Öykü: Garip bir aşk hikâyesi | Tacim Çiçek

Nisan 18, 2024

Öykü: Garip bir aşk hikâyesi | Tacim Çiçek

                                                                          

  bu hikâye, amaçları ‘yaşamlarını güzelleştirmek ve 

                                                                              dünyayı tanımak’ olan iki canlının yaşadıklarına dairdir.

1

İstediği erkekle birlikte olmak, dilediği gibi yaşamak sevdasına kapılan yeşil deve çekirgesi bütün cazibesini durgun suyun aynasında gördükten sonra, suyun tenine dokundu. Görüntüsü dalgalandı. Suyun kıyısından çekildi. Son bir defa daha ormana baktı. Yıllarca yaşadığı ormandan ayrılmanın burukluğu yoktu onda. Aksine mutluydu. Yola koyuldu.  Yürümüyordu. Uçuyordu adeta.

2

Yıllarca yaşadığı kurbağalı derenin kıyısına kurulmuş küçük köyünü terk edecek olan sevdalı da son bir defa baktı köyüne, yıllarını geçirdiği kerpiç eve. Yüreği burkuldu. Fakat yola çıkmak sevinci daha ağır bastığından, gitmek sevdasından geri döndürmek için gözyaşı döken ve etten barikat kuranlara aldırmadı. Geride bıraktıklarının kollarının boynunda çelikten zincir olmasına fırsat vermedi. Yanındakilere sırt çevirdi.

Yürüdü usul usul ama dönüp bakmadı geriye.

3

Yeşil deve çekirgesi, sonunda amaçlarına kavuşacağı kente vardı. Gözlerini daha iyi açtı. Kendisi için en uygun yeri aradı. Gökdelenlerin yan yana sıralandığı dar bir caddede, kuytu bir köşede, yeşillik içinde bir kulübe gördü. lşıl ışıl kulübenin kapısından, buranın rengârenk dünyasına girdi. Yaşayacağına inandığı aşkların ve günlerin hatırına loş bir bölüme yerleşti. Kulübenin sahiplerine ödeyeceği diyeti hiç mi hiç düşünmedi. Diyetler, ona göre, amaçları yanında denizde bir damla bile değildi.

Mutluydu. Kulübenin koşullarına uydu.

4

Sevdalı, gecekonduların mantar gibi ürediği varoşların birinde yurt buldu kendisine. Önceleri gündelik işlere takıldı. Kısa zamanda çevre, arkadaş ve dost edindi. Sevdirdi kendisini. Yüreğini açtı onlara. Kazandıklarını paylaştı gün gün. Dost, dostun eyerli atıdır atasözüne sadık kaldı. Sevdiklerinin yardımına, işine koştu. Dostluğu bir ağaca benzetti, ünlü şairimiz gibi. Dostluk ağacı kurumasın diye de suladı her zaman. Sıcaklığı, girişkenliği karşılık buldu. Dostları, ona bir asit fabrikasında iş buldu. İş zordu. O, zor olanı azmiyle başardı. İşine alıştı. Sevdi işini. Bekâr odalarından kurtuldu böylece. İki odalı bir gecekondu kiraladı. Dostlarının, arkadaşlarının ödünç eşyalarıyla döşedi. Sevindi. Artık yerleşikti. Komşularıyla ilişkilerini pekiştirdi. Komşularıyla sevindi, ağladı, mutlandı. Bu arada yüreğinin bir parçasını bıraktığı köye mektuplar göndermeyi de ihmal etmedi. Mektupları, annesi; yüreğinin parçası olan yavuklusuna veriyordu gizlice.

Yaşadıklarını, dostlarını, arkadaşlarını, işini, komşularını ve gelecek güzel günlere olan inancını da dillendiriyordu mektuplarında. Varoşlardaki sevdaları, yoklukları, acıları ve zamansız ölümleri, sabahın güzelliklerini içeren türkülerin ümit vericiliğini, dayanışmayı, birlikteliği ve paylaşmayı anlatıyordu. Mutlu olduğunu, günün birinde birlikte olacaklarını muştuluyordu yavuklusuna, ailesine.

Ama hiçbir zaman adresini bildirmedi. İlkin nedenini bilemedi. Aradan zaman geçtikçe, adresini bildirmediğine sevindi. Yüreğinin yarısı acılansın, yaşadıklarını vakitsiz görsün istemiyordu.

Oysa şimdi…

5

Yeşil deve çekirgesi, gününü gün ediyordu.

Düşündüklerini gerçekleşiyordu. 

Cazibesine kapılanı aşkıyla dönüştürüyordu.

Her zaman caddelere çıkmıyor, gökdelenlerin arasında dolaşmıyordu. Loş köşesinde günlerini geçiriyor, ayağına gelenlerden kaçıyor ve keyfine bakıyordu. Aşka çok susadığı zaman köşesinden çıkıyor ve birlikte olacağını seçiyordu…

6

Sevdalı, yüreğinin yarısına yazdığı mektuplardaki kendisi ile aynada gördüğü kendisi arasında çok fark olduğunu biliyordu artık. Şuna karar veremiyordu: Mektuplardaki mi, yoksa aynadaki mi gerçek kendisiydi? Ya da her ikisi mi kendisi değildi?

Kararsızdı. Bir yandan yüreğinin yarısına, aynadaki kendini anlatmaması gerektiğini düşünüyordu, diğer yandan da bunu saklamasının hiç de doğru olmadığını… İkilemlerle doluydu. Bir kuyuya düştükçe düşüyordu, ama kuyunun dibine ulaşamıyordu. Hep düşüyordu. Başından neler geçmemişti ki…

Bir kere yüzünün, içinin aynası olduğunu söyleyen komşularının, dostlarının ve arkadaşlarının yüzüne hiç mi hiç bakamıyordu. Ve iş arkadaşlarının da…

Sonra çok sevdiği afacan çocukların oyunlarına da katılamıyordu. İç güzelliğinin görüntüsü olan yüzüne gizli bir el, asit kazanını patlatarak asit sıçratmıştı. Yüzünün etleri dökülmüştü.                            

Yanak kemikleri dışarı çıkmıştı. Dişleri, bir iskeletin dişleri gibi açıktaydı. Dudakları yoktu. Yaşaması büyük bir şanstı. Ama ona göre değildi tabii… Fabrika sahibi, işçilerin dayatmasıyla her şeyi yaptırtmıştı, ama ancak yaşatmayı başarabilmişlerdi. Yüzünü düzeltmek olanaksızdı. Aradan aylar geçmiş, iyileşmiş ve gece bekçiliğiyle görevlendirilmiş, herkesten uzaklaşmış, bir baykuş gibi, geceleri sevmeye başlamıştı.

Yalnızdı.

Kendisini, her şeye karşın sevdiklerini söyleyen dostlarına, arkadaşlarına ve komşularına kapısını hiç açmıyordu.

Herkesten kaçıyordu.

Çocuklara sokulmuyordu. Perdeleri gece ve gündüz kapalı olan odasından gündüzleri çıkmıyordu. Geceleri işe gidip gelirken başına bir fötr şapka geçiriyordu. Pardösüsünün yakasını yüzüne çekiyordu. Kırmızı bir atkıyla da ağzını, burnunu, etsiz yanaklarını örtüyordu. Her mevsim böyle giyiniyordu. Bir görünmez adam olmuştu. Komşularının kapılarına kulak veriyordu. Çocukları dinliyordu. Onların isteklerini not alıyor ve sonra da bunları satın alıp kapılara bırakıyordu. Bıraktıktan sonra kapıları tıklatıp uzaklaşıyordu. Komşuları, bu iyiliksever Sevdalı’yı daha çok seviyordu. Ona yardım edemedikleri için üzülüyorlardı.

Çağdaş bir Noel Baba olmuştu çocukların gözünde.

Çocuklar da ona en içten duygularını yazıyor, kapısına bırakıyordu. Sevdalı da mektupları alıp okuyordu. Sonra da özenle saklıyordu.

7

Yeşil deve çekirgesi, kokular süründü. Açık yeşil tenini uzun kollarıyla okşadı. Birine gereksinimi olduğunu biliyordu. İçi içine sığmıyordu. Yerinde duramıyordu. Süslendikçe süsleniyordu.  Köşesinden kalktı. Son olarak uzun bacakları daha iyi görünsün diye açık yeşil ten çoraplarıyla bir kat daha güzelleştirdi.

Artık hazırdı. Kulübeden çıktı.                                       

Geceydi.                                                              

Gökdelenlerin ve caddenin ışıkları birbirine karışmış ve bir renk cümbüşü oluşturmuştu. Kendisinden emin olarak uzun bacaklarının üstünde yaylanarak ilerledi…

8

Sevdalı, bu âna kadar aklından bile geçirmediği aşkı ölümüne arzuluyordu.

Sevişmeyi düşünüyordu.  Aklından çıkaramıyordu. Bu aşkla hayatının değişeceğine, eskisi gibi olacağına ve yüreğinin sevdiğine yazamadığı en güzel mektubu yazabileceğine inanıyordu. Ne yaparsa yapsın, ne düşünürse düşünsün bundan kurtulamıyordu.

Odada dönüp durdu. Çocukların mektuplarını okudu. Yüreğinin yarısına gönderdiği mektupların fotokopilerini çıkardı, tek tek okudu. Mektupları oraya, buraya fırlattı. Dışarı çıktı. Dostlarının, komşularının ve arkadaşlarının kapılarına kulak verdi gizlice. Garip, sanki sağırdı. Hiçbir şey işitmiyordu. Buna bir anlam veremedi. Koşarak eve döndü. Odasına geçti.

Boynunu çeviremiyordu.

 Belini kıvıramıyordu.

 Teni sertleşiyordu.

 Korktu kendisinden. Çünkü yontulaşıyordu…

 Son bir çabayla kapıya ulaştı. Tutunarak kendini zor attı dışarıya. Eskisi gibi oldu her şey. Bir an için sevindi. Aklında biri vardı sanki. Aşkla yıkanmazsan yontu olacaksın. Eskisi gibi olamayacaksın diyordu. Aklının bir oyunu değil bu. Bunu iyi biliyordu. Bedenin dili isyan etmişti. Bedenin gereksinimleri görmezden gelinemezdi.

Hem yürüyor, hem de düşünüyordu. Bir ara nerede olduğunu öğrenmek için başını kaldırıp çevreye baktı. Gökdelenlerin yan yana yükseldiği caddelerin birinde olduğunu gördü. Işıklardan uzaklaştı. On metre kadar uzağında bir taksiciyle pazarlık yapan sokak kızlarını gördü. İstemediği hâlde onlara yürüdü. Garip bir sıcaklığın bedenini sardığını ve bedeninin de bundan etkilenip gevşediğini duyumsadı. Elektrik direğinin altında müşteri bekleyen kadına yaklaştı. Ona, birlikte olmak istediğini söyledi.

Kadın şöyle bir baktı. Şaşkındı. Ajan gibi giyinmiş olan bu adamdan uzaklaştı hemen. Sevdalı ne dediyse kadını ikna edemedi.

Diğer kadınlar da aynı tepkiyi gösterdi. Ümitsizce geri dönecekken omzuna sanki bir el dokundu. Dönüp baktı. Çok çekici ve güzel bir kadındı ona dokunan. Seninle olurum dedi. Yüzümden korkup kaçarsın belki, önce gör beni dedi. Her yüze katlanırım zevkim için dedi kadın. Yine de gör yüzümü dedi ve gösterdi kendini. Kadın öyle bir çığlık attı ki oradakiler sağa sola kaçtılar… Sevdalı panikledi ve gökdelenlerin sıralandığı dar caddeye girip gözden kayboldu.

9

Yeşil deve çekirgesi, Sevdalı’yı görünce durdu.

Uzun kollarıyla ve bacaklarıyla yolu gerdi. Sevdalı gözlerine inanamadı. Büyülendi. Şaşırdı. Heyecanlandı. Gözlerinin içine bakan yeşil gözlerden  alamadı gözlerini. Her ikisi de biriyle olmak istiyordu. Sevdalı, yüzünden dolayı kaçmak, uzaklaşmak ve ölmekten yanaydı. Kırmızı atkıyı çıkardı hemen. Yeşil deve çekirgesi hiç etkilenmedi. Uzun kollarına uygun olan uzun parmaklarıyla yüzüne dokundu.

Gülümsedi. Sırıtan dudaksız dişlerden, etsiz yanaklardan iğrenmedi. Üstelik de içinin güzelliğini görebiliyorum, bana inan dedi. Sevdalı çok etkilendi. Benimle birlikte olmanın bedeli ağırdır ama, dedi. Her türlü bedeli öderim, dedi Sevdalı. Yeşil deve çekirgesi onun kulağına eğildi, fısıldadı bedeli. Sevdalı hiç mi hiç oralı olmadı.

Bir an önce birlikte olmak için yürüdüler görünmez varlıklar gibi…

10

 Kalabalık sonunda kapıyı kırmaya karar verdi. Çünkü günlerdir işyerine gelmeyen Sevdalı’nın en son eve girdiğini görenlerin iddiasına göre o, evden hiç çıkmamıştı. Kalabalığın içinde polisler de vardı.

 Pencereleri zorlamışlardı. Hiçbiri açık değildi.

 Ona defalarca seslenmişlerdi. Yanıt alamamışlardı. Tahta kapı, birkaç kişinin yüklenmesine dayanamadı ve kırıldı. Kalabalık hep birlikte odaya girdi. Gözlerine inanamadılar. Sevdalı yatağındaydı. Çırılçıplaktı. Biriyle sevişmiş gibi yatak dağınıktı. Garip bir iz pencerelerden birine kadar uzanıyordu. Dışarıdan zorlandığı hâlde açılmayan bu pencere kanadı aralanmış gibi yarı açıktı. Sevdalı’nın yüzünü ilk kez görüyorlardı odadakiler. Çirkin yüz gülümsüyordu ve durmadan değişiyordu. Sevdalı, yüreğinin öteki yarısına yazdığı mektuplardaki kendisi oluyordu, ama bunu odadakiler göremiyordu.                                          

Herkesin gözü önünde gizli bir el Sevdalı’nın yüzünü güzelleştiriyordu. Fal taşı gibi açılan gözlerin sahipleri sessizdi. Oysa belleklerdeki görüntü, ölü üstünde eski yerini alıyordu. Polislerden biri, ‘N’olmuş bunun yüzüne böyle? Kim olsa bunun yerinde intihar ederdi,’ dedi. Bir başkası ise, ‘Bu pencereyi hanginiz ve niçin açtınız?’ dedi.

11

Yeşil deve çekirgesi ise bir başka aşka hazırlanıyordu.

edebiyathaber.net (18 Nisan 2024)

Yorum yapın