I
28.04.2014 tarihli Hürriyet Gazatesi’nde İzzet Çapa, Dünya sosyetesinin “ayahuasca” çayı içmek için Güney Amerika’ya yaptığı gezileri anlatıyordu.
Ayahuasca, bugün konuyla ilgilenenler tarafından iyi bilinen (Sosyeteye meze olacak kadar iyi biliniyor olması da ayrı bir ironi olsa gerek.) bir içecek olsa da 1950’lerde hakkında efsaneler üretilen müthiş gizemli sıvıydı.
O dönemde, yage adı verilen bir bitkinin, Güney Amerikalı şamanlar tarafından hazırlanan bir iksirde kullanıldığı, bu iksiri içen kişilerin, karşısındakinin düşüncelerini okuyabildikleri, kayıp eşyaları bulabildikleri, hiç görmedikleri yerlere ruhsal seyahatler yapabildikleri, düşünce transferi yapabildikleri ve hatta içen kişinin ruhunun, karşısındaki kişinin bedenine girmesini sağladığı gibi rivayetler ortalıkta dolaşıyordu.
Bu tür rivayetler, aynı dönemde orgon enerjisi akümülatörü yapmak gibi şeylerle uğraşan William Burroughs’un da dikkatini çekti ve bu gizemli bitkiye ulaşabilmek için 1953 senesinde Panama-Kolombiya ve Peru’yu kapsayan ve yaklaşık altı ay süren bir arayış yolculuğuna çıktı. Yolculuk boyunca da fırsat buldukça detaylı notlar tuttu ve Allen Ginsberg’e yaşadıklarını detaylıca anlattığı on iki civarında mektup yazdı.
Yedi yıl sonraysa benzer bir yolculuğu Allen Ginsberg gerçekleştirdi. Bu kez tecrübelerini paylaşma sırası ondaydı.
Bu mektuplar, 1963 yılında kitaplaştırıldı.
II
Bizim bugün okuma şansı bulduğumuz Yage Mektupları, kitabın 1963 yılında yapılan ilk baskısının ciddi anlamda genişletilmiş bir basımı.
Kitabın çekirdeğini, doğal olarak, Burroughs – Ginsberg mektupları oluşturuyor. Kitapta bu mektuplara ilaveten, Keele Üniversitesi’nde akademisyen olarak görev yapan Oliver Harris’in yazmış olduğu, 50 sayfa civarındaki, açıklamalar yer alıyor. Bu açıklamalar sayesinde Yage Mektupları’nı daha iyi anlama şansına sahip oluyoruz.
Kitapta Harris’in önsözünün dışında, Burroughs’un sonradan bulunan elyazması notları, ilk kitaba girmeyen mektuplar ve makale parçalarının yer aldığı bir “Ek” bölümü de mevcut.
III
Dünya sosyetesini “ayahuasca” ile tanıştıran zihniyet Yage Mektupları’nı rehber kitap olarak pazarlamayı düşünür mü, bilemeyiz ama Yage Mektupları’nın böyle bir misyonunun olmadığını burada vurgulamak lazım.
Yage Mektupları’nı öncelikle 1950’lerdeki Güney Amerika’nın Burroughs tarafından çekilmiş bir şipşak fotoğrafı olarak okuyabiliriz. Kitap boyunca Burroughs, gezdiği yerlerdeki yoksulluğa, baskıcı rejimlere ve kolluk kuvvetlerinin keyfi uygulamalarına sürekli dikkat çeker ve yeri geldiğinde sert bir şekilde eleştirir. Ancak burada Che’nin Motorsiklet Günlükleri’ndeki bakış açısıyla yapılan çözümlemeler göremeyiz. En nihayetinde Burroughs, Güney Amerika’ya var olduğundan bile emin olmadığı bir bitkiyi aramaya gitmiştir.
Yage Mektupları’nı hiç kuşkusuz, Burroughs ve Ginsberg’ün sonraki edebi hayatlarını şekillendiren bir sürecin belgeleri olarak okumak daha doğru olacaktır. Mektupları okuduğumuzda, ayahuasca tecrübesinden önceki Burroughs ve Ginsberg ile sonraki Burroughs ve Ginsberg’ün aynı kişiler olmadıklarını kolaylıkla anlayabiliyoruz. Burroughs bu süreci daha soğukkanlı değerlendirip yaşadığı fiziksel tecrübeleri kitaplarına aktarmayı düşünürken, Ginsberg ise, olaya daha ruhani bir pencereden bakıyor. Bu açıdan baktığımızda ilerleyen yıllarda Burroughs’un Çıplak Şölen’i ya da Nova Üçlemesi’ni nasıl yazdığını anlayabilirken, Ginsberg’ün ise Budizm’e kayış gerekçelerini görebiliyoruz.
Ayahuasca ve Yage hakkında bir başka yazı okumak için>>>
Onur Uludoğan – edebiyathaber.net (5 Haziran 2014)