Çok fazla olumsuzluğun yaşandığı bir coğrafyadayız. Kısa vadede işler pek de iyi gidecek görünmüyor. Bireysel ya da toplumsal bağlamda vereceğimiz tepkiler geleceği belirleyecek. En temelde karşımızda iki seçenek var; ah vahlarla üzüntü ve acıya boğularak nefret ve lanet yağdırarak, tüm bu olumsuz duyguları yakın uzak çevremize bulaştırarak yaşamak, ya da tüm olumsuzluklara ve amaçlanan kaosa inat umut, sevgi, hoşgörü ve barışı hedefleyerek, hissederek yaşamak, daha güzel bir dünyanın bir parçası olabilmek için neler yapılabileceğine kafa yorarak yaşamak.
Tam da bu noktada Gezi’yi hatırlamak, hiç unutmamak…
Daha birkaç yıl önce değil miydi? Bizim gibi düşünen, farklı düşüncelerde olsa da ortak değerlerde buluşabileceğimiz, söz konusu insansa, barışsa, tüm canlıların yaşam hakkına saygıysa, güzel bir dünyada yaşama düşü ise ortak davranabileceğimiz milyonlarca insanın varlığını somutlayabildik. Aklımızın uçundan dahi geçmeyecek kadar güzel günler yaşamadık mı? Her şey sadece bir rüya mıydı?
Gezi, öyle çok kayda geçirilmiş tanıklık içeriyor ki, unutulması mümkün değil. Dilerim o ruhu da hiçbir zaman kaybetmeyiz. Özcan Yurdalan’ın Bir İsyanı Fotoğraflamak isimli kitabı bu tanıklıkların bir bölümünü içeren ve Gezi’yi fotoğraf perspektifinden değerlendiren bir kitap. Gezi’nin yıldönümünde yayımlanmıştı. Benim için okuma zamanı bu zamanmış; iyi ki de öyle olmuş, ilaç niyetine sayfa sayfa yol aldım içinde.
Türkiye’de özellikle sosyal belgesel fotoğrafın gelişmesi, doğru yöntemlerle üretilmesi konusunda verdiği emek ve çaba ile gönlümüzde özel bir yeri olan Özcan hocamız, bu kitap çalışması ile bu emek ve çabanın en önemli ürünlerinden birini ortaya çıkarmış.
Özcan Yurdalan, Gezi’nin hemen ertesinde çok sayıda fotoğrafçı ile yüz yüze söyleşiler yapmış. Tüm fotoğrafçılara aynı sorular sorulmuş. Kitapta 62 fotoğrafçının söyleşisi yer alıyor. Yurdalan, söyleşileri soru cevap şeklinde değil, sadece fotoğrafçıların anlatımı şeklinde düzenleyerek sunuyor. Kitabın başında, Ragıp Duran’ın önsözü ile çalışmanın amacı ve sürecine dair bilgilerin yer aldığı Özcan Yurdalan’ın sunuş yazısı bulunuyor. Yazının başlığı kitabın amacını da özetliyor: “‘Geziden sonra hiçbir şey aynı olmayacak’ peki ya fotoğraf?”
Kitap, Gezi gibi bir olayın fotoğraflanmasında doğru ve yanlış yaklaşımları, süreci, yapılması gerekenleri irdeleyerek fotoğraf çerçevesinde fotoğrafçılara yönelik bir kitap gibi dursa da, Gezi ile ilgili herkese hitap eden bir kitap. Ben kitabı okurken, fotoğrafa dair değerlendirmeler kadar, fotoğrafçıların Gezi’ye dair anlattıkları fotoğraf dışı deneyimlerinden ve yaşadıklarından da çok etkilendim. Zaten “fotoğraf” yaşadığımız ve deneyimlediğimiz herhangi bir şeyden bağımsız değil ki, olamaz ki… Bir anlamda tüm Gezi sürecini kitabı okuduğum süre boyunca yeniden yaşadım. Fotoğrafçıların anlattıkları Gezi’ye dair en önemli tanıklıklar, çünkü zaten orada olmalarının en baştaki nedeni tanıklık etmekti. Sosyal medyada hala dolaşan Gezi fotoğraflarının sahiplerini öğrenmekten, o fotoğrafların ve fotoğrafçılarının arka plan hikayelerini okumaktan büyük heyecan duydum.
Gezi, sadece Türkiye’de değil belki dünya çapında sayısal olarak en çok fotoğrafçının tanıklık ettiği ve en çok fotoğrafın paylaşıldığı olaylardan biriydi. Elbette sayının bu kadar çok olmasında yurttaş fotoğrafçıların payı büyük. Aynı zamanda Gezi ruhunun tüm ülkeye yayılmasında da onların katkısı çok büyük ve çok önemli. Gezide fotoğraf çekmek de bir eylem biçimine dönüştü. Diğer yandan bu kadar çok fotoğrafçı olmasının hem orada görevini yapan profesyonel fotoğrafçıları hem de eylemcileri zor duruma düşürdüğü zamanlar oldu; birçok fotoğrafta kadrajda her zaman başka fotoğrafçıları da görmek mümkündü, bazen barikatlarda direnen eylemci sayısından çok fotoğrafçı bulunuyordu. Kitapta sorgulanan durumlardan biri de bu.
Gezi’ye tanıklık eden fotoğrafçılar eylemci miydiler, fotoğrafçı mı? Fotoğrafçıların aldığı riskler nelerdi, ne tür zorluklar yaşadılar? Fotoğrafçıları sağlık, güvenlik ve hukuk açısından koruyacak bir örgütlenme ihtiyacını duydular mı? Çatışma fotoğrafları mı, parktaki günlük yaşamı yansıtan fotoğrafları mı çekmeyi tercih ettiler? Fotoğrafçı taraf mıdır, taraf olmalı mıdır? Yaşanan gerçekliklere ne kadar sadık kalabildiler, süreci bağlamına sadık kalarak fotoğraflayabildiler mi? Özcan Yurdalan sunuş yazısında bu konunun özellikle altını çiziyor ve diyor ki; “Bilinç ve bağlam olmadan fotoğraf kendi başına nedir ki?”
Gezi, kadınların damgasını vurduğu bir süreçti aynı zamanda. Bu açıdan bakıldığında Gezi’de kadın fotoğrafçı olmak da sorgulanıyor kitapta.
Fotoğrafçılar arasında suni ikon fotoğraflar yaratmak çok yaygındır. İnstagram bunlarla dolu. Gezi’de ise, Özcan hocanın da sunuş yazısında belirttiği gibi, layıkıyla ikon fotoğraflar ortaya çıktı. Bunlardan en çok öne çıkanlar; Osman Örsal’ın kırmızılı kadın, İsmet Örs’ün direnişçilerin en önünde taş barikatın üzerinden atlarken zafer işareti yapan kadın, Kemal Aslan’ın gitarcı çocuk fotoğrafıydı hiç kuşkusuz. Kitapta, hatıralarımızda derin yer eden benzer fotoğraflar ve hikayeleri yer alıyor.
Özcan Yurdalan kitapta, sözün fotoğrafın önüne geçmesini amaçlamış, bu başarılmış da, ama kitap içerdiği Gezi fotoğrafları nedeni ile çok etkileyici. Her fotoğrafçının söyleşisine en az bir fotoğrafı eşlik ediyor, tahmin edersiniz ki her biri birbirinden etkili fotoğraflar, nasıl olmasın ki, hepsi Gezi’yi anlatan fotoğraflar!
Kitapta yer alan hemen her fotoğrafçının Gezi’den çok önemli çıkarımları var, çok önemli fotoğrafçılık ilkelerinin altını çiziyorlar. Erhan Arık “Fotoğrafçının, görüntünün fetişizmine düşmeyecek kadar insani bir yerde durması gerekiyor. Bazen kamerayı bir kenara bırakabilmeli. Ahlaki bir duruş, vicdani bir tutum sahibi olmalı.” derken, Gülnaz Bingöl “Bir fotoğrafla dünyayı değiştiremezsiniz ama değiştirmek için bir adım atabilirsiniz.” diyor. Uygar Taylan “foto muhabirliği aynı zamanda içgüdüseldir. Bir şey olurken fotoğraf çekmezseniz rahat edemezsiniz.” diyerek fotoğrafın sezgisel boyutuna dikkat çekerken, Gezi sürecinde eve gidip uyumaya utandığını belirtiyor. Ben dahil binlerce kişinin o günlerde yaşadıklarına tercüman oluyor. Gezi, bir yandan toplumsal önyargılarımızı yıktı, bir yandan resmen vicdan ve duyarlılık eğitimi verdi tüm topluma. Adnan Onur Acar’ın bir anısı bunun en güzel örneklerinden biri; bir eylemde birine “İbne” diye küfür ediliyor, grubun içindeki LGBT üyelerinden biri gelip “İbne mi arıyorsunuz, ben buradayım” diyor. Gezi sayesinde kadınlara ve eşcinsellere yönelik cinsiyetçi dilin eleştirisi tüm Türkiye tarafından duyuldu.
Fotoğrafçıların eylemcilerle yaşadığı diyalogları okumak da çok keyifliydi. İsmet Örs çatışmayı fotoğraflarken hapşırıyor, eylemcilerden biri dönüp “çok yaşa” diyor. Nejla Osseiran’a da antikapitalist müslüman eylemcilerden biri “yirmi gün boyunca yeryüzündeki cenneti yaşadım” diyor. Timurtaş Onan, yanına gaz bombası atılan eylemcinin kaçarken birine çarpınca “pardon” demesini anlatırken, çatışmaların en yoğun zamanlarında insanların birbirini incitmemek için çabalamasının altını çiziyor. Fotoğrafçıların bu konudaki benzer anılarını gözlerim dolarak okudum.
Olaylar sırasında maalesef pek çok fotoğrafçı yaralandı. Yaralanan fotoğrafçılardan Jivan Güner, Mehmet Kaçmaz, Gencer Yurttaş ve Ahmet Şık’ın söyleşileri ibretlik tanıklıklar içeriyor.
Özcan Yurdalan’ın “‘Geziden sonra hiçbir şey aynı olmayacak’ peki ya fotoğraf?” sorusuna yaşamın vereceği cevap için henüz çok erken diye düşünüyorum. Her birimizi farklı yerlere savuran oyunların oynandığı bir coğrafyada aynı pencereden bakabilmeyi başarabileceğimize inanmak istiyorum.
Ahmet Şık söyleşisinde plastik mermi kullanımını ilk defa Filistin’de gördüğünü, İsrail askerlerinin kalıcı hasar verilebilecek tek yer göz olduğundan özellikle gözü hedef aldığını anlatıyor ve diyor ki; “Zulüm çok kolay kopyalanabilen bir şey.”
Diğer yandan Gezi’de de gördük ki; hoşgörü, sağduyu, umut ve barış da kopyalanabiliyor, dokunduğuna bulaşıyor, çığ gibi yayılıp büyüyebiliyor. Bir gün zulmün değil, Gezi ruhunun saklandığı yerden çıkıp yayılacağına inanmak istiyorum…
İyi olmak zorundayız. Gezi’de onlarca güzel insanı kaybettik. Çocuklarımızı kaybettik. İyi olmayı başarmak onlara olan borcumuz, diye düşünüyorum.
Bir İsyanı Fotoğraflamak… Hatırlattıkları, bana verdiği güç ve umut için Özcan Yurdalan’a teşekkürlerimle.
Ve Gezi’de kaybettiğimiz güzel insanların anısına saygıyla…
Şule Tüzül – edebiyathaber.net (3 Ocak 2017)