Ölümün tanımı binlerce yıldır bilinen ancak bu bilinmenin de inançtan inanca, kültürden kültüre özgünlükler barındırdığı açık uçlu bir durumdur. Yu Hua’nın Yedinci Gün romanında bilinenlerin ters yüz edildiği bir kurguyla karşılaşıyoruz. İlkin ana karakterin anlatımıyla karşılaştığmızı romanda olay, mekân ve karakterlerin bildiğimiz dünya şablonundan farklı bir yapıda olduğunu çok geçmeden anlıyoruz. Ölülerin diri olarak sürdükleri yaşantıları, hataları, edimleri ve bütün bunlar üzerine düşünceleri, bilmediğimiz fiziksel bir boyutta, ancak düşünce yönü bilindik bir yolla karşımıza çıkıyor.
Romanın ana izleği baba-oğul ilişkisi. Ana karakterin sıra dışı doğumu, biyolojik olmayan bir baba tarafından büyütülmesi, ikisi arasında oluşan güçlü duygusal bağ, kopuşları ve ölümleri, romanın aşama aşama gelişmesinde ortaya çıkan bir çizgiyken bunlara eklemlenen öteki yan olaylar ana olayı destekleyen bir özelliğe sahip. Ana karakterin büyümesi, öğrencilik yılları, evlenmesi, yetişkinlik dönemi ve ölümünün her aşaması güçlü bir roman yaratmada önemli görevler üstlenmiş. Romanın görünür yüzeyinde bireylerin edimleri ve bunların sonucunda bazı durumlar yaşanırken romanın düşünsel arka planında Çin’in inanç sistemi, siyasal düzenin işleyişi ve yolsuzluklara dair anlatımlar ve karakterler üzerinden yapılan çıkarsamalar romanın derin yapısını güçlendiriyor.
Dünyanın birçok ülkesinde artık kronik bir sorun haline gelen kentsel dönüşüm olgusu bu romanda da kendine yer buluyor. Evlerin yıkımı salt fiziki mekânın yıkımı değil, anıların da ortadan kalkmasına ve geçmişe dairliklerin yok olmasına neden oluyor. Başkarakter ve onun tanıdıklarının ölümünden sonra meydana gelen olaylar bize yeni bir okuma ve düşünüş alanı sunuyor. Buradaki düzen, ölenlerin yaşarkenki düzenlerine benziyor. Sınıfsal ayrışma mezar yerleri, kiraları ve yakılma fırınlarında kendini gösteriyor. Çin’deki adaletsiz gelir dağılımlarına açık göndermeler bunlar. Ölülerin toplandığı, sohbet ettiği ve dünyevi kaygılardan arındıkları yerde kurgunun özgünlüğünü gösteren öteki yöne gelince: ölülerin yaşıyorkenki bütün şeyleri hatırlamaları, onlara dair değerlendirmeler ve kendilerine dönük öz eleştiriler yapmaları… Çin’deki aile yapısı, çekirdek ve geniş aileye özgü unsurlar, medyanın kontrol altına alınması, resmi ideolojinin yönlendirmeleri romanda değinilen öbür meseleler…
Romanın iki başat karakterinin yaşamlarının ayrıntılı biçimde anlatıldığı “Yedinci Gün”de duygusal derinlik bu ikilinin ilişkileri üzerinden sağlanmış. Bu ikilinin yaşamıyla ilintili olan öteki önemli yön ise baba karakteri. Biyolojik oğlu olmadığı halde bebeği sahiplenmesi, o var diye kendi yaşamından vazgeçip evlenmeyişi ve ömrü boyunca kendisini adadığı babalık görevini yerine getirmeye çalışması romana duygusal derinlik kazandırıyor. Ölülerin öbür dünyaya ilişkin anımsayamadıkları ya da öldüklerinden sonra ne olup bittiğine dair meraklarını kendilerinden sonra gelen birinden öğrenebilmeleri, kurgu içerinde özgün yaratım olanakları sunuyor. Karakterlere birer anlatıcı olma olanağı veren bu yön, kurgunun farklı ve dikkat çekici yönlere gitmesini de beraberinde getiriyor. Olmuş bitmiş bir olayı yeni baştan başlıyormuş gibi anlatmak dikkat çekici bir teknik olarak göze çarpıyor.
Yu Hua’nın Yedinci Gün romanı Çin’i merkeze alan ve bu ülkeyi başarıyla işleyen bir roman. Bireylerin toplumsal yönleri, siyasal erkin vatandaşlarına yaptıkları, sınıfsal ayrımlar, etki bırakan duygusal ilişkiler, ölüler, diriler ve bunlarla ilintili çok sayıda olayın harmanlandığı metin, dil ve teknik açısından da özgün buluşlar barındırıyor.
Didem Görkay – edebiyathaber.net (13 Ocak 2021)