Hong Kong asıllı Kanadalı yazar Pik – Shuen Fung’un yazdığı Gölgeler Ormanı bir ilk roman. Düşbaz Yayınları tarafından Cansu Canseven çevirisi ile yayımlanan Gölgeler Ormanı’nın bir ilk roman olması ilk ilgimi çeken özellik olarak kitaba yaklaşımımı belirleyecek. İlk romanlar -ya da yazarların ilk kitapları- yönlerini yeni oluşturmaya başlarken edebiyat dünyasına ilk adımlarını yeni yeni atmaya başladıkları için her yönden rüzgar yiyerek savrulabilme olasılıkları yüksek oluyor. Fakat Gölgeler Ormanı aile meselesini merkeze aldığı için metnin ayağını bastığı zemin sağlamlaşıyor ve hem kendimiz hem ebeveynlerimiz adına gölgeli taraflarımızla yüzleşme, kendini ispat, suçluluk duygusu, affetme, kaybetme ve yas temaları ile boşluklarını sağlam harçlarla doldurulan hikâye bir ilk roman adına bizleri kendine doğru çekmeyi başarıyor.
“Ailenizde kimse duygulardan bahsetmiyorsa siz nasıl yas tutacaksınız?”
Gölgeler Ormanı’na dair sorulmuş olan bu soru cevabını arayan bir soru cümlesi değil aslında. Can sıkıcı veya can acıtıcı bir tespit. Bilmediğiniz bir konu ile ilgili karşı tarafın sizden yüksek bir beklentisi olması ne kadar tuhaf olabilirse -soruyla ilgili doğru cevabı bulsanız bile- tespite tabii bu soruya cevap vermeniz olanaksız. Bir de mesele ailenin ta kendisiyse içinden çıkılması zor bir bilinmezliğin içine düşmüşsünüz demektir. İsimsiz anlatıcımız tam da böyle bir bilinmezliğin içinde hissettiği tüm duyguları anlatıyor bize.
“Lik bak chung sam, dedi bana. Bunun ne anlama geldiğini biliyor musun? Kalbinin istediği ama senin yapamadığının şeyi tanımlıyor bu cümle. Bu, huzursuz edici bir his. Bir şeyi yapmak istemenin ama onu yapamamanın hissi.”
İsimsiz anlatıcımız hikayenin odağına tam da bahsettiği bu hissi koyuyor. Kişinin dışarıda birçok bilinmez ile mücadelesinin sebebi olan aileye dair suçluluk duygusu, kayıplar, yas baş edilemez faktörler elbet. Fakat rollerin yer değiştirdiği, çocukların ebeveyn olmak zorunda kaldığı ailelerde kişi aslında kendi yasını nasıl tutacağını bilemiyor. Mustarip olunan konu anne babadan çıkarak size döndüğünde, yani yetişkin olarak artık bir şeylere uyandığınızda oksijen maskesini aslında ilk kendinize takacak olma bilgisinden yoksun olarak irtifa kaybetmeniz size bahsedilmemiş duygularla birlikte sert zemine çakılmanıza sebebiyet veriyor. Pik – Shuen Fung bu duyguları çok içerden yaşamamış olsaydı bu kadar etkili anlatabilir miydi?
“Babam öleli yirmi bir gün oldu, balkonumun korkuluğuna bir kuş tünedi. Kahverengiydi. Uzun süre durdu orada.”
Gölgeler Ormanı’nda yas böyle başlıyor. Baba ölümüyle. Fakat hikayesini bize şimdiki zamanın içinden anlatan isimsiz anlatıcımız zamanda ileri ve geri giderek bir türlü yaşanamayan yasın sebeplerini ana başlıklarıyla anlatmaya başlar.
1997 yılının Hong Kong’una gidiyoruz. Hong Kong üzerindeki egemenliğinin Birleşik Krallıktan Çin’e geçmesiyle dört kişilik ailemiz Kanada’ya taşınır. Hong Kong’lu pek çok astronot baba gibi çalışmak için Hong Kong’da kalan baba hem kendisine hem de ülkeye duyulan özlemin sembolü olur. İsimsiz anlatıcımızın anlattıklarını okuduğumuzda özlemden daha baskın ve bastırılmış duyguları olduğunu anlarız. Biricik olamama, sevildiğini düşünmeme ve ne kadar iyi şeyler yaparsa yapsın onaylanmamadan kaynaklı hayal kırıklıkları isimsiz anlatıcımızın peşini bırakmamıştır. Salondan mutfağa geçerken ne alacağını unutan anlatıcımızın hafızası geçmişte babasıyla yaşadığı her ayrıntı adına nerdeyse tıkır tıkır çalışmaya başlamıştır.
Ne yaşanmış olursa olsun Kanada’da kendine bir hayat inşa eden anlatıcımız sanata, hatta Çin’in geleneksel el işçiliği ve yaşam felsefesi sanatları olan Feng Shui, tek bir çizgi ile tüm okyanusun çizilebileceği xieyi resmi, geleneksel kaligrafi ile de ilgilenmekte ve tablolar yapmaktadır. Fazlasıyla dikkat ve el emeği isteyen bu geleneksel çalışmalarını belki babasından güzel bir söz duyabilmek adına paylaşır ama hayır, baba tüm bencilliği ile katılığından ödün vermez. İsimsiz anlatıcımızın hafızasında yer etmiş anlardan biri o kadar önemli ki, bu an aslında romanın özeti gibi.
“Resimde ben kahverengi bir kuşa biniyorum. Ağaçtan ağaca yükseliyoruz; her birisi beyaz olduğu kadar da şeffaf ağacalar. Bu etkiyi yaratmak için gri renkte pirinç kağıdının üzerini beyaz suluboyayla aşındırdım.
Resmime de gölgeler ormanı adını verdim.
Babam uzun süre resmin önünde durdu, ellerini arkadan bağlamıştı.
Yüzüme bakmadan, Bence bu tür bir sanat yaptığın için sende sorun olmalı, dedi.
Orada öylece durdum ve babamın uzaklaşmasını izledim, elleri hâlâ arkasındaydı. Galerinin geri kalanını adımlarken ben hep birkaç adım gerisinde durdum.”
Yas yaşadığımız hayal kırıklıkları anlarının birikimi aslında. Zamanla oluşan yas dağına yaslanamamak aynı zamanda yas. Gölgeler Ormanı işte bu birike birike bir dağa dönüşmüş, bilinmezliklerle dolu yas duygusunu anlatıyor. Yaşarken ailesi için varlığını hiç duyumsatmamış babanın yarattığı boşluları isimsiz anlatıcımızın çocuk yaştan itibaren “bunun sorumlusu benim” suçluluk duygusu ile nasıl çaresizce doldurmaya çalıştığını okuyoruz.
Gölgeler Ormanı içimizde gizlediğimiz alana sessizce sızan etkili bir yas romanı. 2022 Rakuten Kobo Edebi Kurmaca Gelecek Vadeden Yazar Ödülü ve Amazon Kanada İlk Roman Ödülü alan Gölgeler Ormanı’nı gözden kaçırmamanızı dilerim. Yayın yönetmenliği ve çeviri için Cansu Canseven’e ve yayıma hazırlayan Özlem Uygun’a teşekkür ederim.
edebiyathaber.net (26 Kasım 2024)