Deniz Ayral ilk kitabı ‘Valhalla Blues’da, gerçek ve gerçek üstü kalıplarını tamamen ters yüz eden on üç öykü sunuyor okura. Zamanı, mekanı, kişileri kendi içinde kimi zaman sabit kimi zaman da değişen, zihni soru işaretleriyle dolduran, başı belli sonu sonsuz öyküleriyle kitabı eline alanı sağlam bir sınamadan geçiriyor.
“… Elini uzatıp yanağını okşayarak “Dünyaya çok batmışsın. Seni çıkaracağız,” dedi. “Hadi çalıştır arabayı gidiyoruz!” Dışarıda bir şimşek çaktı ve elim direksiyona gitti. Arabayı çalıştırıp geri vitese aldıktan sonra arkama doğru dönmüştüm ki Maya “Nereye?” diye sordu. “E gidiyoruz işte,” dedim. “Geldiğin tarafta iyi bir şeyler olsaydı burada buluşmazdık,” dedikten sonra eliyle ön camı gösterdi. “O bariyeri geçeriz biz,” dedi. Ona hayretle ve yine demir parmaklıklar arasından baktım. Gülümseyerek ekledi: “O bariyer senin kafanın içinde.” Uçurumdan aşağı uçarken bunca zamandır ne kadar yüksek olduğunu hiç öğrenmemiş olmama hayıflandım. Çok yüksekti. Ama ne kadar? Tek bildiğim; evlenme teklif etmek için sevgililerini bu muazzam deniz manzarası önüne getiren çiftlere yanlışlıkla ileriye değil de aşağıya doğru baktıklarında, oraya neden geldiklerini unutturacak kadar olduğuydu. Asıl merak ettiğim, bizi ne kadar zaman havada tutabilirdi bu yükseklik?” Deniz Ayral, Eksik Parça Yayınları’ndan çıkan ilk kitabı ‘Valhalla Blues’da yer alan ‘Manzaracı Maya İstirahate Çekildi’ öyküsündeki bu alıntında belki net olarak açık ediyor, “O bariyerlerin bizim kafamızın içinde,” olduğunu. Kitaptaki diğer on iki öykü de muğlak, müphem ve kapıları okur rahatça geçebilsin diye ardına kadar açık…
1952 yılında İstanbul’da doğan Deniz Ayral 1973 ile 1980 yıllarını Bodrum, Gümüşlük, İstanbul arasında yaşayarak geçirmiş. 1984 ve 2012 yılları arasında reklam sektöründe reklam yazarı ve yaratıcı yönetmen olarak çalışmış. Serbest bir yazar olarak da hayatına devam ediyor. Kitap yazmak için neden bu kadar beklemiş, orasını bilemiyoruz. Zira ‘Valhalla Blues’daki öyküler ani ruh çalkantıları ya da duygu değişimlerinin bir sonucu gibi görünmüyor. Denizi çoğu kez mekan belleyen yazar, eskiyi yeniye, yeniyi eskiye getirip götürmüş. ‘Öteki taraf’tan misafirlerini konuk etmiş sayfalarında. “Hep mi güzel olur denizkızları?” diye sordurtmuş okura yoksa onların can yakan güzellikleri de mi bizim “bariyerlerimizin”in diğer tarafından böyle görünüyor, merak etmiş. Köyün yalnızlarıyla (delileri) bilge muhabbetlere dalıp kahramanlarına “Buyur sen cevapla!” kabilinden sorularla doldurmuş ufuksuz manzaralara karşı. ‘Denizden gelen’le ‘denize giden’i kafa kafaya getirip çizgi nerede başlar, nerede biter, hangimiz geleniz, hangimiz giden diye diye, bir de bakmışız ki, kitaptan geriye “Gerçek nerede? Gerçek nedir? Gerçek var mıdır?” ‘kaşıntıları’ kalmış…
edebiyathaber.net (10 Ekim 2022)