“Kötülük bu kadar çekici olabilir mi ki?”
Elbette ki kitap bu cümleyle başlamıyor. Başlamasını isterdim -ayrı mesele- fakat bu cümleye takılıp kalan ve yazdıklarımı bu soruya cevap bulma ümidiyle okumaya devam edecekler, okumaya devam etsinler.
Sanırım bu kısımdan sonra daha açık sözlü olabilirim. Hani zaman değişiyor, gittikçe kötüleşiyor, efendim eskiden ahlâk böyle miydi, gibi beylik sözlere verilecek en güzel cevap: Evet eskiden de böyleydi. Belki bir farkla; açık sözlü değildik. Ama geçmişte de büyük ihtimalle bundan sonra da gerçeklikleri yüzümüze yüzümüze vuran insanlara karşı içimizde inceden bir kin ve bastırmak istediğimiz bir saygı vardı ve var olacak. İnsanlar aynı teranenin içinde debelenip dururken akan zamanın ne önemi var hele ki zaman, yine aynı teraneleri önümüze sunarken?
1800’lerde de kimse önsöz okumuyormuş mesela. Mihail Lermontov, tek romanına yazdığı önsöze, buna değinerek başlıyor. Çizdiği kötü portre, Peçorin, günümüzde masum bile sayılabilir ama bu artan kötülüklerin göstergesi değil dilimizi ne kadar tutup tutmadığımızın meselesidir. Hanginiz dilinin ucuna gelen küfrü -ki küfürler en içten duyguların gerçekliğini temsil eder- her zaman bir kırbaç gibi karşısındakine savurabilir? Kim kullanmaya yeltenmemiştir bir aptallığı?
“Şuna özellikle dikkatinizi çekerim ki budalalar olmasaydı bu dünyanın yaşanacak hali kalmazdı.” (s.91)
Aptallık çoğu kez mutluluk sebebidir ve kim sokmuştur sizce dilinizin altına aptal âşık lafını diye sorsam, çok mu açık konuşmuş olurum? Rahatlayın, zaman zaman aptal biri olmak isteği geçiyorsa kafanızdan yeterince akıllı sayılırsınız.
“Heyecanlar, evrimlerin ilk dönemini yaşayan fikirlerden başka bir şey değildir; yüreğin gençliğinden gelme armağanıdır onlar; bütün hayatı boyunca onların etkisinde kalacağını sananlarsa budaladırlar.” (s.119)
1840’ta yazılan “Zamanımızın Bir Kahramanı”, senden benden dem vuruyorsa var bu işin içinde bir iş! Doğrusu Lermontov, Puşkin’in paltosundan çıkmış ve sözünü esirgememiş.
“Şairler şiir yazalı, kadınlar da onları okuyalı beri (bunun için de kadınlara içten bir teşekkür borçluyuz) melek olarak nitelendirilmeye öylesine alıştılar ki, aynı şairlerin Neron’u bile para uğruna yarı-tanrı katına çıkardıklarını unutarak büyük bir safiyetle kendileri de inandılar melekliklerine.” (s.135)
Kadınlar pek hoşlanmayacak bu cümlelerden. Şairler de inkâr eder herhalde para uğruna yaptıklarını. Kadınların safça hayallere bağlanışını, şairlerin yaltaklanmaya müsait yanını ortaya tüküren biri, şimdi kötü mü oluveriyor, üstelik kendisi de şairken? Haklı sebepleri vardır belki de.
“Kendini tanımanın yüceliğine erişmiş bir kişi Tanrısal adaleti değerlendirebilir yalnız.” (s.120)
Peçorin, özünü yavan mürekkepten almaz, insanî hazların doyum noktasından alır.
Ya Mihail Lermontov? Bir subayla yaptığı düelloyu kaybedip 27’ler kulübüne -en azından benim gözümde- dâhil olan, tabloları, şiirleri, tiyatro oyunları ve tek romanıyla suratımıza, tutukluk yapan bir silahın gölgesi kadar acı veren Lermontov’u okuduğumuz anda inkârımız kaçınılmazdır.
“Her kitapta önsöz hem ilk hem de son şeydir. Ya eserin amacını açıklamak için yazılır ya da onu haklı göstermek, eleştirilere cevap vermek için. Ama okurlar, genellikle, ne ahlaki amaçlarla ne de eleştirilerdeki saldırılarla ilgilenirler; onun içinde önsözleri okumazlar.”
Sırf, kitaptaki önsözün ilk üç cümlesi okuyun diye yazımın bu kısmına koydum. Okumasaydınız belki dünya daha yaşanılır bir yer olurdu ama evet, kötülük bu kadar çekici olabiliyor.
Not: Yazıdaki alıntıların hepsi kitabın Can Yayınları’ndaki 2. baskısından (Mart 2009) alınmıştır.
Fatih Külahçı – edebiyathaber.net (25 Eylül 2014)