Gizli kalmayı tercih etmiş bir yazarın dünyasına yolculuk | Metin Celâl

Ocak 5, 2025

Gizli kalmayı tercih etmiş bir yazarın dünyasına yolculuk | Metin Celâl

“Yazar, birer olay anlatmıyor hikâyelerde. Keskin, belirgin çizgilerden kaçınarak, dikkat isteyen, belirsiz yaşantı parçalarını birleştiriyor; çağrışım ve yorumlara açılma gücü için okuyucudan katkılar bekleyen bir ‘iç hayat’ görünümleri çiziyor” demiş Necatigil.”

‘İç hayat’ görünümleri deyimi Selçuk Baran’ın yazarlığını, edebiyat anlayışını en iyi açıklayan deyimlerden bana göre. Eserleriyle yaşayan, yaşamını eserlerinde yeniden kuran bir yazar. Görünmeyi sevmiyor, eserleriyle bilinmek istiyor. Yaşarken pek kıymetinin bilinmemesinde de bu duruşu belirleyici olmuş bana göre. 

Selçuk Baran, 7 Mart 1933 yılında Ankara’da doğmuş. Çok küçük yaşlardan itibaren okumaya ve yazmaya tutkuyla bağlandığı anlaşılıyor. Elde bulunan ilk günlüğü 1948 tarihini taşıyor. 15 yaşındaymış. Bu günlüğün bir sayfasında da önceki günlüğünü yaktığını yazmış. Yani günlük tutmaya daha önce başladığını tahmin edebiliriz. İyi bir yazar olacağını günlüğündeki anlatım gücünden anlamak mümkün.

Ankara Kız Lisesinde okuyor. Günlüğünde ailesinden, arkadaşlarından ve çokça aşklardan, aslında sevmek ve sevilme arzusundan söz ediyor. Edebiyat öğretmeni Nahid Hanım’ın olumlu etkisini, onun gözüne girmek için yaptıklarını anlatıyor. Öğretmenini Orhan Veli’nin büyük aşkı Nahid Fıratlı herhalde. Günlüklerinde Selçuk Veziroğlu’nun daha o yaşlarda kendi kimliğini bulma, oluşturma çabasında olduğunu, varlık sorunlarıyla ilgilendiğini, inanç, din ve tanrı konularını sorguladığını görüyoruz. Samiha Ayverdi ile mektuplaştığını belirtiyor. Onun görüşlerini önemsiyor. Kişiliğinin nasıl geliştiğini, hassas, duyarlı ve yalnız bir yaşamın temellerinde hangi olgular ve duygular olduğunu kendi kaleminde okuyoruz.

Bu hali 1950 yılında girdiği Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde daha da belirginleşiyor. Günlüklerinin bir gün yayınlanacağını düşünmediğinden olsa gerek tüm içtenliği ile duygu ve düşüncelerini anlatıyor. Bu bölümleri bir bildungs roman, oluşum anlatısı olarak okudum. Başarılı, çalışkan bir öğrenci, okulları hep pekiyi ile bitirmiş. Hukuk Fakültesi’nden de pekiyi ile ve üçüncülükle mezun olmuş. Amacı akademisyen olmak. Daha ilk yıllarda bunun için çalışıyor, profesörlerin gözüne girmek için uğraşıyor.

İki yıl Berlin Üniversitesinde yüksek lisans eğitimi görmüş. Almanya’dan 1956’da tatil için dönüşü sırasında, gemiyle İtalya üzerinden Türkiye’ye gelirken opera ve şan sanatçısı Ayhan Baran’la tanışması geleceğe ilişkin planları değiştirmiş. 3 Nisan 1957’de evlenmişler. Bu seyahatin notları da var ama Selçuk Baran günlüklerinde esas olarak duygu ve düşüncelerini ele alıyor, davranışlarını değerlendiriyor, bilgi ve inançlarını sorguluyor. Allah’a inanmak ve din en çok dert ettiği konular olarak sık sık karşımıza çıkıyor. En çok okuduğu, sözünü ettiği yazar Andre Gide. Okuduğu kitaplardan söz ederken de yaklaşımı böyle. Kendiyle hesaplaşmalarını sürdürürken nasıl yalnızlaştığını, diğer insanlardan uzaklaştığını izliyorsunuz.

Almanya’dan dönüp evlendikten kısa bir süre sonra, 1958 yılında, mezun olduğu Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesinin Bankacılık ve Ticaret Hukuku Enstitüsünde çalışmaya başlamış. On yıl çalıştıktan sonra işten ayrılıp eve çekilmiş ve günlerini ev işleri ve yazmakla geçirmiş. Günlüğün bu yıllarla ilgili sayfalarında kocasıyla ve iki kızıyla ilişkileri sayfalara yansırken yazarlığının nasıl geliştiğini de okuyoruz.  

Selçuk Baran 15 yaşından beri düzenli bir şekilde günlük tutar ama yazarlığa başlaması, yazdıklarını yayınlaması geç olur. Bir söyleşisinde “Yeterli bir yaşam deneyimi geçirmeden yazı yazmamaya karar verdim. O zaman kendime kırk yaş diye bir başlangıç yaşı koymuştum. 35 yaşımda yazmaya başladım” demiş.

Onu öykü ve romanlarıyla tanısak da yazmaya şiirle başladığı ve ciddi bir şiir okuru olduğu da anlaşılıyor. Çok sayıda şiir yazmış. Edip Cansever, Turgut Uyar, İlhan Berk, Cemal Süreya, Gülten Akın gibi çağdaşlarını izliyor. Zaten daha sonra onlarla dostluklar da kurmuş.

1968 yılında ilk öyküsü “Çocuğun Biri “ Yeditepe dergisinde yayımlanmış. Papirüs, Hisar, Türk Dili, Yeni Edebiyat gibi dergilerde öyküleri çıkmış. 1972’de ilk öykü kitabı “Haziran” yayınlanmış ve bu kitapla Türk Dil Kurumu hikâye ödülünü kazanmış. Milliyet Yayınları Roman Yarışması’nda mansiyon ödülü alan ilk romanı “Bir Solgun Adam” da aynı yıl yayınlanmış.

“Anaların Hakkı” Eylül 1977’de basılmış ve 1978 Sait Faik Hikâye Armağanı’nı Adnan Özyalçıner’in “Gözleri Bağlı Adam” adlı yapıtıyla paylaşmış. 1977’de yazdığı “Bozkır Çiçekleri” ile 1979 yılı Milliyet Roman Yarışması’na katılmış ve mansiyon kazanmış. O yılın birincileri Orhan Pamuk ve Mehmet Eroğlu. Ama yayınlanmamış eserlere verilen ödülü kazananların kitaplarını yayınlatması sanıyorum 12 Eylül 1980 Askeri darbesinin de etkisi ile oldukça gecikmiş. “Bozkır Çiçekleri” de yazılışından on yıl sonra, 1987’de kitaplaşabilmiş. 1984’te “Kış Yolculuğu” ve “Tortu” adlı iki öykü kitabı yayınlamış.

İlk öyküleri yayınlanmaya başladığında edebiyat çevreleri ile de tanışıyor. Tomris ve Turgut Uyar’la yakın dostlukları oluyor. Adalet Ağaoğlu, Erdal Öz, İlhan Berk , Füsun Akatlı, Cemal Süreya sıkça görüştüğü dostlarından. Selçuk Baran bu dostlukları günlüklerine de yansıtmış.

1980’li yıllarda hem özel hayatında hem de ilişkilerinde değişiklikler olacak, İstanbul’a yerleşecek, kocasından boşanacak ve dostlarından uzaklaşacaktır. Yayınlatma konusunda da çekimserdir. Selim İleri gibi vefalı dostları olmasa belki hiç yayınlayamayacaktır. Yayınlanan son öyküsü Selim İleri’nin yönettiği Argos dergisinin Eylül 1991 sayısında çıkan “Sen, Ben ve Diğerleri” olmuş.

Selçuk Baran “Türk okuyucusuna bir türlü ulaşama”dığı düşüncesiyle 1994’te yazmamaya karar verdiğini söylemiş.  1992’de “Arjantin Tangoları” ve 1996’da çocuklar için yazdığı “Porselen Bebek” adlı öykü kitapları yayınlanmış olsa da bu fikrinin değişmediği anlaşılıyor. 4 Kasım 1999 sabahı mide kanması geçirip hayata gözlerini yummuş.

7 öykü kitabı, biri vefatından sonra yayınlanan üç romanı var. Radyo için ve tiyatro oyunları da var. Bütün eserleri 2000’li yıllarda Yapı Kredi Yayınları’ndan yeniden, özenli baskılarla çıktı. Bu yayınlar bir anlamda Selçuk Baran’ın ölümünden sonra da olsa yeniden keşfi sayılabilir. Edebi çevrelerin, genç yazarların çok ilgisini çekti. Araştırmalar yapıldı, yazılar yayınlandı.

Yavuz Türk’ün yayına hazırladığı “Günlükler (1948-1989)”, Selçuk Baran’ın 15 yaşında başlayıp 56 yaşına kadar çeşitli aralıklarla yazmayı sürdürdüğü 12 defterden meydana geliyor.  Günlükler’de Selçuk Baran’ın bireysel ve entelektüel gelişimini izlerken kendi kaleminden aşklarını, dostluklarını, aile hayatını ve yazarlık serüvenini ve çeşitli önemli eserlerden yola çıkarak topluma ve hayata bakışını öğreniyoruz. Gizli kalmış bir yazarın kendi kaleminden keşfi de diyebiliriz. Umarım iyi bir başlangıç olur ve bu değerli yazar yeni okurlarla buluşur, hak ettiği değeri kazanır.

  • Günlükler (1948-1989), Selçuk Baran, Can yay. Aralık 2024.

Yorum yapın