«Bir kuram hakkında yargıya varmak için hem bize sağladığı bilgilerin miktarına, hem de bizden talep ettiği cahilliğin miktarına bakmak gerekir.»1
Hipotezlerden kuram gibi bahsedildiği, kesinliği şüpheli araştırma bulgularının internette ve gazete köşelerinde genel kabul görmüş doğrular gibi ifade bulduğu son yıllarda, yukarıda alıntılanan cümlenin değeri daha da artmış durumda. Bilimsel görüşlerin bizden talep ettiği cahilliğin miktarıyla paralel şekilde artan bir «gönüllü cahillik», modern zihinlerimizin konforu için epeyce gerekli bir hal aldı. Öyle ki, yalnızca bilimsel kuramlar bizden cahillik talep etmiyor, bizler de kuramlardan cahillik talep ediyoruz; daha basit, daha sade, daha anlaşılır, daha kolay hazmedilebilir ve en önemlisi daha «kesin» olmalarını istiyoruz. Mesela ‘…nın geni bulundu’ gibilerinden haberlere dikkat kesiliyoruz, zira insana ait her hastalığın geni bulunsun ve sorun bir neşterde, elbette genetik yoldan, halloluversin istiyoruz. Bilimsel kuramları, hipotezleri bu şekilde ele alma alışkanlığımızı tüketim kültürüyle, kapitalizmle, vs. ilişkilendirmek pekala mümkün, fakat bu yazının konusu başka. Antropolog Susan McKinnon’ın yazdığı ve Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi tarafından basılan «Neo-Liberal Genetik: Evrim Psikolojisinin Mitleri ve Meselleri» adlı kitaba dair birkaç söz etmek asıl maksadım.
Soru şu: Müstakil bir alan olarak evrimsel psikoloji (‘evolutionary psychology’ terimi kitapta bana kalırsa hatalı olarak ‘evrim psikolojisi’ biçiminde çevrilmiş, Türkiye’de evrimsel psikoloji adıyla yer etmiştir bu alan), toplum ve bilim arasındaki az önce bahsettiğim talepleri karşılaması bakımından biçilmiş kaftan mı? Yani yazar Susan McKinnon’ın kitapta kullandığı nitelemelere başvuracak olursak evrimsel psikoloji niteliksiz, uydurma, indirgemeci, hatalı ve bizden alabildiğine cahillik talep eden bir alan mı? Kitap boyunca bu sorunun neden evet şeklinde yanıtlanması gerektiği, antropolojik veriler ve kültür kuramları temel alınarak kanıtlanmaya çalışılıyor, evrimsel psikoloji deyimi yerindeyse yerden yere vuruluyor. Evrimsel psikolojiye yöneltilen eleştiri bolluğu arasında bu kitabın gayet etkili hamleler yaparak sağlam eleştiriler arasında yer aldığını ifade ederek sözü savunmaya bırakalım.
Herhangi bir bilimsel paradigmayı ya da kuramı, belirli bir bulgusu ya da iddiasını hedef seçmeksizin getirdiği tüm açıklamalarla baştan aşağı reddetmek ve uydurma saymak için mevcut literatürü çok iyi incelemek ve sağlamlarla çürükleri ayırt edebilecek bir birikime sahip olmak gerektiği kanısındayım. Bir örnek vermek gerekirse, eğer psikanalizi tamamen reddetmeye (elbette bilimsel reddiyeden bahsediyorum) niyetliyseniz, bunu yalnızca Freud’u okuyarak yapamazsınız, aynı zamanda Jung’u, Adler’i, Lacan’ı ve diğerlerini de bilmeniz gerekir. Susan McKinnon’ın çıkış noktasındaki hatalardan biri bu; evrimsel psikolojinin tamamen hatalı ve yanlı bir bilim dalı olduğunu anlatmak için bol bol alıntılar yaptığı ve bu alanın temsilcileri saydığı üç kişi (Steven Pinker, David Buss ve Robert Wright —ki son kişi bir bilimci değil gazeteci—) dışında neredeyse hiçbir evrimsel psikologun görüşlerine ya da bulgularına değinmemiş. Özellikle David Buss gerçekleştirdiği öncü çalışmalarla alanda önemli bir isim olsa da, sonrasında değerli bulgular ortaya koyan pek çok araştırmacı kendini göstermiştir. Ayrıca Susan McKinnon, evrimsel psikolojinin ana yöntemi olan deneyler vasıtasıyla elde edilen güçlü verilerden çok az bahsetmeyi tercih etmiş (yalnızca Buss’ın 37 farklı kültürde gerçekleştirdiği ünlü çalışmasını ayrıntılarına girerek eleştirmiş) ve yukarıda saydığım üç kişinin bir bakıma «şahsi görüş» sayılabilecek yazıları üzerinden bir evrimsel psikoloji algısı geliştirmiş. Kitabı okurken gözlerimin devamlı aradığı şey, diğer evrimsel psikologların isimleri ve deneysel araştırmalara atıflardı, fakat son sayfaya kadar bu eksiklik sürdü. Hal böyleyken yazarın, eleştirdiği alanın literatürünü yeterince bilmediği kanısına kapılmadan edemedim. Evrimsel psikolojinin metodolojisine dair bir yerde geçen «lisans öğrencileriyle gerçekleştirilmiş anketler» ifadesi de bu kanıyı güçlendirdi, ki bu ifade kısmen haklı bir eleştiri olarak görülebilir. Yanlış kısmı, evrimsel psikoloji anketlerden çok deneylerle çalışır; doğru kısmı, deneylerin büyük çoğunluğu lisans öğrencileriyle yapılır. Bununla birlikte yalnızca Susan McKinnon değil, psikoloji araştırmaları yapan hemen hemen tüm bilimciler, sadece üniversite öğrencilerinin katılımcı olduğu çalışmaların eksikliğinin farkındadır ve bunu dile getirmekten kaçınmazlar. Dolayısıyla bu eleştiri, evrimsel psikolojinin ötesinde tüm psikolojiye sıklıkla ve haklı olarak yöneltilmektedir.
Evrimsel psikolojinin temel mantığını alan dışından kişilere açıklamaya çalışırken sık rastlanılan yanlış anlamaların başında, tüm davranışlarımızın atalarımızdan miras aldığımız genlerimiz tarafından yönlendirildiği fikri geliyor (en azından benim gözlemlerim böyle). Susan McKinnon da bu yanlış anlamaya kurban gitmiş gibi bir görüntü sergilemekte ve okurların zihninde yer etmesi kuvvetle muhtemel bu hatalı kanıyı epeyce güçlendirmeye gayret etmekte: «Pleistosen devrinin toplumsal sahnesinde tütünün, alkolün, televizyonun, hatta belki de evlenmenin, boşanmanın olmamasına karşın bütün bu özelliklerin genetik olduğu söylenir. (sf. 31)» Gerçekten böyle olsaydı, Susan McKinnon’ın evrimsel psikoloji karşıtı olmasını ve benim evrimsel psikolog olmamı da genlerimize bağlar, hem bu yazının hem de bu kitabın yazılmasının anlamsız olduğunu söyleyerek tartışmayı bitirirdik, fakat durum bu denli basit değil. Günümüzden bir milyon yıl önce tütün, alkol ve televizyonun olmadığını ve dolayısıyla bizi bunlara yönlendiren genlerin evrilmediğini herkes gibi evrimsel psikologlar da pek tabii biliyor. Bunun yanında insan beyninde tütün, alkol ve hatta akıllı telefon gibi bazı maddelere bağımlılık geliştirmeye olanak tanıyan fizyolojik ve nörolojik yapıların evrildiğini ve bağımlılığa yatkınlık düzeyinin kültür, sosyalizasyon ve genler tarafından belirlendiğini de biliyoruz. Yani hiçbir gen bize sigara iç demiyor, ancak yakın arkadaşlarımızın sigara içmesi, sigara bağımlısı ebeveynler tarafından büyütülmek, toplumun sigaraya dair bizi etkileyen algısı, bağımlılığa ilişkin genetik yatkınlığımız ve buraya yazmakla bitmeyecek sayısız etken bir araya gelerek bizim sigara içme kararımızda rol oynuyor (bu etkenler arasında bilinçli tercihi kasıtlı olarak saymadım, çünkü diğer tüm etkenlere ‘rağmen’ bilinçli bir tercihin var olup olmadığı konusunda emin değilim).
Kısacası, iki ucu arasındaki mesafe son derece geniş bir varyasyon söz konusu ve bu varyasyon evrimsel psikolojinin tanımladığı tüm davranışlar, mekanizmalar ve yatkınlıklar için de geçerli. Gelin görün ki evrimleşmiş psikolojik yapılar tıpkı zeka, boy, göz rengi, meme kanserine yatkınlık gibi büyük oranda genlere bağlanan ve kişilerarası çeşitliliği herkesin malumu olan yapılar gibi ele alınmak yerine bir çırpıda genetik determinizme indirgeniyor. Bir kişinin boyunun annesinin, babasının, büyükannesinin, büyükbabasının, büyük büyük annesinin, büyük büyük babasının (ve böyle gider) boyundan genetik açıdan etkileneceğinden, fakat tıpatıp aynı olmayıp belli oranda farklılaşacağından (mesela aile soyundaki ilk 1.90 metre boyundaki kişi olabileceğinden), çocuklarının boyunun da kendi boyuna yakın olacağından kimse şüphe duymaz. Öte yandan romantik ilişkilerdeki kıskançlık ya da karşı cinste hangi özellikleri çekici bulduğumuz gibi konularda genetik ve evrimsel bir eğilimden bahsettiğimizde «ne yani, kime aşık olacağımı genlerim mi belirliyor?» türünden bir tepkiyle karşılaşırsak şaşırmayız. Oysa burada da geniş bir varyasyon olduğunu, fakat belli özelliklere sahip kişilere aşık olmamızın tesadüf olmadığını, bu özelliklerin popülaritesinin arkasında evrimsel ve genetik sebepler bulunduğunu kabul etmeliyiz. Sarışınlardan mı esmerlerden mi, renkli gözlülerden mi siyah gözlülerden mi hoşlandığınız size kalmıştır; ama asimetrik yüzlerin, lekeli veya sarkmış ciltlerin, sararmış dişlerin, vb. kimseye çekici gelmemesinde doğal seçilimin süzgecinden geçmiş ve evrensel bir psikolojik eğilimin payı vardır.
Susan McKinnon bu iddiayı çürütmek adına, indirgemecilikle itham ettiği evrimsel psikolojiyi alabildiğine indirgiyor ve davranışlarımızın evrimsel kökenleri olduğunu söylediğimizde sanki bunların hiçbir koşulda değişemeyeceğini, bir formül gibi her kültürde ve devirde aynı sonuca varacağını kastetmişiz gibi eleştirilerini sıralıyor. Sözgelimi erkek kıskançlığının sebep olduğu şiddeti evrimsel psikologların doğallaştırdığını ve değişmez kabul ettiklerini, dolayısıyla meşrulaştırdıklarını öne sürüyor. Halbuki kendisinin de belirttiği gibi kıskançlık bazen cinayete yol açarken, bazen ufak bir öfke bile doğurmaz. Bu durum kıskançlığın evrimsel kökenleri olmadığının kanıtı değildir, olsa olsa yukarıda bahsettiğim iki ucu arasındaki mesafe son derece geniş bir varyasyonun kanıtıdır. Varyasyonun bir ucunda cinayet, diğer ucunda umursamazlık olabilir, lakin bildiğimiz gibi uçları temsil eden örnek sayısı daima çok azdır ve bu yüzden genellemeler yaparken ölçüt aldığımız kesim varyasyonun ortasına yığılmış olan kalabalıktır. Elli yaşındaki kadınlardan hoşlanan genç erkekler de elbette vardır, fakat erkeklerin eş tercihleri hakkında konuşurken bu azınlığı dikkate almayız (bu gibi istisnai eğilimleri temsil eden azınlıklar da pekala araştırma konusu olabilir). Beri yandan yazara hak verdiğim hususlardan birisi, davranışların sebeplerini araştırırken evrimsel psikologların kimi zaman seçilim baskılarının ve atasal çevrenin rolünü abartmaları; kültürün, öğrenmenin, yaratıcılığın olası paylarının ise üzerinde yeterince durmamaları. İnsan davranışlarının kökenini anlamak için ihtiyaç duyduğumuz geniş perspektifin içinde arkeoloji, tarih, antropoloji, coğrafya gibi disiplinlerin de yer alması gerektiği tartışma götürmez, fakat evrimsel psikoloji perspektifini henüz bu ölçüde genişletebilmiş değil.
Alışıldık bir ifadeye başvuracak olursak, yöneltilen eleştirilerin bolluğu bir kuramın ne kadar ciddiye alındığının ve nüfuzu olduğunun göstergelerinden sayılabilir. Evrimsel psikoloji bir yandan celbettiği bu ilginin gururunu yaşarken, diğer yandan kendini alan dışındaki kişilere daha iyi anlatmak ve önemli eksikliklerini gidermek zorunda. Özellikle Susan McKinnon’ın kitapta yer yer aktardığı son derece ilginç kültürler hakkında daha çok şey öğrenmeye çabalamalı, ki kitap sırf bu kültürlerin şaşırtıcı yapısından haberdar olmak için bile okunmaya değer.
1Sahlins, M.D. (1976). The Use and Abuse of Biology. Ann Arbor: University of Michigan Press.
Çağlar Solak – edebiyathaber.net (24 Ağustos 2015)