Özellikle geçmişin acı veren ve yüzleşilemeyen gerçeklerine dayanan metinlerin bir şekilde geçmişin belleğiyle hesaplaşmaya vesile olabileceğini düşünüyorum. Edebiyat metinleri neyse ki sınırı çok kesin olmayan anlatılar barındırdığı için çoğul duygu durumlarına sokabiliyor okuru. Bu oldukça önemli çünkü bir şekilde yaşanmışlık hissini geçiren metinler yüzleşilemeyen, üzerinde düşünülmeyen, politik ön kabullerle hareket ederek görmezden gelinen konuları bıraktığı duygusal etkilenme sayesinde konuşulabilir kılıyor. Bu açıdan önemli olduğunu düşündüğüm bir kitap Maral Boyadjian’ın “Gelincikler Açarken” adlı romanı. Kitap Aras Yayıncılık tarafından, Melisa Arslanyan çevirisi ile basıldı.
Maral Boyadjian’ın “Gelincikler Açarken” adlı metni Sasun’un Salor köyünde Anno ve Doran adlı iki gencin aşk hikâyesi üzerine kurgulanmış. Kendi hâlinde gündelik yaşamını sürdürüp giden köylülerin geçim biçimleri, yaşam şekilleri, gelenekleri, ritülleri ve köyün doğası yazarın ayrıntılı anlatımıyla betimlenmiş. Sanırım bu kitabın en önemli özelliklerinden çünkü böylece Ermeni köylülerin yaşamına dair de epey şey öğreniyorsunuz. Yemekler, doğa ile ilişki, düğünler sırasında uygulanan âdetler, dini pratikler gibi kültürel yaşam ögeleri epey yer ediyor anlatıda. Böylece Boyadjian’ın kitabı bir roman olmanın ötesinde etnografik bir metin okuyormuşsunuz hissi bırakıyor.
Ancak “Gelincikler Açarken” Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’na girmesiyle başlayan Ermenilerin yıkım döneminde geçiyor. Böylece kitabın tarihsel olarak oturduğu bağlam anlatıyı bir aşk romanı olmanın dışına çıkarıyor. Köye gelen katliam haberleri, Kürt aşiretlerinin tavrı, dönemin Ermeni fedailerinin yaşadıkları sıkıntılar ve tüm bunların yol açtığı korku köylülerin gündelik yaşamına hâkim olmaya başlıyor. Boyadjian’ın anlatısını etkileyici kılan yanlardan birisi de bu. Yazar anlatısında yavaş yavaş yaklaşan tehlike hissini okura da geçiriyor. Çünkü bir şekilde bağ kurduğunuz karakterlerin başına ne geleceğini merak ederken, bir taraftan aslında ne olacağını biraz tahmin ediyorsunuz ve garip bir çaresizlik duyuyorsunuz. Çünkü 1915’te yaşanan katliamlarla yüzleşebilmişseniz, o günlerin belleğini taşıyan Boyadjian’ın “Gelincikler Açarken” kitabını okurken, bu coğrafyada yaşanan onca katliamı çağırıyor hâfızanız. Ve hâlâ yüzleşilemeyen, hesaplaşılamayan birçok acının yükünü omuzlarınızda tekrar tekrar duyuyorsunuz. Zaten bana kalırsa başta da bahsetmeye çalıştığımız gibi bir şekilde tarihin karanlık kuyusuna atılmaya çalışılan o geçmiş bu tarz edebiyat metinleriyle canlı kalıyor ve edebiyatın önemli işlevlerinden birisini yerine getiriyor. Yani tarihin geçmişte kalan sayılara hapsedilmiş bir kronoloji veya ölümün sadece sayılarla ifade edilmiş bir veri olmadığını bir kere daha fark ediyorsunuz. Çünkü bu metinler bize ölüp gittiklerini düşündüğümüz, kâğıtta sayı ile ifade edilen insanların gerçekliğini getiriyor. Ȃşık olanın, acıkanın, doğayı sevenin, kavga edenin, hayalleri olanın, yani sayı olmayanın yaşayan yanını.
Boyadjian’ın hem karakterlerin duygusal durum tasviri hem de köy yaşamı tasviri etkileyici gerçekten. Bir yandan aileler arasındaki bazı yanlış anlaşmalar nedeniyle kavuşamayan iki gencin kederini duyarken, diğer yandan yaklaşan sona dair hissedilen kaygıya tanıklık ediyorsunuz. Kitapta anlatılan köy diğer Ermeni köylerine göre daha kapalı ve korunaklı betimlenmiş. Kışın tandır başında geçen sert kışlar, kar, sis; baharda, açan sümbüller, gelincikler, koyunlar, kuzular ve tüm bunlara bakarak tüm kaygılarına rağmen kendilerini vatanlarında hisseden köylüler. Anlatı rutin bir yaşam süren, yaşamdan beklentileri biraz huzur ve iyi bir hasat olan insanların trajik sonuna tanıklık ettiriyor ve elbette bu tanıklığın doğurduğu sorulara takılmadan edemiyorsunuz.
1915 yılı geliyor hamile kadınlar, anneler, babalar, dedeler köylerine yaklaşan kötü sonu artık daha çok hissediyorlar. Yakılan yıkılan köyler, tecavüze uğrayan kadınlar, işkencelerle katledilen insanlara dair haberler ulaştıkça ulaşıyor. Erkekler başka köylere yardım için ayrılıyorlar vatan bildikleri topraklardan, çoğu geri dönmüyor. Ve en sonunda çeteler Salor köyüne de ulaşıyorlar ve köy yakılıp, yıkılıyor. Derdiyle dertlendiğiniz karakterlerin katledilişine tanık oluyorsunuz. Okurken gerçek olmamasını dilediğiniz olayların, yazarın notunda bazı gerçek öykülere dayandırdığını öğrenince de tanıklığın önemini tekrar kavrıyorsunuz. Çünkü yaşam dediğimiz şeyin bizde açtığı onca bellek yarığının bir anlamı var. Tanıklık yükü ağır ama önemli geçmişin resmi tarih sayfalarına hapsedilmesine engel olmanın, yaşananlara seyirci olmadığını, içerisinde olduğunu göstermenin bir yolunu sunuyor, çaresizlik hissini biraz olsun hafifletiyor, anlama çabanızı güçlendiriyor. Boyadjian’ın metninin bana düşündürdüklerinden ve hatırlattıklarından birisi de bu.
“Gelincikler Açarken” kesif bir roman. Oturduğu tarihsel bağlam, kitabın içerisindeki bazı hikâyelerin gerçeğe yaslanması bellekle olan bağını kuvvetlendiriyor. Söylediğimiz gibi yaşam geçip gidiyor gibi hissetsek bile bellek izi kalıyor. Geçmişte bırakmak diye bir durum yok çünkü şimdi, geçip gittiğini düşündüğümüz zamana dayanıyor. Zamanın ileriye doğru gittiğini geçmişin geride kaldığını bize söyleyip dursalar da eğer yaşanmış olan ile yüzleşmekten kaçarsak sadece bir yalanın içerisinde yaşamış oluyoruz. Umarım, Boyadjian’ın bu metni yüzleşme sebeplerinden birisi olur.
Emek Erez – edebiyathaber.net (8 Eylül 2017)