Doğrusu bazı okumalara yetişmek zor. Önümde dağ gibi yığılı kitaplar. Biriktikçe uykularınızı kaçıracak kadar sıkıntı veriyor bazen!
Birkaç alanda çalışmak, yazmaksa bunlara yetişmeyi engelliyor. Okumadan yazmak gibi bir yanım olmadığına göre…
Gerçi gene de yetişebilmek mümkün değil. Ayıklayarak, “alan belirlemesi” yaparak okumaya çalışıyorum.
Zeynep Atikkan’ın Amerikan Cinneti’ne başlamışken; Aslı Tunç’la yazdığı Blogdan Al Haberi gelip araya girdi, geç kalmışlığı hayıflansam da; hemen bir defter açıp notlar alarak okumaya koyuldum. Bir yandan da, 1990’larda başlayan “sanal/dijital âlem”le deneyimimi yazmaya yöneldim. Bunu ileride sizinle paylaşacağım.
Çünkü, 1996’da dijital dünyada yazmaya başladım. 1999’da yenisayfa.com’un hazırlık/yayın sürecinde yer aldım, orada “edebiyat penceresi” adını verdiğimiz online dergiyi yayımladım.
O deneyimim beni dijital dünyaya daha yakın kıldı. Dijital ortamda yazmanın ötesinde, gelecekteki yaşamımızı kuşatacak bu siber alem, sizi parmaklarınızın ucundaki dünyanın keşfine çıkardığı gibi; zaman kavramını nasıl kullanabileceğinizi de sık sık hatırlatıyordu.
Henüz yeni bir tutsaklık alanına doğru adım adım ilerlediğimizin farkına varmadan, bu âlemin parıltısı aklımızı çelmişti.
Bill Gates’in Önümüzdeki Yol’uyla Dijital Sinir Sistemiyle Düşünce Hızında Çalışmak’ı ardı ardına okurken o dünyanın seyri iyice alabora etmişti beni. Ne onunla ne onsuz olabileceğini düşüne dururken; o gelip her şeyi kuşatmış, bütün yazı araç gereçlerini, ansiklopedileri bir ânda işlevsizleştirmişti neredeyse!
Bilgiye hemen erişebilme, denetleme, katılma, uyarma ve daha birçok özgürlük alanını size sunan internet, web sayfaları, siteler… Ve derken 2000’lerin ortasında tanıştığımız bloglar, hayatımızı artık başka mecralara taşıyordu.
Bilgi/erişim/yazım aygıtı olarak gördüğümüz bilgisayar, bilişim teknolojisinin karşımıza çıkardığı her yenilikle kendi kabuğunu da değiştiriyordu. Elektronik ortamın kendine özgü dili/kurgusu oluşurken; yeni alanlar açılıyordu önümüzde… Yeni meslekler, uğraşlar, düşüncelerle buluşuyorduk.
Başlangıçta simülasyon gibi de gelse; “online” kavramı bile artık tüm bunları tanımlamaya yetmiyordu.
Bu dönemeçte beni en çok şaşırtan, dostum Ali Murat Erkorkmaz’ın, bu “sanal” dediğimiz dünyayı “insancıllaştıran” çalışmalarıydı.
Bir gün, getirip önüme koyduğu dizüstü bilgisayarında verdiği sözlü komutlara yanıt veren “sanal karakter”iyle sürdürdüğü diyalog beni şaşırttığı gibi, onun birçok hüneri merak duygumu da arttırmıştı.
Deyim yerindeyse, Ali Murat Erkorkmaz bu alanda bir “beyin”di. Hayır öyle “sanal zeka” oyunu filan değildi yaptığı. Öyle ki ABD’de ve Türkiye’de birçok önemli kurum geliştirdiği projeleri yakından izliyordu.
Yakın zamanda izlediğimiz Her filminin özünü oluşturan gerçekliği, Erkorkmaz 2000’lerin başında yaptığı yazılımlarla hayata geçirmişti.
Dijital dünya sonsuz bir yol/ağ mıdır? Sanmıyorum! Ama daha yenilerine bizi hazırlayandır. Bu karmaşa, kaos, yok oluş şunu getirecektir; doğuşla birlikte tenimizin altına yerleştirilen mikro işlemci çiplerle çoklu uyum/denetim/işlerin yürütülme-izlenme aşamasına geçeceğiz. Bundan emin olabilirsiniz şimdiden. Ne bilimkurgu, ne de ütopya…
Şu ân sanal dünyada bize sunulanla özgürlük, kullanım alanının genişliği, bilgiye erişme kolaylığı; bence, bu âleme iyice alışma/benimseme, hatta tutsak alma/olmak içindir. Ardından da gelecek/getirilecek her şeye, adeta secde edercesine itirazsız kabullenme gelecektir.
Bence, asıl şimdiden buna hazır olmalıyız.
Dokunduğumuz , cüzdanımızda taşıdığımız paranın ortadan kalkacağı; kâğıdını koklayıp sayfa kenarlarına notlar düştüğümüz kitapların artık meraklıları için basılabilecek “antika” bir şey olacağı zamanlar çok uzağımızda değil.
İşte tam bu noktada, daha kitabın girişinde, Atikkan’ın şu sorusu çıkıyordu karşıma:
“Günümüzde bloglar ve internet siteleri dijital evrenin sunduğu özgürlük ortamını doyasıya kullanıyorlar ama bu cümbüş bakalım daha ne kadar devam edecek?”
Şu bir gerçek ki: “İnternet çağı” bizi bambaşka kıyılara taşıdı, bundan böyle de başka dünyalara taşıyacak…
O yerlerin neler/nereler olabileceğini bize anlatıyor Atikkan ve Tunç.
Bugün düşünen, okuyan, yazan, dünyayı iyi kötü izleyip sorgulayan herkesin bu konuya dönüp ilgi göstermesi kaçınılmaz.
Dijital dünyada bloglarla gelen/açılan özgürleşme ortamı bir bakıma ifade özgürlüğüne dair de yeni düşüncelerle buluşturdu bizi. Yazılı/görsel medyanın kendine göre kotalarının duvarları yıkıldı.
Adı nasıl konulursa konulsun “yeni medya” alanının bu mecrası; iletişimden habere, siyasetten bilgiye, ticaretten reklama her bir şeyin gözdesidir bugün.
Yeni medya şirketlerinin çoğalması, bu alanda yayın yapanlara el atmaları, takibe almaları… Gelişip olgunlaşanlara büyük paralar döküp markalaştırmaları dijital dünyanın geleceğine dönük yatırımlardır.
Zeynep Atikkan ve Aslı Tunç, daha kitaplarına tam adım atmamışken, girişte dile getirdikleriyle bunları düşündürttüler bende. Sanırım okumam sürdükçe daha başka şeyler de yazdıracaklardır bana…
Feridun Andaç – edebiyathaber.net (14 Ekim 2014)