Geçmişin gölgesinde hayatın döngüsünde | Can Öktemer

Aralık 6, 2018

Geçmişin gölgesinde hayatın döngüsünde | Can Öktemer

Çağdaş dünya edebiyatının en önemli ismi Haruki Murakami‘nin merakla beklenen Kumandanı Öldürmek isimli romanı geçtiğimiz günlerde Türkiyeli okuyucularla buluştu. Kumandanı Öldürmek, yine Doğan Kitap etiketiyle Ali Volkan Erdemir’in titiz çevirisiyle Türkçeleştirilmiş. Murakami oldukça hacimli bir kitapla okuyucu karşısına çıkıyor; roman tam 850 sayfa. Lakin bu hacim sizi korkutmasın, Murakami’nin akıcı üslubuyla romanın nasıl aktığını fark etmiyorsunuz bile. Bununla beraber Murakami, bu romanı iki cilt olarak tasarlamış,  kitabın ikinci cildinin de yakın zamanda raflarda yerini alacağını hatırlatalım.

Kumandanı Öldürmek’te Murakami’nin bilindik dünyasına davet ediliyoruz. Gerçeküstü imgeler, anlaşılması zor metaforlar, resim tarihinden örnekler hikaye boyunca karşımıza çıkıyor. Bununla beraber her Murakami romanında olduğu gibi yine şahane müzikler bizlere eşlik ediyor. Mozart, Strauss ve Bruce Springsteen bu hikayenin fon müziğini oluşturuyor.

Dolayısıyla Murakami romanlarına aşina olanlar için hiç yabancılık çekmeyecekleri bir dünyayla karşılaşacaklar. İlk defa Murakami romanı okuyacaklar için de oldukça büyülü bir dünya kendilerini bekliyor. Bununla beraber, ünlü yazar son romanında geçmişle ve tarihle de detaylı bir şekilde ilgileniyor. II. Dünya Savaşı ve o dönemde yaşanmış katliamlar, trajediler, insan hakları ihlalleri de Kumandanı Öldürmek’te satırlara düşüyor. Murakami, son romanında Japon İmparatorluk Kuvvetleri’nin 1937 yılında Çin’in Nanking şehrinde yapmış olduğu katliama da değiniyor, bu durumda Japonya’da özellikle sağ kanadın ciddi tepkisini çekmiş durumda. Murakami, ise bu tartışmalara yönelik şu açıklamayı yapmış:

 “Tarih, kolektif hafızamızdır. Bu yüzden de tarihi geçmişten bir şey olarak unutmak ya da yeniden yazmaya kalkmak vahim bir hata olur. Tarihimizi, hepimizin bir sorumluluk hissiyle miras alması gerektiğine inanıyorum.”

Nanking Katliamı haricinde, Nazi Almanya’sının Avusturya işgali ve işgal sırasında yaşananlar da satırlara düşmüş durumda. Murakami, tarihi meseleleri gizemli bir ressamın hayatıyla arasında bir bağ kuruyor. Bu gizemli bağ, tüm karakterlerin hayatını etkileyecek türden bir bağ olduğunu da belirtmek gerek. Bununla beraber Murakami yakın tarihle de ilgileniyor. Romanda 2011 yılında Japonya’da yaşanan deprem ve ardından gelen tsunami faciası da yer alıyor. Özetle Murakami’nin romandaki karakterlerinin hayat yolculuklarında aldıkları yaralarla, insanlığın yakın ve uzak tarihte yaşanmış savaş ve doğa felaketleri gibi yaralar bir şekilde örtüşüyor. Kumandanı Öldürmek’te hayat hikayelerini dinlediğimiz karakterlerin de tipik Murakami karakterleri olduğunu vurgulamak gerek bu noktada.

Küçük nedenler büyük sonuçlar 

Kumandanı Öldürmek’te bize roman boyunca ismini bahşetmeyen 36 yaşındaki bir ressamın hikayesini dinliyoruz. İsimsiz ressamımız, tipik bir Murakami karakteri; yalnız, hatta yalnızlığını gururla taşıyan, akıllı telefon kullanmayan, izole bir yaşamı benimseyen, evinde yemek yapmayı seven, rafine bir müzik anlayışına sahip bir karakter. Karakterimiz, hayatı boyunca portre resimleri yaparak geçimini sağlamış. Ekonomik sebepler ve içerisine düşmüş olduğu rutin sebebiyle kendi resim sanatını ve tarzını oluşturamamış. 6 yıldır beraber olduğu eşi Yuzo, rüyasında görmüş olduğu kötü bir olay yüzünden kendisinden ayrılma kararı almıştır. Yuzo, ressamımıza küçük yaşta kaybettiği kız kardeşini hatırlatmaktadır. Dolayısıyla onunla kurduğu bağ çok derinde ve sağlamdır. Yuzo, ayrılık nedenine dair tam bir açıklama yapmaktan kaçınmıştır üstelik. Ressamımız ayrılık sonrası, önce uzaklara gitme kararı alır. Arabasıyla uzun yolculuklar yapar; nedenini bilemediği bir şekilde Yuzo’dan ayrılmak ressama ağır gelmiştir. Lakin tüm bu yaşananlara rağmen Yuzo’yla kurduğu bağı sıcak tutmaya çalışır.

Bir süre sonra da yakın arkadaşının ressam babası Tomohki Amada’nın evine taşınma kararı alır. Tomohiko Amada, uzun yıllar bu evde kalmış birçok başyapıtı eserini burada tamamlamıştır; lakin kendisi bir süredir rahatsızlığı sebebiyle bakım evinde kalmaktadır. Ressamımız, Tomohiko Amada’dan kalan bu uzak dağ evinde yaşadığı ayrılık acısını ve içine düştüğü sıkışmışlıktan kurtulmayı planlamaktadır. Bir süre bu sessiz dağ evinde, Amada’nın klasik müzik plaklarını dinler. Yağmuru seyreder, ağaç yapraklarının rüzgardan sallanışını, kuşların uçuşunu izler… Yalnız kalmak ona iyi gelmiştir. Sık sık geçmişi, Yuzo’yu ve kız kardeşini düşünür. Kendisini ve hayatını yeniden göz geçirir.

Ressamın hayatını derinden etkileyecek olaylar zinciri ise gizemli komşusu Manşuki’yle tanıştıktan sonra başlar bir anlamda.  Manşuki, ressamımızdan kendi portresini yaptırmasını talep eder. Ressamımız, önce bu teklife karşı çıksa da bir süre bu teklifi kabul eder. Manşuki, oldukça gizemli birisidir, varlıktır; ruhunda sakladığı önemli bir sır vardır. Bir nevi Muhteşem Gatsby’nin modern halidir. Yaşadığı lüks villanın karşısında yer alan Akikava ailesinin küçük kızları Marie’nin kendi kızı olduğunu düşünmektedir. Her gün çaresizce terasından onların evini ve yaşantısını gözetler; lakin Marie’nin kendi kızı olup olmadığının gerçeğiyle yüzleşmek istemez. Bunun için de hiç bir girişimde bulunmaz çünkü bazen “bilmemek ve hayal etmek daha iyidir.”

Tüm bunlar olurken, kahramanımız, Tomohiko Amada’nın daha önce kimsenin görmediği ve bilmediğini düşündüğü bir resmini bulur. Resmin adı Kumandanı Öldürmek’tir.  Resim, Mozart’ın ünlü Don Giovanni operasının Japon kültürüyle yeniden yorumlanmış halidir. Resimde tasvir edilen kumandanın ölümü ve Tomohiko Amada’nın hayatının bir yerinde gizli kalmış bir bağ vardır. Manşuki’yle tanışma, Kumandanı Öldürmek tablosunun bulunması neticesinde olaylar arasında bir takım kozmik neden-sonuçlar etkileşime girerken, ressamımız bir gece evinin yakınlarında bir çan sesi duyar. Önce yanlışlıkla bu sesi duyduğunu sanar, lakin çan sesi her gece kendini tekrar eder. Manşuki’den yardım ister, birlikte çan sesinin olduğu eski Budist tapınağına gidip çan sesinin geldiği çukuru kazarlar. Çukurun içerisinde hiç bir şey yoktur, sadece eski bir çan vardır. Çanı her gece çalan ise kayıptır. Açılan çukur, karakterlerimizin hayatını tamamen değiştirecek bir zincirin başlangıcı olur.  Karakterlerimiz, özellikle de ressamımız çukur sayesinde bir süre sonra kendisini Alice Harikalar Diyarı’ndaki delikten düşmüşçesine fantastik bir evrenin içerisinde bulacaktır mesela. Gözle görülmeyen küçük detaylar bazen büyük olayların başlangıcı olabilir zaten. “Gündelik hayatın kesintisiz akışı içinde son derece normal bir olay, son derece normal bir şekilde gerçekleşmiş gibi görünür insana. Ya da insan mantığının aldığı bir şey değildir bu. Ne var ki zaman geçtikçe anlar, fark eder bir mantığı olduğunu.”

Hayatın döngüsü ve içsel bir yolculuk 

Kumandanı Öldürmek, içsel bir yolculuğu anlatıyor. Kendimizle, acılarımızla ya da hayatın içerisinde sıkışıp kalmışlığımızla yüzleşmek ve bu sıkıntıları aşabilmek için çıkılan yolu anlatıyor kitap. Bu sebepten ötürü çukur, karanlık önemli bir imge olarak yer alıyor romanda. Çukurun içinde kalmak, kendinle hayatınla yüzleşmek, hayatınla barışmak ve sıkışmışlığın içinden çıkabilmek için orada kalmak gerekebilir bazen. Murakami, kişisel hikayemizde aydınlığa ve huzura varabilmek için bazen en karanlık yoldan gitmek gerektiğini çünkü ancak o yolun sonunda ışığı görebileceğimizden bahsediyor son romanında. Romanda aynı zamanda örtük bir tür zen öğretisi de var. Anlam derinlerde bir yerde onu görmek lazım diyor Murakami (çoğu zaman boş bir sayfa sanıldığından çok daha fazla anlam taşıyabilir) Her şeyin bir başlangıcı ve sonu vardır. Kişisel yolculuğunda başlanılan yere mutlaka dönersin ama yeni bir kişi olarak. Yarıda kalan hikayelerin ve hayatın çemberi ancak böyle tamamlanır zaten. Tesadüflere, zaman zaman gözle görülmeyecek küçük neden-sonuçların bizim hayatımıza olan etkilerine ve yaşamın fısıldadığı ufak işaretlere de dikkat kesilmek lazım; hayatın anlamı oralarda bir yerlerde olabiliyor diyor Murakami özetle.

Bazen hayatta yaşadığımız kötü olayların, felaketleri, acıların neden bizi bulduğunu sorgularız; bu sorgular esnasında çoğu zaman nedenleri kestiremeyiz ama yaraların kapanabilmesi için çaba sarf edip yeni bir başlangıç yapabiliriz. Ulus Baker bir keresinde “anlamak hayatla kurduğumuz ilişkilerden sadece biridir, her şeyi anlamak zorunda değiliz” demişti. Hayatta böyle bir şey zaten… Kumandanı Öldürmek biraz bu halet-i ruhiyeyi anlatıyor.

edebiyathaber.net (6 Aralık 2018)

Yorum yapın