“Bu dünyayı düşünmek sanki özgürlüğün çağrısı gibiydi.” Albert Einstein, bu dünyaya ilişkin sırrı, düzeni, sistemi keşfetmeye tutkun idi. Bir kısım çağdaşlarının, meslektaşlarının aksine o, dünyanın yaratıcısı tarafından muazzam bir düzen içinde yaratıldığına inanıyordu. Bu inancını çağdaşı Max Born’a şu şekilde ifade etmiştir: “… Sen zar atan Tanrıya inanıyorsun bense çılgınca çaba harcayarak düşünce yoluyla anlamaya çalıştığım kusursuz bir yasa ve düzene sahip nesnel bir dünyaya.” Nitekim A. Douglas Stone, bu eserle Albert Einstein’ın biyografisinden ziyade, kendisinin “kuantum teorisi” çalışmalarının, çoğu faal fizikçi de dâhil olmak üzere, insanlar tarafından bilinmeyen yönlerini etraflıca ele alıp bir bütün hâlinde genel okura ulaştırmayı hedeflemiştir.
Yale Üniversitesi’nde fizik profesörü olarak görev yapmakta olan A. Douglas Stone’un, kuantum teorisinin gelişim sürecini incelikli bir şekilde ele alırken üslubunun hantallaşmadığı belirtmek gerek. Bu önemlidir; çünkü yukarıda da belirttiğim üzere, bu eserle genel okur kitlesi hedeflenmiştir. Bununla beraber, ifade etmek gerekir ki sadece belli bir alanın mensuplarına yazılmamış olmasına karşın, eserin tam anlamıyla idrak edilebilmesi için fizik bilgisine sahip olmak, en azından asgari seviyede, lüzumdur, şarttır. Eğer böyle bir temel bilgiye sahip değilseniz, teorileri gündelik hayatla ilişkilendirerek verilen örnekler sayesinde kısmen anlayabilmeniz mümkündür. Aynı zamanda, başta Albert Einstein olmak üzere, Max Planck, Hendrick Antoon Lorentz, Walther Nernst, Erwin Schrödinger vb. fizikçilerin, kısaca değinilen hayatları ve kişilikleriyle eser, ağızlarda hoş bir tat bırakacaktır.
Kuantum teorisinin temelini oluşturan, neredeyse bütün devrimci fikirleri ortaya atan ve bu fikirlerin ne anlam ifade ettiğini ilk gören Einstein’ın fizik camiasındaki yerini alması güç olmuştur. Bunun sebebi de kendisidir üstelik. Bilimi derinlemesine kavrayan Einstein, işlek zekâsıyla akranları için etkileyici ve karizmatik olsa da zaman zaman kibre kaçan nüktedanlığı ve başına buyruk davranışlarıyla profesörler üzerinde zayıf bir etki bırakmıştır. Hatta Heinrich Weber vasıtasıyla okula kabul edildiği hâlde, hocası, Einstein için gelecekte meşakkate dönüşecektir. Yıllar süren tüm zorluklara rağmen, “Küstah Suabiyalı” olarak addedilen Einstein, fiziğe ve doğa bilimlerine duyduğu tutkudan vazgeçmeyecek ve yıllar sonra fizik camiasındaki yerini, Walther Nernst’in de desteğiyle, alacaktır.
Kariyeri boyunca izafiyet teorisinden çok kuantum teorisinin problemlerini çözmeye uğraşan Einstein, 1922’de Nobel Ödülü almış olmasına karşın, fizik camiası o dönemde onun kuramlarına hazır değildir. Bu sebeple çağdaşları tarafından dâhi olarak görülse de kimi zaman kuantum teorisiyle bir başına kalmıştır. Öğretmenlerine karşı sergilediği davranışların aksine öğrencilerine karşı mütevazı ve yardımsever olan Einstein, kendisinden genç meslektaşlarına da her zaman yardımcı olmuştur: Satyendra Nath Bose, Louis de Broglie ve Erwin Schrödinger bunlardan sadece birkaçıdır. Onun ayrıntılardaki açıkları, hataları yakalayabilen yüksek sezgisinin ve dikkatinin, hiç şüphe yok, ileri sürülen kuramların, teorilerin anlaşılmasında ve geliştirilmesinde büyük katkısı vardır.
Peki, neden Albert Einstein? Bugün, fizikle yakından dahi ilgilenmeyen birçok kişi tarafından, en az onun kadar nitelikli bir başka bilim insanı değil de neden Albert Einstein tanınmaktadır? Neden bu kadar önemlidir? Benim bir okur olarak verebilecek tek cevabım var: Adanmışlık. Deha olmasının yanı sıra, yıllar süren bu çalışmalar çok daha büyük bir vasfa sahip olmayı, “sabırlı olmayı” gerektirir. O, “Tanrı zar atmaz,” diyerek peşine düştüğü bu sırrın yolunda kimi zaman yalpalasa da tutkusundan hiç vazgeçmedi. Belki de Max Planck’ın dediği gibi, belki ona da hayatta yapılabilecek en yüce uğraş olarak gözükmüştür.
Kader Gül – edebiyathaber.net (12 Şubat 2018)