Şilili yazar Alejandro Zambra’nın 2014 yılında yayımlanan öykü kitabı Belgelerim, daha önce yazarın üç novellasını (Bonzai, Eve Dönmenin Yolları, Ağaçların Özel Hayatı) yayımlayan Notos Yayınları tarafından basıldı. Arka kapak yazısında çok güzel özetlendiği üzere, “on bir kısa roman okuduğumuz duygusunu uyandıran öyküler” bunlar.
Pinochet ve futbol
Öyküleri okurken yarı bilgi-yarı sezgiye dayanarak yaptığım çıkarım, muhtemelen Zambra’nın novellalarını okumuş olanlarca da doğrulanacaktır; tıpkı sigara paketlerinin üzerindeki yasal uyarılar gibi ifade edelim: Dikkat! Belgelerim’de yer alan öyküler otobiyografik öğeler içermektedir!
Öykülerin otobiyografik öğeler taşıdığını düşünmemize neden olan şey, yazar hakkında bildiklerimizin (1975 doğumlu. Şilili. Üniversitede edebiyat okumuş olması vesaire) anlatıcı karakterlerle ortaklık taşıması. Ve fakat asıl etken üslup. Her ne kadar, Perulu yazar Daniel Alarcón’la yaptıkları söyleşide, nesil üzerinden konuşmanın, başkaları adına konuşma/onları temsil etme iddiası içerdiği için sıkıntılı bir şey olduğunu söylese de öykülerden okur olarak aldığınız bu oluyor. Zambra kendi yaşıtları adına da yazıyor sanki. Adı Alejandro ya da Melike ya da Gonzales olan bir akranı adına. Nitekim aynı söyleşide öykü kitabına verdiği isimle ilgili olarak şunları söylüyor, çevirmeye çalıştım: “Babam bilgisayarlara meraklı bir adam olduğu için, çok erken yaşlarımdan itibaren etrafımda bilgisayarlar vardı. Yine de benim için yazmak, el yazısıyla yapılan bir işti. İlk defa Windows’la karşılaştığımda gördüm “Belgelerim” klasörünü. Bu isim beni çarptı çünkü benim değil babamın bilgisayarındaydı bu klasör. Bu ismi kullandım çünkü kişisel ve çoğul kişilikleri bir kısa öykü kitabında birleştirme fikrinden hoşlanmıştım. Ayrıca, bu klasörün her bilgisayarda bulunmasına rağmen tekillik ve iyeliğe işaret ettiği gibi bir düşünceye kapılmıştım.”
Bu kitabında Zambra’nın, bir neslin Geri Dönüşüm Kutusuna atıp unuttuğu öyküleri “geri yükle” yöntemiyle oradan çıkarıp tekrar Belgelerim klasörüne alarak hafızaları canlandırdığı söylenebilir.
Zambra’nın öykü dili, tıpkı yukarıda andığımız kısa romanlarında olduğu gibi, yalın, ironik ve vurucu. Yalın olmakla birlikte ara cümle kullanmayı çok seviyor Zambra. Bu çerçevede, her ne kadar bir metnin kaynak dildeki halini (orjinalini) okumadan çevirisi hakkında ahkam kesmek abes ise de öykülerin çevirmeni Çiğdem Öztürk’ün iyi iş çıkardığını teslim etmemiz gerekiyor. Şu ana kadar Türkçede okuduğumuz tüm Zambra metinlerini çeviren Çiğdem Öztürk, bize yazarın üslubu konusunda tutarlı bir elçilik etmiş diyebiliriz. Öykülerdeki yalın dil, birçok öyküdeki birinci şahıs anlatımı ve nostaljik hava, keyifli bir anlatının kolaylaştırıcıları oluyorlar.
Öykülerdeki anlatıcı (hep aynı anlatıcı mıdır bu sorusuna “evet” demek çok yanlış olmaz), olayları, yaşananları hatırlarken dönüp durup aynı şeylere başvuruyor: Futbol ve Pinochet.
Yalnızca Uzak Mesafe adlı öyküden örnekleyecek olursak; “Pinochet Şili’ye, evine Pedro olarak döndükten birkaç gün sonra” (syf. 87) ya da “Bahsettiğim yıl 1998, Fransa Dünya Kupası yeni bitmişti” (syf. 84) gibi cümlelerle karşılaşıyorsunuz.
Aynı öyküdeki anlatıcının Pinochet hakkındaki cümleden sonra yakındığı kadar var: “Referans noktalarım bunlar olmasaydı keşke ama aklıma ilk onlar geliyor.” (syf. 87) Bizimki gibi ülkelerde hiç garip kaçmayacak bir davranış, tutum bu. İnsan, hatırlamak istemediği şeyleri unutamıyor bile buralarda.
Kitaptaki en sevdiğim öykülerden biri olan (hatta en sevdiğim diyebilirim) Camilo’da da benzer motifler ve hatırlama ölçütleri çıkıyor karşımıza: Pinochet, sürgünde yaşayan Şilililer, futbol, şiir ve yine futbol…
1990 Dünya Kupası elemelerinde, Brezilya maçında kendi kendini yaralayan ve bu hareketiyle Şili’nin iki dünya kupasından men edilmesine neden olan Akbaba lakaplı Roberto Rojas da bu hatırlama ölçütlerinden biri oluyor öyküde: “Bir süre sonra mesele daha hâlâ tartışılıyorken ve Roberto Rojas FIFA’ya açıklama yapmış, sağa sola masum olduğuna dair demeçler veriyorken Camilo bir gün bize yemeğe geldiğinde artık Akbaba’nın masum olduğuna inanmadığını söyledi. O zamanlar ortalıkta söylentiler dolanmaya başlamıştı ama hem ben hem de babam bunun alçaklık, aptallık olduğunu düşünüyorduk. Babam Camilo’ya aşağılayarak, neredeyse hınçla baktı: Senin fikrini söyleme hakkın yok, futboldan hiç anlamıyorsun, dedi, sahiden de Akbaba’nın böyle bir şey yapacak kadar aptal olduğunu mu düşünüyorsun? Bundan kısa süre sonra Roberto Rojas televizyona çıkıp suçunu itiraf ettiğinde durumu kabullenmemiz gerekti. Daha sonra Camilo’dan özür diledik ama o hiç önemsemedi.” (syf. 45)
“Bir noktalı virgül zarafetiyle sigara içmek isterdim.”
Öykülerin hepsine değinmek bu yazının boyunu aşar. Hem de yazıyı bir miktar daha sevimsiz hale getirebilir. Öyküleri açıklamaya ve okura nasıl okuyacağını öğretmeye çalışmak, zaten yeteri kadar sevimsiz bir iş. Yine de, risk alarak “Çok İyi Sigara İçerdim” adlı öyküye de değinmek istiyorum. Bu öykü, Salâh Bey’in “Cigarayı Nasıl Bıraktım” denemesini okuyup ilaçsız, takviyesiz bir “tütünü bırakma denemesi”nden yeni çıktığım için özellikle ilgimi çekti. Ama asıl ilginç olan Zambra’nın öyküyü kurma biçimi. Champix adlı ilacı kullanarak sigarayı bırakmaya çalışan bir adamın ağzından dinlediğimiz öyküde o kadar fazla alıntı, gönderme ve referans var ki öykü denemenin sınırlarına girip girip çıkıyor. Şaşırtıcı olan, bu kadar çok alıntı ve düşünce yüküyle öyküyü öykü olarak ayakta tutabilmesi Zambra’nın.
“Sigaralar hayatın noktalama işaretleridir.” (syf. 121) diyor Zambra ya da öyküdeki anlatıcı. Ve sigarasız günler –ufak tefek kaçamakları saymazsak– çoğaldıkça aynı cümleye geri dönüyor: “Sigaralar hayatın noktalama işaretleridir. Şimdi ben noktalama işareti olmadan, ritim olmadan yaşıyorum. Hayatım budala bir avangard şiir.” (syf. 140)
Şili ve Türkiye: İki yalnız, güzel ülke
Dikta/cunta geçmişleri, demokratik hayata geçme çabaları bakımından benzerlik taşıyan iki ülke Şili ve Türkiye.
Eve Dönmenin Yolları’ndan bir alıntı yapalım: “O zamanlar Colo-Colo’yu tutuyordum, her zaman tuttum ve tutacağım. Pinochet’ye gelince, benim için televizyonda belli bir yayın saati olmayan bir programı sunan bir ekran yüzüydü, izlediğimiz şeyin en güzel yerinde araya giren sıkıcı ulusa seslenişler yüzünden ondan nefret ediyordum. Daha sonra aşağılık bir puşt olduğu, bir katil olduğu için ondan nefret ettim, ama o zamanlar sadece, babamın çıt çıkarmadan, sürekli dudağının kenarında duran sigarasından normaldekinden daha derin nefesler çekmekten başka tek bir hareket yapmaksızın seyrettiği o allahın cezası programlar yüzünden nefret ediyordum.” (syf. 20)
Pinochet ve Kenan Evren (ve manevi mirasçıları) iki uzak kardeş gibi. İkisi de çok yaşadı. İkisi de sözde bir hesaplaşmanın ortasındayken öldü. İkisi de geleceğe kötü bir miras bıraktı.
Zambra’nın Notos’ta yayımlanan (sayı 53) söyleşisindeki şu sözleri bile, Şili ile ne kadar benzer bir geçmişe (ve şimdiye) sahip olduğumuzu göstermiyor mu: “Diktatörlüğü anlatmak illa geçmişi anlatmak anlamına gelmiyor. Şimdilerde yeni bir anayasa ihtimali üzerine konuşulmaya başladı, çünkü bizi hâlâ Pinochet’nin kafasının ürünü olan 1980 Anayasası yönetiyor. Sürdürülebilir bir yanı yok, anayasada bir sürü değişiklik yapıldı ama hâlâ o kurallar geçerli. Yeni bir anayasaya kavuşmadan yeni bir Şili olmayacak.”
Şili’nin geçmişini az çok biliyoruz. Zambra’nın öyküleri de bildiklerimizi hatırlamanın zarif ve edebi bir yolu. Ve fakat Şili’nin şimdisi hakkında tek yapabileceğimiz, gizli bir temenni saklayan şu soruyu sormak olabilir: Sizin ülkenizde de barış isteyen yazarları –hâlâ– kodese tıkıyorlar mı Alejandro?
Cevap vermesen de olur.
Onur Çalı – edebiyathaber.net (7 Eylül 2016)