“Mülteci olgusunun var olması ulus devletin üstüne kurulduğu devlet-vatandaş ya da vatandaş-toprak ilişkisinin kırıldığının bir manifestosudur…”
Kitleler halinde ya da bireysel olarak insanlar neden göç ederler? Sorunun yanıtı biraz karmaşık aslında. Zira göç olgusu, günlük hayatımızın merkezine oturmuş bulunuyor. Ancak ne kadar göç olgusuyla iç içe olursak olalım, yine de anlamakta zorlanmadığımız söylenemez! Anlamadığımız birkaç şeyin başında da devletlerin politikalarının geldiğini belirtmek gerekiyor. Zira neresinden bakılırsa bakılsın yerinden edilenlerin yaşayacağı olumsuzlukların hacmi, tümüyle devlet ve benzeri aktörlerin vereceği tepkilerle ilintili bulunuyor.
Günümüzde sıkça dile getirilen uluslararası ilişkilere gelince, ikinci planda kalıyor. Zira siyasi karar alıcılar ve uygulayıcılar olarak asıl aktör devlet(ler). Göç ve mültecilik olgusunun tarihsel arka planında ulus devlet var. Yani ulus devletlerin ortaya çıkmasıyla (17.yy) göç olgusu da hayata geçmiş oluyor. Uluslararası ilişkilere gelince, “devletlerin davranışlarını ve ilişkilerini açıklayabilmek için” geliştirilmiş bulunurken, bu olgular da genellikle “savaş ve barış ile ilgili büyük soruları cevaplamak için” kullanılıyor. Uluslararası ilişkiler ve siyaset biliminin diğer alanları arasındaki ayrım ise, “ülke içindeki ve uluslararası politika arasında varsayılan bir ayrım üzerine” kurgulanıyor.
Devletler ve küresel politika…
Konuyu daha iyi anlayabilmek için şu saptamanın altını çizmekte yarar var: “Yerel seviyede egemen yetkiyi kullanan bir hükümet vardır. Uluslararası seviyede ise bu şekilde bir otorite yoktur…” Küresel politik eğilimlerin zorunlu göçün neden ve sonuçlarıyla birlikte kavramlar arasındaki ilişkiye ışık tutacağı beklense de bunun mümkün olmadığı anlaşılıyor. “Uluslararası ilişkiler ya da zorunu göç araştırmaları içinden Uluslararası ilişkilerin zorunlu göçü anlamak için neler sağlayabileceği konusunda sistemli bir çalışma yapılmamıştır… Zorunlu Göç Araştırmaları içindeki çalışmalar uluslararası ilişkiler teorisini zorunlu göçün uygulamaları için kullanır; uluslararası ilişkiler içindeki çalışmalar ampirik verileri uluslararası ilişkiler teorisini geliştirmek için kullanır. Ancak bu iki alt disiplin Uluslararası İlişkiler teorisinin olgularının zorunlu göç alanına uygulanmasına ilişkin sistematik biçimde entegre olmamıştır…”
Alaxander Betts, Zorunlu Göç ve Küresel Politika adlı çalışmasında göç olgusunu masaya yatırıyor. Zorunlu Göç ve Uluslararası İlişkiler Profesörü olan Betts, Oxford Üniversitesi Mülteci Araştırmaları Bölümü’nün direktörü olarak, göçle ilgili gelişmelere oldukça hakim. Kitap ise, yaşanmakta olan göç sorunsalının uluslararası ilişkiler olgularını bir başlık altında topluyor. Böylelikle de bir literatür haline gelip, zorunlu göçün uluslararası konularını uluslararası ilişkiler disiplini içine yerleştirerek, zorunlu göçle ilgili yeni incelemeler için önemli bir olanak sunuyor.
Sorunun boyutuna rağmen…
Ama asıl olarak kitaptaki ana izleğin çok önemli bir eksikliği açığa çıkarmak üzerine odaklandığını söylemeliyiz. Şöyle ki, zorunlu göç ve küresel politika konularında üniversitelerde -artan oranda- dersler verilmesine rağmen, “Uluslararası İlişkilere giriş ve bu konuların Zorunlu Göç’ün incelenmesi için kullanılması konusunda” herhangi bir çalışma bulunmuyor. Bundan dolayı ki kitapta, Uluslararası İlişkiler Teorileri, Egemenlik ve Devlet Sistemi, Güvenlik, Uluslararası İşbirliği, Küresel Yerleşim, Kuzey-Güney İlişkileri ve Uluslararası Siyaset Ekonomi, Küreselleşme, Bölgecilik başlıkları altında yapılan saptama, analiz ve örnekler çok önemli.
Belirtildiği gibi uluslararası ilişkiler teorisinin uygulanmasına ilişkin “çok az literatür” bulunuyor. Diğer bir yandan da, “zorunlu göç uluslararası ilişkiler teorisinin kendini test edebileceği ve temel olgularını geliştirebileceği ampirik bir alan” yaratıyor. Yazar sözkonusu teoriyi oldukça önemsiyor. Zira açıklanan ve gösterilen “bir çok olgunun entelektüel temelleri uluslararası ilişkiler teorisinin ana bünyesinde” bulunduğundan, kitapta da temel teşkil ediyor. Mülteci olgusu ise, “mülteci sorunun kendisi uluslararası toplumun gelişmekte olan kimliği ve onun parçaları olan egemen devletlerin gelişimi”yle sıkı bir ilişki içinde bulunuyor. Mültecilik sorununun ve göç olgusunun tarihsel arka planının da görürünür kılındığı kitapta, sorunun asıl olarak ulus devletlerin ortaya çıkışıyla birlikte başladığına yönelik saptamanın ise bir kez daha altını çizmek gerekiyor. Buradan hareketle, sorunun çözümünün egemen ulus devlet yapısının değişmesinden geçtiği gözüküyor.
Aysel Sağır – edebiyathaber.net (11 Aralık 2017)