Gazete Ankara Keçisi, çıktığı günden itibaren Başkentte yoğun ilgiyle karşılaştı. Biz de gazeteyi çıkaran Hazal Battaloğlu ve Salih Levent Uğurlu ile bir röportaj yaptık. İşte o röportaj:
Ankara’da zor bir işe giriştiniz. Çok kısa sürede olumlu bir imaj yaratmayı başardınız. Gazete çıkarma düşüncesi nasıl ortaya çıktı?
S.L.U: Bir gün Hazal ile otururken “Gazete çıkaralım mı” diye sordum. O da “tamam” dedi.
Bu kadar mı?
S.L.U: Evet.
Gazetenizin misyonu nedir?
S.L.U: Size kuracağımız çok iddialı cümlelerimiz yok bizim. Zaten adımızdan da anlaşılacağı üzere mütevazı bir yayın organıyız. Ancak “ne kokar, ne bulaşır” misali bir duruş da sergilemiyoruz. Gazeteyi çıkarırken temel motivasyonumuz şuydu: Çevremizdeki “çok laf, az iş” durumlarından sıkıldık. Çok konuşuyoruz ama ortaya somut bir iş ortaya koyamıyoruz. Bir araya geldik mi ülkeler yıkıp kuruyoruz, sistemler inşa ediyoruz; siyasiler, akademisyenler, gazeteciler, yazarlar hakkında dedikodular dinliyoruz. Ee sonra? Biz bu durumdan açıkçası sıkıldık. Az konuşalım, sorun değil işimiz de küçük olsun ama ortaya somut bir iş koymuş olalım. Bundan 50 – 60 yıl sonra bir araştırmacı Milli Kütüphane arşivine gittiğinde dikili bir ağacımız olduğunu görsün. Bu insanlar da bu işi yapmış ya da yapmaya çalışmışlar desinler. Çok ileriye gitmeye de gerek yok. Daha üçüncü sayımızda Ankara ile ilgili yapılan çalışmalarda Ankara Keçisi’ndeki röportajlardan, yazılardan faydalanıldığını duyuyoruz. Bu küçük şeyler bize yetiyor.
Yayın anlayışınızı tam olarak anlatır mısınız? Ankara Keçisi’ne yerel gazete diyebilir miyiz?
S.L.U: Ne istiyorsanız onu diyebilirsiniz. Evet, Ankara Keçisi Ankara sınırları içerisindeki konuları ele alan bir gazetedir. Ama alışılagelmiş yerel gazete mantığının sınırlarını da zorluyoruz açıkçası… Bir belediye başkanı, muhtar ya da yetkili bir abimiz / ablamız saçını güzel tarayabilir, güzel açılışlar yapabilir, muhakkak hizmetlerini aktaracak bir mecraya ihtiyacı vardır. Biz bunlara açığız. Fakat yerel düzeyde yayın yapan gazetelerin tamamen yıkama yağlama aracı olması doğru değildir. Bir kent nereden gelmiştir, nereye gidiyordur? O kentin sorunları nelerdir? O kentin “öteki” dünyasında neler olmaktadır? Bunları öne çıkarmak lazım. Tabi tecimsel kaygılara diyecek bir sözümüz yok. Bu tür yayınlar uçan halı üzerinde gitmiyor maalesef. Şöyle bir zamanda gazete çıkarmak gerçekten zor bir iştir. Fakat her şey para da değildir. İnsanın hayatta bir duruşu olması gerekir.
Siyasi çizginiz var mı?
S.L.U: Elbette var. Ancak hiçbir zaman sol ya da sağ yumruğu sıkıp kör ideolojik sınırlar içerisine hapsolmayı doğru bulmuyoruz. Bugün bu anlayışın bir geçerliliği yok. Bir röportajda siyasi görüşünüz nedir sorusunu pek doğru bulmasak da, insanlar bunu merak edebilir. O halde cevaplamak zorundayız. Biz sosyal demokrat düşünceye yakınız. Farklı fikir ve kanaatleri bir tehdit olarak değil, zenginlik olarak görüyoruz. Kadına bayan demiyoruz. Siyaha zenci demiyoruz. Çingene çingenedir, Roman kelimesine ne gerek var diyoruz. Dolayısıyla farklı düşünen insanlara kapalı olmadığımız gibi toplumsal eşitliğe önem veriyor, farklılıklarımızı açık ya da örtülü şekilde ötekileştiren bütün söylemleri reddederek insani bir üslup inşa etmeye çalışıyoruz. Şöyle bir örnek vereyim. Ankara Kalesi’nde sanat merkezi olan, milliyetçi muhafazakar düşünce yapısına sahip çok sevdiğimiz bir İbrahim abimiz var. Yanına hiç gitmezsek üç günde bir gideriz. Gazete için fikir alışverişi yaparız. Demek istediğim, ister sağcı olsun ister solcu bizim için önemli olan bu ülke için bir dikili ağacı olması için gayret eden insanlardır. Fakat haberlerimizde bir tane Büyükşehir Belediyesi eleştirisi yaptık diye bizi uzaylı gibi görmeye yatkın insanlar da var. Öyle tiplerle karşılaşıyoruz ki amacı üzüm yemek değil, bağcıyı dövmek. Biraz niyetini sorguladığımızda “neden benden değilsin, benim himayemde değilsin” noktasına varıyoruz. Bu kafa yapısındaki insanlar da kusurumuza bakmasın. Her saça göre tarak kullanmamız beklenmesin.
Ama gazetecinin tarafsız olması gerekmez mi?
S.L.U: Bizler gazetecilik alanında formasyon sahibi insanlarız. En tarafsız olarak görülen bir haberin dili bile söylemsel olarak ideolojik bir inşa sürecidir. Dolayısıyla gazetecilikte tarafsızlık söz konusu olamaz. Bu alanda formasyonu olmayan birçok kişi gazetecilik yapıyor, yapabilir de ama işin teorik, kuramsal boyutu çok farklıdır. Dolayısıyla bu konu iki kelimeyle geçiştirilecek bir konu değildir. Açıkçası işin kuramsal kısmı beni de ilgilendirmiyor. Ancak gazeteciliğin ne olması gerektiği konusunda ille bir şey söylememiz gerekirse, birbirimizi olduğu gibi kabul etmek herkesin yararına olacaktır. Ankara Keçisi böyle bir duruş sergilemektedir. Bir başkası da daha farklı bir duruş sergileyerek bir şeyler yapsın. Ama yapsın! Elbette birbirimizi kucaklayalım da ben kendimden taviz vererek bunu yapacaksam orada zaten örtülü bir faşizm vardır, sen beni kendin gibi olmaya zorluyorsun demektir. Üstelik bunu kucaklayarak yapıyorsun. Ciddi bir aldatma var burada. Birbirimizin hakkına, hukukuna, farklılıklarına saygı duymak için iğrenç bir orta yolcu olmamız gerekmiyor. Zaten bu aldatma hali özünde göstermelik olduğu için kimsenin kimseye saygısı ve sevgisi kalmadı. Çünkü huzurlu bir hayatın formülü bize farklılıklarımızı gizlemek olarak empoze edildi hep. Suni bir herkesi kucaklama hali… Siyasetçi kucaklıyor, gazeteci kucaklıyor kucaktan kucağa geziyoruz. Ama en ufak bir kırılma anında birbirimize nefret kusmaya başlıyoruz. Beni ben gibi kabul et. Bitti. Bu kadar basit aslında…
Gazete çıkarmak maddi manevi çok külfetli bir iş değil mi?
Onu Hazal cevaplasın. (Gülüşmeler)
H.B: Her şeyden önce kendimize güveniyoruz. Güvenmesek bu yola çıkmayız. Biz bu gazeteyi haftalık çıkaracak potansiyele de sahibiz. Biraz uçuk olacak ama ileride günlük de çıkarabiliriz. Ancak şu an hem kendimizi hem de çevremizi tartma sürecindeyiz. Kısacası karambole iş yapmak istemiyoruz. Adımlarımızı sağlam atarak ilerlemek istiyoruz. Gazetenin şu an için aylık periyotta çıkması bu yüzdendir. Biz neyiz? Neyi, ne kadar başarabiliriz. Belki Ankara Keçisi sevilmeyecek. Belki iyi iş çıkaramayacağız. Belki iyi işler çıkaracağız ama birileri bizi çekmeyecek altımızı oyacak. Bunlar iş hayatının gerçekleridir. Bakıp göreceğiz. Şu ana kadar geldiğimiz noktanın umut verici olduğunu söyleyebiliriz.
Peki dijital ortam karşısında basılı gazete umut vadediyor mu?
H.B: Bizim internet sitemiz, sosyal medya stratejilerimiz de var. Sadece basılı yayın faaliyeti yürütmüyoruz. Zaten basılı gazetemiz de kent genelinde ücretsiz dağıtılıyor. Keşke Ankara’daki dağıtım imkanları sınırlı olmasa da daha çok kişiye ulaşılabilsek. Bu durum bizimle alakalı bir durum değil. Ankara’nın yerel yöneticileri sayıları giderek azalan kent gazetelerine imkan tanırsa emin olun basılı gazeteler eski popülerliğine kavuşacaktır. Çünkü ulusal gazetelerden farklı bir misyonu var bu tür gazetelerin.
Gazete Ankara Keçisi adıyla da çok ilgi çekti değil mi?
H.B: Gazetenin adını “Keçi ölse de kuyruğunu indirmez” sloganıyla birlikte markalaşma açısından değerli görüyoruz. Daha 1 ay geçmeden bizi taklit etmeye çalışanlar oldu. Bunu bildiğimiz için isim hakkını önceden almıştık. Kimseyi maddi manevi yıpratmak istemeyiz. Ama böyle şeyler de yapılmasın. Gerek yok.
Gazetenin muhalif bir damarı var sanki. Böyle bir konjonktürde bu sizi korkutmuyor mu?
S.L.U: Başarılı olamazsak gazetenin adını değiştirip koyun yaparız. Ne yapalım artık. (Gülüşmeler)
Şaka bir yana. Biz kendimizi öyle kronik muhalif olarak görmüyoruz. Yaptığımız iş ortada. Böyle bir izlenim de vermedik. Ancak iki eleştirel haber yapmakla minder dışına itileceksek zaten kepenkleri indirip gidelim. Buna zorluyorlar insanları aslında. Ancak o iş o kadar kolay olmayacak. Bu ülke iki tane cahilin paranoyakça düşünceleriyle şekillenmeyecek. “Ankara’nın alt yapı sorunu var, yağmur yağınca her yeri sel götürüyor” dediğinizde sizi teröristle suçlayan dallamalara bu ülke bırakılmayacak. Bu işin sağcılıkla solculukla bir ilgisi yok. Eğitilmişlikle ya da eğitilmemişlikle ilgisi var. Umutsuz olmamak lazım. Bu gazete de diğer işler de bugün var yarın yok. Ama bu ülke, toplum yarın da var olacak. Bizden sonrakilere yaşanılabilir bir ülke bırakmak zorundayız.
Teşekkür ederiz.
SLU-HB: Biz teşekkür ederiz.
edebiyathaber.net (22 Haziran 2017)