok düşündüm. Yazdıklarım da bu yönde evrildi bu süreçte.
“Cafer” öyküsünü çocuk gözünden yazmak nasıldı?
Cafer çok severek yazdığım öykülerden biri oldu. Çocukken dünya bizim için anlaşılmaz pek çok şeyle doludur. Yetişkinler durmadan bir şeyler söylerler ve biz kendi kafamızın içinde onlara anlam vermeye, veremediklerimizi de dönüştürmeye, bazen öykülerle, masallarla süslemeye, acıtan gerçekliklerinden koparmaya çalışırız. Cafer öyküsünün isimsiz kahramanı da henüz çok küçük, dünya anne babasının söylediği, onun dünyasında bir yere yerleştiremediği şeylerle dolu. Normalde çok da üzerinde durmuyor bu söylenenlerin ama bu kez karşılaştığı gerçekler çok başka. Henüz “ötekileştirme”den haberi yok kendi masum dünyasında. Karşılaştığında da bunu bir şekilde anlamaya ve aşmaya çalışıyor. Çocuklar için din, dil, ırk gibi ayrımlar yok. Bunları biz öğretiyoruz onlara maalesef. Öğretmeseydik ne olurdu diye düşündüm. Yetişkin gibi yazarak ya da düşünerek bu soruya yanıt bulmam imkânsızdı, bu nedenle her türlü öğretilmiş ayrımcılıktan uzak bir çocuğun gözünden anlatmaya çalıştım. Öykünün geçtiği mahalle de çocukluğumuzdaki mekânlardan. Şimdilerde çocuklar için hayatı ve insanları sokakta tanıma veya sokakta büyüme imkânı ne yazık ki kalmadı.
Sürprizli sonlar nasıl ortaya çıkıyor?
Bir öyküyü yazmaya başlarken sonunu bilmem. Bunu bilmemek aynı okurken olduğu gibi yazarken de heyecanlandırır beni. Kalbim çarpa çarpa ilerlerim öykünün içinde. Bir süre sonra kafamda bir son yavaş yavaş belirmeye başlar. Oraya doğru sürüklenirim bu sefer de. Sürüklendiğim yer genellikle beni de şaşırtır. Özellikle düşünüp de kurgulamıyorum bu sonları. Öykü beni kendiliğinden oraya götürüyor. Sanki başka türlüsü mümkün değilmiş gibi. Zaten baştan bilsem yazarken bu kadar keyif almam. Elbette buraya kadar eğlenceli kısımdan bahsediyorum. Sonrasında aylar süren düzeltmeler başlar. Bir daha bir daha yazmak, yeniden okumak, eklemek, çıkarmak… Eğer sondaki beni mutlu eden sürpriz de olmasa bu süreç çok zorlu olabilir.
“Durmuş Saatler Dükkânı”nın okuru büyülemesini nasıl sağladın?
Bu çok güzel bir ifade, umarım herkes böyle düşünür. Sanırım bu hisse neden olan öykülerin fantastikle metaforik arasında bir yerde durması. Olağanüstü durumlar ve kişiler var öykülerde. Masal kahramanları, devler, sirenler, yaratıklar, falcılar girip çıkıyor öykülere. Bir yandan da gizemli ölümler, kovalamacalar, bilmeceler çıkıyor karşımıza. Bu fantastik görünen durumlar ve kişiler başka bir okumayla metaforik aslında. Hepsi gerçek hayatta karşılık bulacak durumlar, duygular ve kavramların yansımaları. Ama bunları anlatmak için daha gotik bir atmosfer tercih ettim bu kez. Karanlık ve gizemli bir bakış açısıyla fantastiğe yakın durarak ama gerçekle de bağımı koparmadan anlatmaya çalıştım.
edebiyathaber.net (22 Mayıs 2020)
“Gamze Güller: “Zamanın döngüsünü kırmak mümkün mü diye sordum kendi kendime.”” üzerine bir yorum