Geçmişi anlatırken geleceğe seslenmek: “Mevsimler” | İrfan Akalp

Ekim 8, 2014

Geçmişi anlatırken geleceğe seslenmek: “Mevsimler” | İrfan Akalp

tmpimage_1410164723.9737_1İletişim Yayınları tarafından yayımlanan Mevsimler”in kapağını açıp okumaya başladığınızda yanınızdaki cep telefonu size önce garip bir sinyal gönderiyor, sonra ekranında , “Bu telefon on saniye içinde kendini yok ederek eski model lambalı bir radyoya dönüşecektir” yazısı beliriyor. Çünkü kitap, Türkiye’de hayatın televizyondan çok daha önce, radyoyla yaşanıp, saatlerin radyoya göre ayarlandığı günlerde başlıyor. Genel seçimleri Demokrat Partinin kazandığı haberi radyonun akşam ajansıyla duyuruluyor.

Lambalı radyonun göstergesi üzerindeki Varşova, Sofya, Viana, Kahire, Atina, Ankara gibi birçok parazitli istasyon arasından Gün Zileli’nin yalın, akıcı, pürüzsüz sesine kulak veriyorsunuz. İstanbul boğazının yemyeşil sırtlarındaki bir köşkün bahçe kapısından girip, ışıl ışıl yanan salonuna çıkınca filmlerden tanıdığımız o, “Nen var kuzum,” diyen insanlar arasına karışıyorsunuz. Ancak burada şimdiye kadar pek sözü edilmeyen 68 kuşağının önceli olan, klasik müzik dinleyip Türkiye ve dünya edebiyatından, sinemasından, müziğinden haberdar olan devrimci gençliğin, aynı zamanda hızlı ve asi olan ilk bohem temsilcileriyle tanışıyorsunuz. Gençliğini 1950’lerde yaşamış, 1960’ların rüzgârına ulaşamayan bu kuşağın gecikmiş hikayelerinde, umutlarına, yükseliş ve inişlerine, hayal kırıklıklarına, yalnız kalışlarına tanık oluyorsunuz.

Türkiye’nin kırk yıllık siyasi romanını soluk soluğa dinlerken, lambalı radyo, siz farkında olmadan hızla dönüşüp hem cereyan, hem de pille çalışan portatif bir el radyosu olup çıksa da kısa süre sonra modası geçip unutuluveriyor. Giderek kitleselleşen sol harekette teorik ihtiyaçlar pratik ihtiyaçların gerisinde kalırken romanın kahramanı Gediz de kendisini bu girdabın içinde buluveriyor.

Kırkikindi yağmurları, pastırma yazları ve kocakarı soğuklarından sonra cemreler toprak, su ve havaya vakitlice düşerken 12 Mart’ta toprağa vakitsiz düşenlerin öykülerini artık radyo yerine, yeni çıkan tek kanallı, siyah beyaz televizyondan izliyorsunuz. Kumandasız günlerde arananların, yakalananların adları okunurken sesi yükseltmek için oturduğunuz yerden kalkıp televizyona doğru yürümeniz, ekranın sağ yanındaki düğmelere dokunmanız gerekiyor.

Soluk soluğa okuyarak geldiğiniz son bölümde ise artık mevsimin limon sarısından bordoya kadar tüm renklerini çok kanallı renkli televizyondan izliyorsunuz. İnsanların “inanç”larını yitirmesinden daha çok, bizzat inancın kendisinin ortadan kalktığı 12 Eylül sonrasının travmalı yılları. Son olarak duyulan yeni bir sinyalle televizyonunuz on saniye içinde yeniden akıllı telefona dönüşünce ekranda günün tarihi altındaki kronometre yeniden hızla akmaya devam edip gidiyor.

Olayların içinde kırk yıldır yaşayıp gözlerini felaketten kaçırmayan yazar, ülkedeki gibi örgütlerin içinde de demokrasinin nasıl tasfiye edildiğini içerden biri olarak ustalıkla ve detaylarıyla anlatırken aslında gelecekteki boşluğa ve yarınlara sesleniyor. Sözlerini önceden belirlenmiş okur profillerine beğendirmeye çalışmadan “zaman aşımı”na uğramış örgütsel hastalıklara dikkatimizi çekiyor. Bizi sol’un içe doğru çöktüğü kanlı 1 Mayıs meydanına götürdüğünde olup bitenleri nefesimizi tutarak izliyoruz. Çektikleri acıları, yaşadıklarını, bu güne kadar hâlâ konuşmayan, hatta çocuklarına bile anlatmayıp susanları cesaretlendirecek bir roman “Mevsimler”.

İrfan Akalp – edebiyathaber.net (8 Ekim 2014)

Yorum yapın