Uzun zaman bizler Türkiye coğrafyasındaki kadın hareketinin miladının 1980’ler olduğunu düşündük, bu minvalde yazılar yazdık, 1980’lerden önce feminizme emek ya da gönül vermiş kadınların adlarını bilmedik, zikretmedik. Çünkü bir yerde tarihin akışı durmuştu; latin harflerine geçilmiş, arşivlere kilit vurulmuş, tarih yazanlar ekseriyetle erkek olduğu için zaten kadınlardan kalan az sayıda yazılı metin tarihin kilitli çekmecelerinde bir yerde sıkışıp kalmıştı. Oysa yine değerli kadın akademisyen ve tarihçilerin çalışmaları sayesinde artık biliyoruz ki, kadın hakları gökten zembille inmemişti Türkiye’ye bir gecede… Ne de her şey bir tepsiyle hediye edilmişti kurucu babalar tarafından, cumhuriyetin yeni nesline. Bu topraklarda bundan bir asır önce de bir kadın hareketi vardı ve hiç de azımsanmayacak şeyler yapmışlardı, kadınlar için.
Nitekim bugün “birinci dalga kadın hareketi” olarak nitelendirdiğimiz bu dönemin, Fatma Aliye, Halide Edip gibi bir hayli maruf simaları olduğu gibi, bu harekette hatırı sayılır bir emeği olduğu halde isimleri bugün hala yeterince anılmayan kalemşörleri de vardır; Emine Semiye Hanım bunlardan biridir.
Emine Semiye Hanım, 1864 yılında, Adviye Rabia Hanım ve Osmanlı’nın ünlü tarihçisi Ahmet Cevdet Paşa’nın üçüncü çocuğu olarak dünyaya gelir. Kendisi gibi kadın hareketinin etkin isimlerinden olan ablası edebiyatçı Fatma Aliye Hanım’la birlikte ilk eğitimini kendi konaklarında alır. Bunda, o sıra seçkin çevrelerdeki kız çocuklarının eve gelen hocalardan eğitim almalarının yaygın olmasının yanı sıra Ahmet Cevdet Paşa’nın görevi sebebiyle ailece sık sık şehir değiştirmelerinin de payı vardır.
Emine Semiye Hanım devrin en ünlü hocalarından alarak başladığı eğitimini daha sonra Fransa ve İsviçre’de psikoloji ve sosyoloji dersleri alarak devam ettirir. Bu yönüyle yurtdışında eğitim alan ilk Osmanlı kadınlarından biri olur. 1896 yılında Selanik’te bulunduğu sırada Mütalaa gazetesinde başyazarlık yapar, aynı zamanda Asır gazetesi (daha sonra ismi Yeni Asır olacaktır) için de yazılar yazar. Bunu, kadınlara faydalı bilgiler vermeyi ve onları eğitmeyi amaçlayan Hanımlara Mahsus Gazete’de kadınlara pozitif ilimler konusunda öğretici bilgiler verdiği yazıları takip eder.
Emine Semiye Hanım’ın kadın hak ve özgürlükleri üzerine dönemine göre bir hayli radikal bir çizgidedir. Keza o dönem kadınların eğitim almaları, mesela okuma yazma ve yabancı dil bilmeleri, piyano çalmaları, kültürlü ve bilgili olmaları, onların iyi eş, iyi anne olmaları için toplumsal bir gereklilik olarak ele alınırken; Emine Semiye Hanım, kadınların erkeklerle eşit hak ve özgürlüklere sahip olmaları için tüm bunların yeterli olmadığını ileri sürer. Ona göre, kadınların, çalışma hayatında nitelikli iş sahibi olmaları için gerekli eğitimi ve mesleki yetkinliği kazanmaları, böylece kocaları karşısında ekonomik hürriyete sahip olmaları gerekir. Emine Semiye Hanım, kadınların iyi anne ve eş olmalarının değil, erkeklerle eşit haklara sahip olmalarının önemine ve bunun için eğitim almaları gerektiğine yazılarında sık sık değinir. Kadınla erkek arasında akıl muhakemesi bakımından fark olduğunu ileri süren yazarları yerden yere vurur. Dahası, kadınların hukuki ve ekonomik bağımsızlık kazanmalarının tepeden inme reformlarla ve erkek egemen sistemin bahşettikleriyle olmayacağını, kadınların bunun için topyekün mücadele etmeleri gerektiğini savunur.
Emine Semiye Hanım Osmanlı siyasetinde, yalnızca kalemiyle değil, mücadelesiyle de etkili biridir. Sultan Abdülhamid yönetimine karşı hürriyet mücadelesine, yasaklı gazete ve dergilerin dağıtılması, İttihatçı üyeler arasındaki haberleşme ağının sağlanması gibi görevlerde bulunarak destek verir. Ancak Meşrutiyet ilan edilip İttihatçılar iktidara gelince, bazı şeylerin değişmeyişi, beklentilerin yerine getirilmeyişi kendisinde hayal kırıklığı yaratır. Bu defa yeni rejimi, yani İttihatçıları sert bir üslupla eleştirirse de, Meşrutiyet taraftarlığından hiçbir vakit vazgeçmez.
Balkan Harbi sırasında Şişli Etfal Hastanesinde gönüllü hemşirelik yapar. Ne var ki buradaki hizmetine bir süre sonra son verir. Zira muhalefet ve iktidar arasındaki çatışma kızışıp cam güvenliği tehlikeye girince soluğu Paris’te alır.
Emine Semiye Hanım, çeşitli dernek ve vakıflarda da önemli görevlerde bulunur. Keza savaşta ölen askerlerin ailelerine ve muhtaç kadınlara yardım etmek amacıyla Şefkat-i Nisvan derneğini Selanik’te 1898 yılında kurar. 31 Mart vakasından (1909) sonra Edirne’ye yerleştiğinde ise, benzer bir görevi yerine getirmesi için, aralarında Sultan Murad’ın kızı olan Fehime Sultan’ın da bulunduğu kadınlarla birlikte Hizmet-i Nisvan derneğini kurar.
Emine Semiye Hanım çeşitli gazete ve dergiler için yazılar kaleme aldığı gibi roman türünde eserler de verir. Ancak akranı olan pek çok kadın yazarın aksine, edebi kişiliği Türkiye edebiyatında yankı yapmaz. Bunda edebiyatı, toplumu eğitmek, değiştirip dönüştürmek için bir araç olarak görmesinin etkisi olduğu kadar sivri aydın kişiliğinin, dönemine göre radikal fikirleri yüzünden tepki çekmesinin de payı vardır. Üretken bir yazar olmasına rağmen, bugün çok az eseri Latince harfleriyle Türkçe yayımlanmıştır. Daha önce Suat Derviş’in eserlerini Türkiyeli okurlarla buluşturan ve kadın eserleri külliyatına katkı yapmayı daha da sürdürecek gibi görünen İthaki Yayınları tarafından geçtiğimiz günlerde yayımlanan romanı Gayya Kuyusu da bunlardan biridir.
1920’lerde Dersaadet gazetesinde tefrika edilen Gayya Kuyusu Osmanlı modernleşmesinin izlerini de muhtevasında taşır. Nitekim roman Batılı alışkanlıklara sahip bir ailenin hikayesiyle, Batılı tarzda dekore edilmiş bir konağın tasviriyle başlar.
Küçük yaşta yetim kalan Yekta, sığındığı konağın sekenesi tarafından iyi muamele görmemekte ancak buna rağmen hayatını konakta konağın kızı ile dostluk kurarak, konağın kadınlarının gözüne batmamaya çalışarak idame ettirmektedir. Ta ki, evin beyi kendisine tecavüz edene kadar… Durumun enikonu farkına varan, buna rağmen üç maymunu oynamaya devam eden evin hanımı ve Yekta’dan kurtulmaya fırsat kollayan evin emektarı, olayın olduğu gece bir talihsizlik sonucunda kendini aşçı yamağının yanında bulan Yekta’yı aşçı yamağı ile kaçacağı iftirası ile evden kovarlar.
Konaktan ayrıldıktan sonra da, talihsizlik Yekta’nın yakasını bırakmaz. Yekta’yı evlerine buyur etmemek hususunda tembihli olan komşuları, ona yardım eli uzatmadıkları gibi, tez vakitte kendisi gibi evlatlık olan Cilve tarafından oyuna getirilerek seks işçisi olarak sömürülür. Gayya Kuyusunun geçtiği dönem savaşa giden ya da savaşta ölen askerlerin yakınlarının seks işçiliği yapmak zorunda kaldıkları, dolayısıyla seks işçilerinin ve işçiliğinin bir hayli arttığı bir dönem olması itibariyle, Emine Semiye seks işçiliği meselesine ahlakçı yaklaşmaz, aksine toplumun, erkeklerin bu konudaki ikiyüzlülüklerini sergileyerek gerçekçi bir şekilde yaklaşır.
Gayya Kuyusu’nda Yekta’nın hikayesinin yanı sıra, Yekta ile benzerlikler taşıyan, küçük yaşta yetim kalan ve teyzesinin oğlu ile istemediği bir evlilik yapan Rezin’in hikayesi de yer almaktadır. Rezin’in evde kayınvalidesi ve büyük annesi yüzünden yaşadığı hapis hayatı ekseninde kadınların Osmanlı toplumundaki ahvaline, ev hayatına, aile mefhumundaki yaralara ve kadınların prangalarına da dikkati çeker. Balkan Savaşları ve Umumi harp sırasındaki Osmanlı toplumunun portresi, keza toplumdaki ikiyüzlü ahlakçılık, yoksulluğun ve savaşın kadınların hayatına etkileri de yazarın diğer toplumcu tarafının yansımalarındandır.
Başta Emine Semiye Hanım ve ablası Fatma Aliye Hanım olmak üzere, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e ve günümüze uzanan süreçte, kadın hareketine emek veren, bu yolda bayrak taşıyan kadınları minnetle anıyor, kadın eserleri külliyatında ismini duymadığımız daha nice kadınların ve onların kıymetli eserlerinin yer almasını diliyoruz.
edebiyathaber.net (19 Temmuz 2022)