“1931 yılında Erzincan’da doğdum. Bir doğum günüm yoktur benim” der Cemal Süreya. Kendisi seçer doğum gününü; bir ara 10 Ağustos der, sonra 4 Marta çevirir. 1931 senesinde Erzincan’da doğan nüfusa kayıtlı 185 erkek çocuktan biri…
O tarihte Erzincan, Türkiye’nin yolu en az bölgesi. Sokaklarında kaldırım yok. Meyve ve sebzelerin eski tadı olmasa da Trabzon, Erzurum ve Kars bölgesinin ihtiyacını karşılıyor. Fasulye ve hayvan ürünlerinde Türkiye çapında pazarı var. Ortaokul sayısı iki.
1047’de başlayan depremler, birkaç önemli yapı dışında eski uygarlıkların izlerini silip süpürmüş, Türk’ü, Kürt’ü, Ermeni’si, Rum’uyla bütün halk yoksul.
İlhan Berk’e göre, “Erzincan Türkçe’nin en çığlıklı, en çın çın sesisi”dir. “Er zin can!”
1900’lerin ilk on yılı, Kamer Bey ve Hatice Hanım’ın dört çocukları olur: Fatma, Memo, Hüseyin ve Hasan. Erzincan’ın hatırı sayılır, varlıklı ailelerinden. Hatice Hanım baba tarafından da varlıklı. Önünden dere akan, geniş bahçeli bir evde oturururlar. Birinci Dünya Savaşı’ndan kaçıp köylere sığınmak zorundan kalsalar da, esas olarak bu evde büyür çocuklar. Ataerkil bir aile düzenine sahip ailede Kamer Bey’in ölümünden sonra, yerini, ailenin büyük oğlu -tek okumuşu, idadi mezunu- Memo alır. Hatice Hanım, kocasının ölümünden sonra mallarını satıp oğullarına sermaye yapar. Böylece Memo ve Hüseyin nakliyeciliğe başlarlar.
Hüseyin Bey İstanbul’a bu gidiş geliş sırasında Karatuş Köyü’nden bir geçişinde, kara kaşlı, kara gözlü bir kıza aşık olur. Kızın adı Gülbeyaz, nüfus kaydındaki adı Güllü. Alevi bir aileden, Zaza kızı. Annesini küçük yaşta keybetmiş, babası Çanakkale’de şehit düşmüş, kardeşleriyle onu amcası büyütmüş. Gülbeyaz da Hüseyin’e aşık olur. Ve bir sabah ağabeyi Memo ile birlikte kaçırırlar kızı. Böylece Gülbeyaz, Karatuş Köyü’nden Erzincan’daki büyük eve gelin gelir. Bu evlilikten önce Cemalettin, sonra Kemal, Perihan ve Ayten dünyaya gelir. Kemal, bir yaşındayken ölür.
Cemal Süreya adıyla tanıdığımız Cemalettin Seber’in ana tarafı da baba tarafı da Kürt’tür. Ancak evde Türkçe konuşulur. Cemal Süreya da kardeşleri de Kürtçe bilmezler. Bir özlem olarak içinde kalır Kürtçe. Son yıllarından eşi Birsen Hanım’a, “insanın ana dilini bilmemesi ne kötü” diyecek, eşinin de desteğiyle Kürtçe öğrenmeye niyetlenecektir. Bunun için için alfabe bulunur. Tam derslere başlamak üzereyken 12 Eylül darbesinin gelmesiyle, ortadan kaldırılan kitaplarla birlikte alfabe de yok olur.
6 yaşına kadar mutlu bir çocukluk geçiren Cemalettin, ailesinin soyadını sürdürecek ilk erkek çocuk olması nedeniyle yaşının üstünde yetkilerle donatılır. Töre gereği sofralar, erkekler ve kadınlar için ayrı kurulur. Cemalettin’in yeri amcası Memo’nun yanı…
Cemalettin, zayıf çelimsiz, hastalıklı bir çocuk. Zamanla havale geçiriyor. Annesinin gözü hep üstünde. Her defasında sütünü içmemek için direnen, inatçı oğluna süt içirebilmenin tek yolunu Kerem ve Aslı’yı okumakta bulur. Kendi deyişiyle hayatını sarsan “on”dan biri. Şairlik duygusunun ilk uyanışı olarak anımsayacak Kerem ile Aslı hikayelerini…
Cemal Süreya şairliğinin yanı sıra eleştirmendi de ve kötü yazıya hiç tahammülü yoktu! Ahmet Say anılarında anlatıyor; “Cemal, sadece büyük bir şair değil, değerli bir eleştirmen, düşünce yazarıydı. Hiç unutamıyorum, 19710’li yıllarda öteden beri “estetikçi” olarak tanınmış ve yetkinliği kabul edilmiş eski kuşaktan ünlü bir profesör yazarı, inanın bir yazıda yedi bitirdi. Adamcağız bir daha yazı yazmadı, yazamadı…”
Ve sürgünle altüst olan hayatlar… Cemalettin ve ailesi de sürgünler arasındadır..
“Ben bir yük vagonunda açtım gözlerimi
Bizi bir kamyona doldular. Tüfekli iki erin nezaretinde. Sonra iki erle yük vagonuna doldular. Günlerce yolculuktan sonra bir köye atılar. Tarih öncesi köpekler havlıyordu. Aklımdan hiç çıkmaz o yolculuk, o havlamalar, polisler. Duyarlığım biraz da o çocukluk izlenimleriyle besleniyor belki. Annem sürgünde öldü, babam sürgünde…”
Şeyh Said Ayaklanması’ndan sonra çıkarılan Yasak Bölgeler Kanunu’yla Kürtlerin yaşadığı yerler çeşitli derecelerde yasak bölgelere ayrılmıştır. Kürtlerin yoğunlukta olduğu yerlere, içeriden ve dışarıdan getirilen Türk göçmenler, Türklerin yaşadığı ikinci bölgeye de sürgünler yerleştirilir. Üçüncü bölge ise ayaklanmaların merkezi olduğundan buralar tamamen boşaltılır, iskan ve ikamet yasaklanır.
Yasaya dayanarak 500.000 kişi, yerinden, yerinden, yurdundan alınarak ikinciyi bölgeye yerleştirilir. Sürgünler arasındaki Cemal Süreya ve ailesine de yerleşim planında Bilecik ili gösterilir. Kardeşi Ayten’in söylediğine göre, aslında bu sürgün Hüseyin Bey’in ağabeyi Memo’nun sürgünü. Memo, kendisini makama çağıran valiye yumruk atmış ve her şey ondan sonra oluyor. Emir akşama gelir:”Üç gün içinde Erzincan’ı terk edin!”
Ağabeyini yalnız bırakmamak için Hüseyin Bey de yollara düşer. Sürgün, bir yük vagonu olan trenle gerçekleşir. Cemalettin’in trene ilk binişi. Yüreklerinde ölüm korkusu… Nereye götürüldüklerini bilmiyorlar…
“Tren düdüğü kalkışta ve varışta benim için her zaman ağlatı içermiştir. Kalkışta ayrılık, varışta burun kemiğinde uzun bir sızı. İkisinde de acı ve hüzün…”
Sürgünün altıncı gününde annesini kaydeber. Cemalettin henüz yedi, annesi yirmi üç yaşında..
“Annem çok küçükken öldü
Beni öp sonra doğur beni…”
Unutamadıkları, Bilecik halkının sevecenliği. İlk kez gördükleri bu insanlar akrabadan daha yakın olmuş onlara! Horlamamış, itip, kakmamışlar, bağırlarına basmışlar…
Kaynaklar:
- Cemal Süreya, Şairin Hayatı Şiire Dahil, Feyza Perinçek-Nursel Duruel, Can Yayınları
- Ahmet Say, Ağaçlar Çiçekteydi, Evrensel Basım Yayın
edebiyathaber.net (15 Ocak 2024)