Dünyanın hemen her yerinin fotoğraf olarak kaydedildiği günümüz dünyasında seyyahlığın önemi ve tarifi de hızla değişiyor. Gastronomi ve vasat ansiklopedik bilgi ağırlıklı turistik seyahat 21. yüzyıl insanının gezgincilik anlayışının en önemli parçası. 18. Yüzyılın seyyahlarının hemen hemen hepsinde yer alan merak duygusu ve gezilen yerlerle kurulan “yersiz-yurtsuzluğun” bağının günümüzde bir karşılığı yok gibi. Her şey günün hızına ve tüketimine yeniliyor. Tüm bunlara rağmen eski tip gezgincilik ve denemeci ruhunu merakla taşıyan yazarlar da var. İngiliz çağdaş edebiyatının en önemli yazarlarından biri olan kabul edilen Geoff Dyer tam da bu tarife uyan bir yazar.
İngiliz yazar, uzun yıllardır roman, deneme, araştırma ve biyografi türlerinde sayısız metinler yazmakta. Modern dünyanın “uzman” değilsen konuşamasın “oto sansürüne” karşıt olarak, tüm bu daraltıcı perspektifi yırtarcasına hiç sönmeyen merakıyla fotoğraftan, sinemaya, edebiyata, mimariye hatta savaş gemilerine varana denk metinler yazmakta. Bu metinler de yine akademik bir iddiadan çok Dyer’ın yersiz-yurtsuz anlayışına uygun olarak; kelimelerin arasında bavulla dolaşmaktan oluşuyor. Onun bu tavrı bir yerde Adorno’nun deneme üzerine makalesindeki şu pasajı hatırlatmak: “ (…) deneme, kendi sorumluluk alanının dışardan dayatılmasına izin vermez. Bilimsel bir şey üretmek ya da sanatsal bir şey yaratmak yerine, çocuksuluğun esinini yansıtır onun çabası, hiç sıkılmadan, başkalarının çoktan yapmış olduğu şeylere tutulur. Sınırlandırılmamış bir çalışma ahlakını model alıp da tini hiçlikten yaratılmış olarak tasarlamaya kalkışmaz, bunun yerine sevileni ve nefret edileni yansıtır. Talih ve oyundur onun için en önemli şey .”(2004, s.19)
Deneme cevaplardan çok sorularla ve merakla ilgilenir. Dyer da böyle bir yazar zaten. Onun konular üzerinde serbest gezintisi, her daim kişisel merakının peşinde olması nedeniyle birçok eleştirmen tarafından “entelektüel serseri” olarak da tanımlanmaktadır. Oldukça üretken bir yazar olan Geoff Dyer’ın son çalışmalarından biri Beyaz Kumlar yakın zamanda Everest Yayınları’ndan Muammer Pehlivan çevirisiyle yayımlandı. Beyaz Kumlar, aynı zamanda Everest Yayınları’nın deneme serisinin de kıymetli bir parçası.
Beyaz Kumlar, Dyer’ın 2000’li yıllarda yayımlanan İçimdeki Yağmur adlı gezi-anı-deneme türünde verdiği kitabın bir nevi devamı niteliğinde. İçimdeki Yağmur’da Paris gibi metropolleden dünyadan uzak egzotik adalara Dyer usulü seyahat ediyorduk. Beyaz Kumlar’da benzer bir güzergâhtayız. Her şeyi ciddiyetle alaya yazarımız bu kitap da coğrafyalar arası yolculuğa çıkarıyor. Tüm yolculuklar bir neden bağlıdır ama Dyer’ın dünyasında bir nedene yer yok, merak ve yersiz-yurtsuzluk kitap boyunca “Burada ne arıyorsunuz?” sorusuna tek yanıtımız.
Zaman ve mekan
Beyaz Kumlar’ın tematik ağırlığı iki hat üzerinden ilerlediğini söyleyebiliriz. Birincisi yola çıkmak ve hayatın manası üzerine düşünmek. Diğer hat da ise zaman, mekan ve gelip geçici anlar oluşmakta. Beyaz Kumlar’ın tek biletlik yolculuğu Tahiti’de Gauguin’in meşhur “Nereden Geliyoruz? Neyi? Nereye Gidiyoruz?” tablosunun peşinde bir gezintiyle başlıyor. Modern dünyanın modern dünyada değilmiş gibi davranan ve Rohmer filmlerinden çıkma bu adada Dyer bir taraftan Gauguin’in 1891 yılında “Vahşi Kalabalıktan Uzak”’ta hayatın anlamını aradığı yerde milenyumda benzer bir soruların peşine düşüyoruz. Soru bir hayli ağır, Tahiti güzellik yarışması adayları çok güzel, ada sıcak, egzotik ve delilik kıyıda köşede duruyor. Yazarın, ruhuna kanca gibi yapmış orta yaş krizi, Gauguin’in tuhaflıklarla dolu hayatı, medeniyet sorgulaması ve Tom Hanks’in Yeni Hayat filmindeki voleybol topu üzerinden yaptığı medeniyet, insanlık, varoluşsal metaforu arasında Tahiti’de varoluşsal krizlerimize yenilerini ekleyip gidiyoruz. En nihayetinde Gauguin’in kaçtığı medeniyet, milenyumda çok da tuhaf bir hale bürünmüş vaziyette. Çağımız tüm varoluş anlamını Tik-Tok’ta dans ederek ve Twitter’da bilim tartışarak sürdürmekte. Dyer’ın metnini şimdiye uyarlayınca “Nereye gidiyoruz?” sorusunda, voleybol topu bir anlam kazanıyor.
Dyer’ın seyahatleri Tahiti’yle sınırlı kalmıyor hiç şüphesiz. İlk uçakla Pekin’e uçuş yapıyoruz. Burada hava kirliliği, devletin ölçümüyle başka-Batı dünyasında farklı rakamlar. Peki kim doğruyu söylüyor? Çin’i öcü gibi gösteren Batı mı? Yoksa takıntılı bir kontrolcülükle ülke yöneten Çin mi? Günün sonunda hiçbir devlete güvenilmeyeceğini hemen hemen herkes bilir. Bu bilgiye sahipseniz, Pekin’de dolaşırken burnunuza gelen kirli havadan neyi ne kadar doğru olduğunu anlarsınız- rehber olmayan rehberler, güzel omuzlu hoş Çinli kadın Li eşlik ediyor. Yasak Şehir’de İmparatorluk dönemiyle, sıcağın ortasında Wikipedia bilgileri seviyesinde kenti geziyoruz, günün sonunda barda bir araya gelip güzel bir anı kaydediyoruz. Geleceği olmayan, gelip geçiciliği çok güzel anları bile isteye ıskalıyoruz. Neleri kaçırdığımızı bilerek, neleri yaşayamayacağımızdan emin olarak… Hıza esir olmuş çağımızda romantizm yaşanabilir, yaşanması muhtemelen bir an olarak kalıyor zaten. Tüm anların kum tanesine dönüştüğü, yaşananların güzelliklerin belleklerde uçucu bir Instagram karesine dönüştüğü bir yerde kaçan zamandan geriye pişmanlık da kalmıyor: “Her şeyi tamamen kaçırmış olmak yerine, tamamen kaçırmamak suretiyle ne çok şey kaçırdığımızı anlamamıza yetecek kadar yaşamış olacaktır?” Ama olaylara iyimser bir yerden bakmak da gerekebilir. Yaşanan, yaşanamayan ve teğet geçecek tüm bu anları kıymetli kılan yolda, evden uzakta olmanın hafifleticiliğidir belki de. İnsanı tüm zaman kiplerinden, kimliklerden, sınırlardan, bayraklardan arındıran da bu duygudur. Zaten Dyer’ın kitabının bir diğer ağırlık noktası da bu oluyor.
Yolda olmanın özgürlüğü
Tamam, fotoğrafın icadı bize tüm dünyayı kopyalamış ve belki de hiç gitmeyeceğimiz yerleri bile gösterir hale getirmişti. Lakin deneyimin biricikliği halen kıymetini görüyor. Beyaz Kumlar’ın en komik bölümlerinden olan Kuzeyin Karanlığı tam olarak bunu anlatıyor. Yazar ve eşi bir gün Kuzey Işıklarını hiç görmediklerini fark edip ilk bavulla kuzeye doğru hareket ediyorlar. Burada onları geceyle gündüzün karıştığı, donduran soğuk havanın bir an olsun –doğal olarak- eksilmediği ve bir dolu talihsiz serüvenler dizisi eşlik ediyor. Rutinlerine yürekten bağımlı çiftimiz için masalsı ve büyüleci olması gereken bu yer kısa sürede Londra nostaljisine dönüşüyor. Oysaki her şey Sigur Ros parçası gibi huzurlu ve sakin başlamıştı. Barda karşılarına çıkan İngilitere ligi karşılaşması onların gözlerini dolduruyor. Kuzey ışıkları da böylesine bir karanlığın ortasında bir anlam ifade etmeye bilir zaten. Yolda olmanın en güzel taraflarından biri de bu galiba bir taraftan rutinden kopmak diğer taraftan rutini özlemek.
Kuzey ışıklarında yaşadıkları talihsiz serüvenler dizisini geride bırakan çiftimiz, istikametlerini “Yeni Dünya”da ararlar. Kerouac’ın izinde, orta sınıf ve orta yaş tedirginliğinde, boyun fıtığı tehlikesiyle çıkılan bir yolculuktur bu sefer. Burada çölün ortasında, The Doors’un Riders of The Storm parçalasıyla, dünyanın en tehlikeli otostopçuları arasında bir gezintiye çıkarlar. Yolculukları egzotik, sıkıcı ve son derece tehlikelidir.
Yazar ve Jessica’nın bir sonraki durağı ise San Francisco’dur. Burada hayatın akışını tesadüflere bırakırlar. Bir zamanlar Adorno’nun kaldığı evinde onun diyalektik düşüncesinin izinde hem zihinsel hem de bedensel bir gezintidir bu. Dyer, burada dünyanın en tartışmalı meselesini yeniden açar: Adorno, caz ve kültür endüstrisi. Metnin bu noktadan sonra geri kalanını Dyer, denemeci üslubuyla fonda Ornette Coleman, Charlie Haden gibi cazcılar eşliğinde Adorno’yla hasbihal eder. Bu sohbetlerin sonunda, diyaletik düşünce, Minima Moralia’nın edebi formu, göçmenlik, yeni bir yere alışma çabası, palmiye ağaçları ve kahve ve kruvasan vardır. Dyer, kitabın bu bölümünde hem tüm alaycılığını hem de denemeci üslubunu konuşturmuş. Mekanlar, fikirler arası serbest geçişler kitabın önemli bir ağırlık noktası olmuş. 19. Yüzyıl-20. Yüzyıla ve 21. Yüzyıla bağlanan bir düşünce hattı meydana getirmiş.
Hayatın anlamı
18.yüzyıl seyyahları modern dünyanın bir temsilcileri olarak kendileri gibi olmayan diyarları, insanların hikayelerine peşlerine düşmüştü. Burada hiç şüphesiz oryantalist bir bakış vardı. Kendilerinden olmayanlara dair mesafeli bir bakış ve ötekileştirme söz konusuydu. Lakin her şeye rağmen sonsuz bir merak ve anlama çabası da vardı onların. Deneyimin kendisinin kıymeti önemliydi. Yol bu yüzden kıymetliydi onlar için. Nerval’in Doğu’ya Seyahat kitabı örneğin tüm olumsuz kültürel kodlamalarına rağmen, melankolisi ve bu coğrafyayı anlamaya çabası içindeydi. 21. Yüzyıl seyyahların artık böyle bir derdi yok. Kendi imgemizin gittiğimiz yerin önüne geçtiği tuhaf bir gezinti anlayışımız var. Eskisi kadar merak etmiyor, olayları akışına bırakmak yerine ezberci turist rehberleri elinde aceleyle süreklenip duruyoruz. Zaten, dünya da artık karanlıklar içerisinde değil. Bilmediğimiz çok az bilgi var. Deneyimin kendisinden ziyade bilgileri internetten öğreniyoruz. Bu yüzden anlatılacak çok az hikâye var. Hikâyeler bir süredir yerini yeme, içme ve tüketim kültürüne bırakmış durumda. Geoff Dyer ise bu kalıplara uyan bir yazar değil. Denemeci üslubunu, merakını asla yitirmemiş birisi; insnalık olarak sahip olduğumuz devasa kültürel birikimi ceplerine doluşturarak dünyayı dolaşan bir gezgin. Çağımızın amaçsız, nihilist bireyin aksine, türümüzün içerisinde debelendiği anlam krizinin, çıkmazlarının, gelip geçiciliğimiz melankolik ağırlığını üzerinde taşıyor. Şu içinde mütemadiyen şikâyet edip durduğumuz yaşam denen tuhaf uğultunun bir anlamı var mı peki? Milan Kundera, her şeyin kötü bir şaka olduğu bir yerde mümkün olan tek bir direnişin olduğunu vurguluyordu o da: “dünyayı ciddiye almamak”.
Geoff Dyer için anlam belki de, ciddiyetten uzakta, özgürce yola çıkmak. Yazar, kitap boyunca, dünyayı dolaşırken, kadrajına giren binalar, hikayeler, romanlar ve hayattan denen muammamın yanıtsız soruları eşliğinde ciddiyetle alaycılık arasına sıkıştırıyor cümlelerini. Gözümüzün önünde çeken medeniyete, gelecek kaygımıza inat da tavrını yaşamdan yana tutuyor: “Hayat o kadar ilginç ki, sonsuza kadar hiç ayrılmak istemezdim; sadece neler olup bitiyor, hayat nasıl gelip geçiyor görmek için.”
Beyaz Kumlar, ezber bozan, meraklı ve muzip bir gezi kitabı. Her zamanki Dyer üslubuyla, kurgunun kıyısında, denemenin tam ortasında…
edebiyathaber.net (2 Mayıs 2021)