“- Bundan önceki anılarımı tümüyle yok sayma kararıyla geldim buraya. Daha öncesindense… bir kutu var sadece. Mavi ciltli bir defter, mavi bir pelerin, kırık bir mavi fincan, birkaç parça daha anlamsız eşya var içinde. Kimden, nasıl, neden kalmış; hâlâ bilmiyorum. Pek de ilgilenmedim açıkçası.” (Nihan Kaya – “Gizli Özne”, Dergâh Yayınları, sayfa 33)
Hemen herkesin hayatında manevi değeri bulunan küçük küçük objeler vardır. Bu objeler, pek çoklarınca anlamsız eşya kalabalığı olsa da bizim için değer taşır ve mezarımıza değin bizimle birlikte hayatı solur; aslında cansızdırlar ama biz onları anlamlarıyla canlandırmışızdır. Hatıralarıyla duygusal bir bağı çoktan kurmuşuzdur. Ömrün içinde koştururken bir an gelip de daraldığımızda yeri doldurulamaz boşluklar yaratarak nefeslenmemize vesile olurlar. Kitabın ana kahramanı Revnâ da geçmişten şimdiye doğru sürüklediği kutusunun içindeki hatıralarla, imgelerle birlikte romana katılır.
Ölen nişanlısı Reha’nın ailesiyle ‘ilk defa’ tanışmak üzere onların evine gittiğinde roman olağan hali ile başlamış bulunur. “Gizli Özne”, iki ana kahraman ve bu iki kahramanın yollarının bir şekilde kesişmesinin romanıdır: Revnâ ve Bihter. Nihan Kaya, Revnâ karakteriyle; hayat koşullarının kendisini zorladığı ve ayakta kalmak için daha fazla mücadele etmek durumunda olan bir karakterin resmini çizer. Bu tutunmak zorunda oluş hali Revnâ’yı Cemre ile buluşturur; Revnâ, lisede eğitimini aldığı hemşirelik sıfatıyla Yanık Köşk’te Cemre için çalışmaya başlar. Onun aslında psikolojik olan sorunlarını çözmeye uğraşır; aşırı ilgisizlikten kendini hayata karşı soyutlamış bir karakterdir Cemre. Bu onun bir çeşit kafa tutuş biçimidir. Ailesindeki esrarengizlikler Revnâ’yı şaşırtır. Geçmişin hatıralarıyla dolu olan ve şimdiki zamanın unutulduğu bir köşktür çalıştığı yer. Revnâ, ressam olma tutkusuyladır; geçimini sağlamak için de paraya ihtiyacı vardır; tek başına olmanın zorluğunu iliklerine kadar hissederek romanın içinde ilerler. Düzenli yaşayışlarıyla iş dönüşlerinde gidebilecekleri bir eve sahip insanların hayatlarına karşı hayranlık ve özlem duymaktadır. Rehâ ile kurmayı planladığı böyle bir hayatın düşü Rehâ’nın trafik kazasında ölmesi ile son bulur. Rehâ onu ailesi ile tanıştırmak istese de Revnâ, kendi ailesinin olmayışını omuzlarına binen ağır yüküyle sorun edip her keresinde tanışmayı reddeder. En sonunda kendi aralarında nişanlanırlar. Revnâ’nın Rehâ ile tanışmasına Cemre’nin ruhsal rahatsızlığı vesiledir. Cemre’yi tedavi etmek üzere romana dâhil olan Rehâ, orada Revnâ ile tanışır. Okulunda Revnâ ile bağlantı kuracak olan Seray vardır. Seray, derme çatma bir kulübede kardeşleriyle yaşayan ve evin bütün yükünü kendisinin yüklendiği; şartlarının zorluğuna rağmen mutlu, umutlu, dirençli duran güçlü bir karakterdir. Kitabın sonlarına doğru ise Cemre’nin de bir hayal ürünü olduğu gerçeği ile okuyucu ürperir. Okunurken hafızaya çizilen pek çok resmin aslında Revnâ’nın şizofrenik sanrıları olması ile şaşakalınır.
Kahve kokusu imgelemiyle başlayan roman yine kahve kokusu ile son bulur.
Bihter’se daha çok bastırılmış bir karakteri imler. Onunla ilk tanışıklıkta okuyucuya güvensiz, sessiz, toplumdan ayrıksı duran, nevi şahsına münhasır ürkek bir kızla tanıştığı izlenimi verilir. Bihter’in ‘böyle’ oluşunun özünde çevrenin kendisine olan bakışı vardır. Gerçek insanlardan uzaklaşmış, hayali arkadaşlarıyla bambaşka bir dünyanın kapılarını aralamıştır. Ona beceriksizliği, zekâsının kıtlığı aşılandığı için o kendisini çevrenin algılama biçimi kadar tanıyabilmiştir. -Öyle ki ilkokula başladığında annesinden ilk defa ayrıldığında bile annesinden ayrıldığını değil de başarısız olacağını düşünerek çok kere ağlar.- Kıvrak zekâlı abisinin zıttı konumunda olması ve bunun suçluluğunu çocuk kalbinde günden güne yeşertmesi onu kendi içinde yaşamaya itmiş, içinde hayali bir dünyayı yaratmıştır. Lise sınavları için seçtikleri özel öğretmenin Bihter’deki azmi ve başarıyı fark etmesiyle Bihter’in kaderi döner ve zekâsının eksik olduğu yaftası üzerinden kalkar. Nitekim lise sınavlarında oldukça yüksek bir başarı gösterir. Ancak peşini bırakmayan ‘o’ vardır içinde. ‘O’nun ne olduğunu kendisi de bilmiyordur ama ‘o’ geldiğinde sürekli koşma isteği, duvarlara parmaklarını sürtme dürtüsü içinde doğuvermekte ve bu hali çok kere başını derde sokmaktadır. Yine geçirdiği nöbetlerden birinde okul kütüphanesinde Kemal ile karşılaşır. Kemal daha sonra kocası olacaktır. İlk başlarda Kemal, Bihter’in bu nöbetlerini sevimli bulur; daha sonraları tahammül edemez hale gelir. Hamile kalır; çocuğu daha doğmadan ölür. Bihter, ruhunun bütün noktalarında acı çeken bir halle kuşanır. Roman boyunca acısı dinmez.
Nihan Kaya, karakterinin ağzından ‘o’ için şöyle der: “Bir de, çok nadir olarak, kimsenin isim veremedikleri vardır. Bildikleri hiçbir şeye benzetemezler “o”nu. Bir isim koyamazlar. Halbuki isim koymak, insanoğlunun ilk alışkanlıklarındandır. Bu benzetemeyiş bu yüzden can sıkar. “O”nu ya bir yolunu bulup yadsır, ya benzetebildikleri en yakın şeyle isimlendirme sevdasına tutulur, ya da, kolayını bulup kötüler, “o”nun bir hastalık, bir tür delilik olduğunu söyleyip geçerler. Sizi anlamıyorlarsa “deli” olmak, aslında, kimseye benzememek demektir.” (sayfa 221)
Revnâ’nın hayranı olduğu hayat biçimi Bihter’dedir. İkisi de hayatlarından memnun olmayan karakterlerdir. Revnâ, “onlar” adı ile nitelediği birtakım ayrıcalıklı gruba karışmaya isteklidir. Bihter ise “onlar”ın içinde yaşayan ve içinde nefes alıp verdiği bu gruptan boğulan ve kaçmak isteyen insanı anlatır. Yaşadıkları ruhsal çalkantılar, savaşlar Revnâ ve Bihter’in ortak özelliklerindendir.
Henüz yirmi dört yaşındayken yazılan bu psikolojik roman, -aldığı psikoloji eğitiminin de hakkını verdiğini düşündürten- Nihan Kaya’nın ilk romanı olma özelliğinde. Bir insanın karmaşık ruh dünyası gibi iç içe katmanlardan, sarmallardan oluşuyor Gizli Özne. Eserin biçimsel özelliklerinde ilk dikkati çeken nokta dilindeki duruluk ve anlatımındaki yoğunluk. Dil hâkimiyetiyle her cümlesinin özenli yazıldığı aşikâr olan roman, daima canlı tutulması gereken bir dikkatle okunmayı gerektiriyor. Bihter ve Revnâ’nın hayatı olmak üzere iki ayrı dünyayı anlatıyor gibi görünmesine rağmen esasen ortak bir derdi paylaşıyor: Toplumun dışına itilen insanın kendi içine kapanması sürecinde ruhunda meydana gelen çatlaklar, kanamalar, ağrılar… Gizli Özne ile ruhunun penceresinden yağmakta olan yağmuru izleyen ezilmiş insanın kendi içinde kopan fırtınalarına, dramlarına şahit olunuyor. Roman, içinde bir yerlerde yağmurdan sonra çıkması ümit edilen güneş sıcaklığını barındırıyor. Tahterevallinin bir ucundaki ruhları acı dolu karakterler ile diğer ucundaki daha ‘normal’ karakterlerle romanda dengelenme sağlanmış. -Böylece tam ortada konumlanmakla birlikte uçlara da değinen ama neticede dengede kalmayı başaran özellikli bir romanı sunar Gizli Özne.- Bilinçaltının dar odalarında gezinerek ruhundaki boğmacaya bir çıkar yol bulmaya çalışan insanı da tanıtıyor, bencilliği ile dünyaya bakışı körelen insanı da anlatıyor. Kurgusundaki düğümlerin hemen çözülemeyişi ve hepsinin birbiri içine geçmiş olması romanı oldukça zorlaştırmış. Zaman akışının düzenli olmayışı; -Bihter’in babaannesinin ölümü sonrasında sanki babaanne ölmemişçesine onun romanda yürümeye devam etmesi-, kitap yazıldıktan sonra bölümlerin sırasında değişiklikler yapıldığı izlenimi uyandırıyor. Bu durum eserin karmaşıklaşmasına sebep olurken onu farklılaştırmış. Nihan Kaya eserinin başında kahramanlarının neler yaptığını anlatmış ve sonra en başta anlatılandan yola çıkarak okuyucusunun zihnine yeni yeni soru işaretleri bırakmış. Gitgide ve iç içe açılarak ilerleyen bir roman. Rehâ’nın ve Revnâ’nın nişanlanmış olduğu kitabın en başında anlatılmış ve bu nişanla ilgili bilgiler kitabın sonuna doğru verilmiş. Bu da romanı sürükleyici kılan sebeplerden bir tanesidir. Diğer yandan Revnâ’nın daha önce hiç gitmediği Rehâ’nın evine olan ziyareti askıda bırakılan bir soru işareti olarak eserde kalmış.
“İşte Rehâ, senin doğduğun an, artık Bihter’in ölüp, benim doğduğum andı. Bihter ömrü boyunca bana hamile kaldı. Doğmak içinse seni beklemişim meğer. Sen, Rehâ, benim zaferimsin. Bebeğini “koş”arken kaybetmeye yazgılı Bihter’in, doğurduğu çocuksun. Benim oğlumsun.” (sayfa 226) cümlesiyle tüm anlatılanların Revnâ’nın bir sanrısı olduğu kanısına varılıyor. Ve askıda kalan soru –Revnâ’nın Rehâ’nın evine gitmesi- açıklık kazanıyor.
Gizli Özne, kurgusuyla okuyucuyu zaman zaman zorlayıp roman içinde geri dönüşlere mecbur kılsa bile dili kullanmadaki başarısı ile göze çarpıyor.
Revnâ’nın gerçekle hayal arasında kurduğu ağ, Nihan Kaya’nın duru dili ve üslubundaki akıcılığı ile okuyucusunu Gizli Özne’ye davet eden çağrışımları besliyor.
“Anladım; gerçeğe dair tüm düşüncelerimiz birer kuruntudan ibaretmiş. Meğer hayat “ansızın”la eş anlamlıymış. Boynunda fular, başında şapka, ağzında piposu olan ressamlar, eskimiş dantel yakalar, ipek çarşaflar; hepsi aslında yalanmış. Tek gerçek varmış; o da “şu an”mış.” (sayfa 227-228)
Mavi Tuğba Ateş – edebiyathaber.net (31 Temmuz 2014)