Geleceğe taşınan anneler | Havanur Taflan

Temmuz 22, 2024

Geleceğe taşınan anneler | Havanur Taflan

Olaylar tarafından yönlendirilmiş bir hayatın oyuncularıyız hepimiz. Yaşadığımız şeyi yaşadığımız anda kavramada yetersiz… Bunun nedeni Annie Ernaux’a göre; yaşadıklarımızın yaşadığımız anda anlamdan yoksun olmasıdır. Yaşanan şeylerin yaşandıkları andaki gerçekliği ile yaşanmış olanın yıllar sonra büründüğü tuhaf gerçek dışılık… İçten içe baskın bir hakikati gün yüzüne çıkarma isteğiyle kıvranırız bir taraftan da…  Dünyayla kurduğumuz tüm ilişkiler üzerinde ahtapot gibi sarmış olan bu hakikat… Yaşamdaki mücadelelerimiz sırasında zaman zaman unutsak da… Geçmişin karanlık mağarasında pusuda bekler bizi…  Bir acının, yalnızlığın ya da pişmanlığın girdabında hatırlatır kendini…

Yaş aldıkça… İçimize daha çok kök salma isteği duyarız. Kaçırdıklarımız pişmanlıklarımız… Geçmişte kalan belleğin derinliklerine tüm ittiklerimiz… En çok da aile ile ilgili travmalarımız… Onların penceresinden bakma zamanıdır şimdi… “Benim dışımda var olan Normandiya’daki küçük bir kasabanın kırsalında doğan Paris bölgesinde bir hastanede ölen gerçek kadına ulaşmak istiyordum.” der Bir Kadın kitabında Ernaux. Annesinin kaderiyle hesaplaşır kaybedilene yeniden kavuşma arzusuyla… Aile ile toplumsalın, mit ile tarihin kesiştiği o noktada… “Annem hakkında yazıyorum çünkü onu dünyaya getirme sırası bende.” Edebiyatın biraz gerisinde kalarak yazdığını söylese de Ernaux yazma eyleminin amacını sorgular. “Yazmak herhangi bir psikolojik sosyolojik açıklamaya indirgenemeyecek ve önyargılı bir fikrin ya da kanıtlamanın değil, bir anlatının sonucu olan şeyler, hatta tek bir şeyin gün yüzüne çıkarmak değilse nedir?

Bireysel belleğinin karanlığından tüm o çıkardıklarını nesnel bir yaklaşım biçimiyle aktarmaya çalışırken… Dünyanın her yerinde benzer hikâyelerin yaşandığını göstermek ister. Hikâye anlatmak geçmişe mahsus mudur? Bugünün de hikâyesi yok mudur? Toplumsal ve sınıfsal değimin izlerini geleceğe taşır anlatısında bu yüzden… Yaşanılanlarla birikmiş tepkinin izleklerini… Yıllar boyunca hep geri dönüşlerden ibaret bir ilişkinin gelgitlerini… “Yazarken kimi zaman iyi anneyi kimi zaman da kötüyü görüyorum. Çocukluğumun en ücra köşelerindeki zıtlıklardan kurtulmak.“ Söylenmemiş sözcüklerin olduğu kadar söylenen acı sözcüklerin de dışavurumudur anlattıkları. Yazdıkça da… Tüm bunların ağırlığından kurtulur. Hafiflemiş hisseder kendini. Annesiyle arasındaki bağ eskisinden daha güçlüdür artık.

“Arkamda benden sonra gelecek bir kuşak bırakma kaygısı duymadan yaşıyorum ileride anıt olarak kalmaya bir istek yok. Ama anneciğim için böyle olmasına katlamam. Belki de yazı yazmamış olmasından ve anısının bana bağlı olmasındandır.” diyen Barthes’in dediği gibi herkesin keder ritmi farklıdır. Ama… Ernaux’un istediği de budur. Onun fiziksel olarak yok olan bedeninden ruhunu çıkararak. Geldiği dünyayla arasında kalan bu son bağı… Tarihin bir parçası yapmak.    

Bir Kadının Kavgaları ve Dönüşümleri adını verdiği kitabında annesiyle olan bağını sorgular Edouard Louıs’de. Ona duyduğu öfkeyi, utancı, uzaklığı, yaşadıkları yoksulluğu, eril şiddeti, sınıfsal sorunları… Yirmili yaşlardaki fotoğraftaki kadına bakarken… ~Bu fotoğrafa bakarken dili yitirdiğimi hissettim. Onu evde mutsuz görmeye o kadar alışmıştım ki yüzündeki mutluluk bana derhal ifşa edilmesi gereken bir sahtekârlık, bir ayıp, bir yalan gibi görünüyordu.”

Kafasındaki hayalle gerçeğin uyuşmadığı bir yaşamın içinde mutsuz bir kadındır onun annesi. Parasız beş çocuklu evine hapsedilmiş bir yaşam… ‘Onun için tüm kapılar kilitliydi’ der Louıs. Dünyadaki birçok kadın gibi… Hayata hep geriden başlayanlar gibi… “Tuhaf sahiden, ikimiz de tarihin kaybedenleri olarak başlamıştık bu hayata, o bir kadın, bense asi, canavar bir çocuk.”

‘Hikâyenin kaybedenleri neden hep kayıplarını sırtlarında taşımak zorunda kalıyorlar?’

Onun anlatısı bir özgürleşme hikâyesidir bir taraftan da. Düşlerini gerçekleştirememiş, hayatını kazalar silsilesi olarak yaşamış, zamanda yolculuk yapamamış bir kadının… Her gün tekrarlanan tek tip bir gün gibi yaşanmış bir yaşamın… “Onu bütünüyle özgür, tüm bedeniyle geleceğe doğru yol alırken görmek, aklıma babamla paylaştığı yılları, maruz kaldığı aşağılamaları, yoksulluğu, yirmi beşle kırk beş yaşları arasında, başka kadınlar hayatı, özgürlüğü, yolculuğu, kendini tanımayı tecrübe ederken, eril şiddet ve sefalet tarafından yaşamından koparılmış, neredeyse yok edilmiş yirmi yılı getirdi.”  

Edebiyat adının verdikleri şeyin onunki gibi yaşamlara karşı inşa edildiğin söyler Louıs. Onun yaşamına dair yazmak… Edebiyata karşı yazmaktır bu yüzden… Değişimin değil mutluluğun ne demek olduğunu sorgular. Annesinin yaşamını dönüştüren şeyin bununla bağlantısı olduğunu düşünür çünkü. Yıllar sonra babasından ayrılıp kendine yeni bir hayat kurduğunda düzelir aralarındaki ilişki. “Yakınlaşmamız yalnızca onun geleceğini değiştirmedi, geçmişimizi de dönüştürdü.”

İnsanın yaşamını neden anlatıya dönüştürür ki? Kendi varlığına tahammül edebilme yolu mudur bu? Yazıyla geri dönen tüm o anımsananlar… Birer birer yüzeye çıkmaya başladıkça… Eksikliğin yerini doldurdukça… Sevgi kırıntıları dünyayı aydınlatır. Tıpkı Ernaux’un dediği gibi… Anlatıyla açılan kırışıklıkların arasından ortaya çıkanlar yaşadıklarımızı anlamamızı kolaylaştırır çünkü.

Ne olduğumuz ne olacağımız geçmişle bağlantılı hep. O yüzden geçmişin karanlığını aydınlatmak… Kaderin düğümlerinden kurtulmak. Hiç olmazsa gevşetmek gerek o kötücül olanları…

Bizi bu dünyaya taşıyan bedene duyduğumuz özlem… Onunla kurduğumuz bağ… Dünyayla aramızdaki zincirin halkası… Tüm onları yazıya döktüren özlenen anlar…  Geçmişte duyulan öfkenin anlaşılmamanın huzursuzluğu… Bitmek bilmeyen bekleyişin o sancıları. Annenin doğum sancılarının kefaretini ödeme isteği…

Annelerini geleceğe taşımak için yazan tüm o yazarlar… Dile getiremediklerini duymak istediklerini… Anlatının içine hapsederler. Raymond Carver’ın Kutular adlı öyküsündeki kahramanı gibi… Söylenmemiş sözcüklerin mahcubiyetini taşırlar birazda. “Söylemek istediğimi düşünmeye fırsat kalmadan dökülüyor dudaklarımdan bu kelime. ‘Canım’ diyorum. ‘Canım korkmamaya çalış.’ Anneme onu sevdiğimi ve ona mektup yazacağımı söylüyorum, evet. Sonra hoşça kal deyip telefonu kapatıyorum.”

Ya bizim hatıralarımızın çalılıklarındaki saklı çocuk… Bir türlü büyüyemeyen… İyi ve kötünün zıtlıklarından iyiyi ortaya çıkarıp ‘sadece canım’ diyebilmeyi başarabilecek midir?

”Zavallı çocuk, hayat tuhaf, hayat sürgün hepimiz gibi kaybolmuş.”

Thomas Wolfe

Ya çocuklarını geleceğe taşımaya çalışan… ‘Biz biliyoruz ki susmak kaybedenleri cesaretlendiren politik bir tercihtir, susmayacağız.’ diyen cumartesi anneleri… Biz onları geleceğe taşıyabilecek bir anlatıyı yazabilecek miyiz? Tarih yazımını zalimlerin elinden alarak…

Kaynak:

Edouard Loouıs, Bir Kadının Kavgaları Ve Dönüşümleri, Çev. Ayberk Erkay, Can Yayınları

Annie Ernaux, Bir Kadın, Çev. Yaşar Avunç, Can Yayınları

edebiyathaber.net (22 Temmuz 2024)

Yorum yapın