Gecenin sessizliğini kapı zilinin sesi bozdu. Fatih yüreği yerinden kopacakmış gibi yataktan fırladı. Yanlışlıkla mı çalınmıştı kapı? Bileğindeki saatine bakacak oldu ama saatini masasının çekmecesine kaldırdığını hatırladı. Yatağından çıktı ve çekmecesindeki saatinin karanlıkta parlayan akrep ve yelkovanından, vaktin gece yarısından sonra dört olduğunu anladı. Herkesin derin uykuda olduğu bu saatte kapıyı çalan münasetsiz de kimdi böyle? Herhalde ay bulutların arkasında kalmış olmalıydı. Pencerede sadece tül perde olmasına rağmen, odanın içi zifiri karanlıktı. Odasındaki açık olan pencereyi biraz daha araladı. Kör attığı adımlarla, ampülün düğmesini bulmaya çalışırken epey çaba harcadı. Parmaklarını her zamanki yerinde olması gereken düğmeye bir türlü denk getiremedi. En sonunda güneş gibi parlayan ampülü gördüğü zaman gözlerini kıstı, evin içlerine doğru ilerleyerek, salondaki florasan lambayı da yaktı. Bir taraftan gözleri odanın içindeki aydınlığa alışırken, diğer yandan aklındaki kötü fikirleri kovmaya çalışıyordu ama düşünmeden de edemiyordu. Eğer dışarıdakiler hırsızsa, ışığı görür görmez, çoktan evde olduğunu anlayıp, şanslarını başka bir yerde denemek üzere yola koyulmuş olmalıydılar. Bu düşünce, onu birazcık rahatlatıyordu. Salonun penceresinden, açık otopark ve evin önünden geçen iki şeritli yol görünüyordu. Perdeyi dikkatlice aralayarak, aşağıya doğru baktı. Artık sadece gecekondu mahallerinde kullanıldığını düşündüğü toros marka arabayı farlarınının şeklinden tanıdı. Tepe ışığı yanan aracın içinde üç kişinin silüetini gördü, şöfor mahali boştu. Adamların yüzlerini seçemiyordu. Yanlışlık olduğunu düşünüp kendini rahatlatmaya çalışırken, kapının zili bir daha çaldı. Zil gecenin sessizliğinde avazı çıktığı kadar bağırıyordu. Bu defa ilkinden daha fazla ürkütmüştü. Evde olduğunu da belli etmişti adamlara. Artık başka çaresi kalmamıştı.Telefon benzeri diyafonuyla cevap vermek için evin cümle kapısına doğru yöneldi. Aklı karışıktı. Binbir türlü görüntü geliyordu gözlerinin önüne. Diyofonun ahizesini alıp, miktofon tuşuna basarak, “Kim O?” diye seslendi. Televizyon yarışmalarında, yanlış yanıt veren yarışmacılar için çıkarılan ses, birden aklını başına getirdi. Diyafondaki mikrofon düğmesi yerine, kapı otomatiğine basmıştı. Böylece apartmanın yarım ton çeken çelik kapısı, gelen yabancının önünde kolayca açılmıştı. Fatih, elinde tuttuğu diyafonun ahizesiyle, bir taraftan yaptığı aptallığa şaşırıyor, bir taraftan da adam yukarı çıkınca ne yapacağını düşünüyordu. Merdivenleri hızlı adımlarla tırmanan adamın ayak sesleri yaklaştıkça, Fatih’inde kalp atışları hızlanıyordu. Kapıya yaklaşıp gözetleme dürbününden bakma cesaretini bulamadı kendisinde. Öylece bekliyordu.
Yabancının merdiveni tırmandığını duyuyordu. Fatih’in kapısını çalmadan yoluna devam etmişti. Fatih apartmanın en üst katında yaşadığı için, adamın çatı arasında tozdan, izolasyon malzemesinden ve kiremitlerden başka bulacağı bir şey yoktu. Çatı kapısı gıcırtıyla açıldı. Ayak sesleri şimdi çatıdan geliyordu. Sesleri duyabilmek için dikkat kesildi. Düzensiz tıkırtılar duyuyordu. Belli ki yabancı, bir şey arıyordu. Fatih, adamların artık hırsız olmadığına kanaat getirdi. Hırsız olsa yine iyiydi. Aklına kötü kötü düşünceler üşüşmeye başladı. Adam, apartmanı ateşe verip kaçmasın, diye geçirdi içinden. Aklından başka düşünceler de geçiyordu ama dillendirmek istemiyordu.
“Ya teröristse bu adamlar. Bizim çatıda silah, keleş, mühimmat saklıyorlarsa.” dedi mırıldanarak.
Polis çağırmak en iyisiydi. Fatih, evin kapısını araladı. Merakına yenik düşerek, çatı arasından gelen sesleri daha iyi dinleyebileceği bir yere, apartmanın koridoruna doğru yürüdü. Evin kapısından bir gıcırtı sesi geldi, Fatih kapıya doğru atıldı ama yetişemedi. Korkunç bir gürültü apartman boşluğunda yankılanmaya başladı. Odasındaki açık pencere nedeniyle oluşan cereyan, evin kapısını Fatih’in yüzüne kapatmıştı. Sesle birlikte çatıdaki tıkırtı da birden durdu. Fatih’in yaptığı aptallıkların sonu gelmemişti bu gece. Adam için apartman kapısını açtığı yetmiyormuş gibi, şimdi de kendisini koridora sıkıştırmıştı. Kapana kısılmıştı işte. Aşağı kaçsa, yabancı adamın arabasındaki ahbaplarına yakalanabilirdi. Yukarıda ise birazdan tanışacağı yabancı vardı. Aşağı tükürsem sakal, yukarı tükürsem bıyık atasözünün manasını kavramıştı o gece. İncecik pijaması, atleti ve ev terliğiyle nereye gidebilirdi? Üst kattaki derme çatma kapının açıldığını duydu. Koridordaki ara ışık söndü. Karanlıkta bir adam yavaş yavaş yanına doğru iniyordu. Tepedeki sensör adamı göremediği için ışık bir türlü yanmıyordu. Adam da Fatih gibi kıpırtısız olmalıydı. Birine yakalandığını mı fark etmişti yoksa? Fatih, bu sıcak yaz gününde, kalakaldığı yerde buz kesmişti. Nefes alacak gücü kendisinde zor buluyordu. Birdenbire koridor ışığı yandı. Burun buruna olduğu adam Kapıcı Haydar Efendi’den başkası değildi.
“Korkmadınız ya?” dedi Haydar Efendi.
“Bu saatte ne işin var, çatıda, Haydar abi!” dedi derin bir nefes aldıktan sonra.
“Apartman yöneticisi, Cevdet Bey aradı. Çatıdan sesler geliyor. Bir gel kontrol et, dedi. Pimpiriklidir, bilirsiniz.”
Haydar Efendi’nin solgun yüzü tıraşsızdı ve bu halini ilk kez görüyordu Fatih.
“Niye polisi aramamış?” dedi Fatih. Kıpkırmızı olmuştu.
“Fareyse, filan, polis aranmaz şimdi, dedi bana.”
Haydar Efendi bir an önce evine, yatağına dönmek istiyordu. Fatih’se uykusunun en derin yerinde uyandırılmasının, korkularının, dahası kapıda kalmasının sorumlu olarak gördüğü Haydar Efendi’yi öyle kolay kolay bırakacağa benzemiyordu.
“Eee. Benim kapımı niye çaldın, peki. Çalsaydın ya, Cevdet Bey’in kapısını!!”
Otomat yine söndü. Haydar Efendi birkaç adım atınca lamba yandı. Adamcağız bezgin bir ses tonuyla açıklama yapıyordu.
“Bilirsiniz, karısı da pimpiriklidir. Çalamadım zillerini. Telaştan, apartmanın anahtarını unutmuşum. Bekar adamsınız. Sizin kapıyı çaldım.”
“Buldun mu bari, fareyi?” diye çıkıştı Fatih.
“Yok, bi şey bulamadım… Çocuklar bekliyor. Sahuru yaptık. Tek koymadılar ki, gideyim.” dedi Haydar Efendi.
Fatih bir şey söyleyemedi. Çıplak ayaklarına bakıyordu.
Haydar Efendi sarsak adımlarla aşağı inerken, Fatih kapıda kaldığını anımsadı. Apartman kapısının sesini duydu. Koridor ışığı yeniden söndü. Çilingir bulsa iyi olacaktı. Koştura koştura Haydar Efendi’nin peşinden gitti.
Mustafa Çöçelli – edebiyathaber.net (8 Şubat 2016)