İnsan ilk gençliğinin izlerini sürmeye karar versin bir kez, kendini eski tozlu sandıkların içinden çıkmış gibi görünen bir klasiğin sayfalarında kaybedebilir. Adsız Köşk diğer adıyla Koca Meaulnes (Le Grand Meaulnes), Alain Fournier’nin tek romanı. 20. yüzyılın önemli bir Fransız klasiği. Fransa’da ders programı parçası ve genç yetişkin edebiyatının nitelikli örneği olarak anılıyor. Bu isimsiz köşke yıllar sonra kendimce isim koyabilmek arzusu ile geçmişe bir yolculuk yaptım. Her şey, Julian Barnes’ın Guardian’a kitapla ilgili yıllar önce yazdığı bir makalesine rastlamam ile başladı. Kendi eğitim müfredatımın da parçası olan Koca Meaulnes’u orijinal dilinden tekrar okudum. Hâlâ cümle ve betimlemeleriyle şiirseldi. Ama artık ben 15 yaşında değildim. Roman, gençlik duygularının, hülyalı aşkların, serüven tutkusu ve dostluğun romantik platformunda başlayıp, hayallerin ve beklentilerin tüketildiği gerçeğine dönüşen bir anlatıdır. Adsız Köşk’ün satırlarında “Ben de gençliğimizin bittiğini ve mutluluğu bulma konusunda başarısız olduğumuzu düşündüm” ifadesi yer alır. Mutluluk, peşinde koşulan ve bulunca hemen kaybedilen bir duygu, bir varoluş hali midir? Bazen de başka bir duygunun, sorumluluğun ya da verdiğimiz bir sözün peşinden gitmeyi seçtiğimiz için, kavuştuğumuzu sandığımız duyguyu yitiririz.
Adsız Köşk, ürkek, içine kapanık, melankolik, 15 yaşındaki genç François Seurel’in gözünden anlatılır. 17 yaşındaki gizemli karizmatik Meaulnes’un taşradaki okula gelişi François’nın sakin hayatını temelinden sarsar. Meaulnes, kendi deyimiyle onun için yeni bir hayatın başlangıcıdır. Aslında koca Meaulnes’un hikâyesi bir peri masalının sonrasında neler olabileceğine dair gerçekçi bir göndermedir. Romanın bir kısmı gençliğin büyüsünü, her serüvenin ve arayışın mümkün olabildiği dönemi anlatır. Köşkte bir kıyafet partisine katılan Meaulnes, orada sadece özgürlüğe değil, hayatının aşkına da rastlar ve değişir. Yetişkinliğe geçiş yaparken çocuk ruhuyla saf ve masum kalmanın mümkün olup olmadığı sorusu akla gelir.
Scott Fitzgerald’ın bu eseri okuduğuna ve Muhteşem Gatsby’inin de, Adsız Köşk’ten esinler taşıdığına inanılır. Gatsby’deki ev ve parti sembollerinin, hatta kitabın isminde bile bu etkilenmeyi farkedebiliriz.
Romandaki mekân, gençlik yıllarının coşkusuna, serüvene, romantizme ve aşka ait bir metafordur. Ev kavramı aynı zamanda aidiyetimiz, köklerimiz ve özlediğimiz geçmişe gönderme yapan bir sembol olarak değerlendirilebilir. Acaba bu eser, Salinger’in Çavdar Tarlasında Çocuklar’ına da esin rüzgârı olmuş mudur diye kendimize sormadan edemeyiz. Atsız Köşk, geçmişe ait anıların, hayal kırıklığı ile sonuçlanan deneyimlerin, kahramanın kaybolup, geri dönerek erginliğe kavuştuğu, hayali bir dünyanın öyküsüdür. Kitapta, bir başka ünlü Fransız Yazar Marcel Proust’dan da izlere rastlarız. Hatta bir bölüm “Kayıp Patikanın Peşinde” adını taşır. Proust da, Kayıp Zamanın Peşinde’sini aynı dönemlerde kaleme almıştır. Her iki eserde de geçmiş anılara, mekânlara özlem, sembollerle dile gelir. Ev sembolü bana Dickens’in Büyük Umutları’nda, çocukluğundan beri hayran olduğu Estella ile evlenme hayalleri kuran Pip’in, Bayan Havisham’ın malikânesinde genç kızı ilk görüşünü ve orada onunla geçirdiği zamanları da anımsatır.
Meaulnes, Köşk’ün sahibi Frantz’ın kayıp nişanlısını bulmak için, kendi mutluluğundan fedakarlık eder ve Yvonne’u François’ya emanet edip, Valentine’i aramaya gider. Meaulnes’ün kafasında iki Yvonne vardır: Biri gerçek olan, diğeri ise hayallerini süsleyen ideal dünyadaki genç kız. Yvonne karakteri aslında, Fournier’nin rastlayıp aşık olduğu ama evlenemediği Yvonne de Quiévrecourt’den esinlenmedir. Bir bakış açısıyla Adsız Köşk, ergenliğe geçiş ritüelidir. Yollar, patikalar, kayboluşlar, geri dönüşler, maskeler, hep bu inisiasyonun sembolleri olmaya adaydırlar.
Ana kahraman Meaulnes, değişim, dönüşüm ve olgunlaşma döngüsünü tamamlayıp erginleşip eve geri döner ama artık çok şey değişmiştir. Bu değişimlerde onun da kendini sorumlu hissedişlerini farkederiz. Romanda ifade edildiği gibi “Belki öldüğümüzde sadece ölüm bize bu özlenen serüvenin anahtarını, devamını ve sonunu verecektir”
Son satırlarda François, Meaulnes’nü, kızını ceketine sarıp yeni serüvenlere taşırken hayal eder.
Alain Fournier, Birinci Dünya Savaşı’nın başında, roman yayınlandıktan bir yıl sonra savaş alanında hayatını kaybeden umut veren edebi kişiliklerden biriydi.
Ancak 1991’de bir grup arkeolog, Fournier ve diğer askerlerin o güne kadar bulunamayan mezarlarını ortaya çıkarabildi. Adsız Köşk onun tek romanı olarak kaldı.
Sanırım, günümüzde az sayıda yayınlanan edebi nitelikli gençlik romanlarına özlemimiz bizi bu tip klasik eserlere geri götürüyor.
edebiyathaber.net (9 Mayıs 2019)