Yeryüzünden bir ‘sürgün’ geçti. Farklı coğrafyaların yaşam biçimlerine, kültürlerine, dillerine tutkun bir ‘Yurtsuz Juan’. Yazınsal ideali, ‘gezgin derviş’ olan bir yazardı o.
Yıllar önce, İstanbul’da, eserlerini Türkçeye çeviren Neyire Gül Işık’ın “Sizce yaşam nedir?” sorusuna, “Bunu bilsem, yazı yazar mıydım ben?” diye cevap veren Juan Goytisolo, 4 Haziran günü Fas’ın Marakeş kentinde hayatını kaybetti.
‘Beyhude dünya nimetlerinden kaçan, kuralları ve dışsal uygunluk kalıplarını küçümseyen, mürit aramayan, pohpohlanmaya tahammülü olmayan adam’ın öyküsü, 1931 yılında Barcelona’da başladı.
Göçebe bir hayat
Anılarının başladığı o kara günde ise takvim yaprakları 17 Mart 1938’i gösteriyordu. Şehre inen annesi, Barcelona’yı bombalayan uçakların kurbanlarından biriydi. “Hayattaki rolü henüz birinci perde tamamlanmadan ani biçimden sonlanmıştı” diye yazar Goytisolo, ‘Yasak Bölge’de annesinin ardından.
Annesinin ölümü ve İspanya İç Savaşı’nın onulmaz travmasının yanı sıra, ‘Franco’nun görüntüsüne uydurulmuş ve bağrında kendini yabancı bulduğu’ İspanya’dan bir daha dönmemek üzere derin bir ayrılma isteği duyar. Picasso, Casals, Bunuel, Cernuda ve yüzbinlercesi gibi… Göçebe bir hayat başlar Goytisolo için. 1950’lerin ikinci yarısında Paris’e göç eder. Gönüllü sürgünlüğü seçmiştir.
Hiçbir yerde kendini yuvasında hissedemeyen “Yurtsuz Juan”a dönüşecektir. Tek gerçek vatanın ‘dil’ olduğunu keşfeder: “İspanyol dili ve kültürü için gelen tutkum aynı zamanda hem uzun süren bir sürgünlüğün beyhudeliği karşısında bir savunma mekanizması hem de kimlikle ilgili bir arınmaydı. Dili benim seçmediğimi, bilakis onun tarafından seçildiğimi söylemek, sanırım gerçeğe en yakın, en yalın ve doğru ifade olacaktır.”
Artık kendi coğrafyası da yetmeyecektir. “Kapadokya’da Gaudi’nin İzinde” isimli kurmacada Gaudi’ye söylettiği gibi, “İnsanoğlu kendini sürekli yenilemek zorunda (…), çünkü yalnızca esinlenmek yetmez. Avrupa artık ona yetmiyordu, o yüzden buraya geldi.”
Türkiye, Fas ve Özbekistan’ın da aralarında bulunduğu pek çok ülkeye seyahat eder. Yazılarına konu eder, dünyaya anlatır kültürleri. Kapadokya’yı, Erzurum’u, İstanbul’u onun kaleminden bir kez daha okuruz.
Yalnız Quevedo’ya, Gongora’ya, Sterne’e, Flaubert’e, Mallarme ya da Joyce’a değil, İbn Arabi’ye, Ebu Nuvas’a, İbn Hazm’a ya da Mevlana’ya da bağlıdır kendi ifadesiyle: “Paris’te, New York’ta, Marakeş’te, İstanbul’da kendi kültürüme ve dilime başka dillerin ışığında bakmayı, olumlu yanlarını ve eksikliklerini, uyarlama ürünü ya da özgün olan yanlarını karşılaştırma yoluyla ayırt etmeyi öğrendim; özetle, geçerli sayılan değerler ıskalasını bozup, kutsal ve dokunulmaz diye bilinen modele karşıt, kendi değerlerimi oluşturabildim.”
İçinden çıkıp geldiği kültürle de hesaplaşır. “Kökler, çetin bir sorun. İnsan ağaç değil ki, kalkan, yürür gider” diyen yazar 1996 yılında, hayatın sonuna kadar yaşayacağı, Marakeş’e yerleşir.
Saraybosna’da ölüm
Goytisolo, 1990’larda Bosna’da yaşanan drama kayıtsız kalmadı. İki kez gidip gördüğü ‘tabut yapmak için tahtan bulunmayan kent’i, Türkçeye “Kuşatma Hali” adıyla çevrilen romanında ve “Saraybosna Yazıları”nda anlattı.
Batı’nın Bosna’da yaşananlar karşısındaki ikiyüzlülüğünü haykıran Goytisolo, Saraybosna ile İspanyol İç Savaşı, Madrit’in bombalanması ve kuşatılması arasında paralellikler kurar. “Saraybosna Yazıları”nda, “Ölüm” der, “aynı barbarlığın kurbanı olan, Kitab’a inanan herkesi birleştirmiş, eşit kılmış.”
Bosna’nın benzeri bir daha yaşanmasın diye okunması gereken kitabında Goytisolo, “Hiç kimse Saraybosna cehennemine indikten sonra sağ salim geri dönemez. Şehrin trajedisi orada bulunmuş yüreğini belki de bedenini, doğrudan ya da dolaylı suçların ahlaki güvenlik bölgelerinde, en çok zarar verebilecekleri o yerde, patlamaya hazır bir bombaya dönüştürüyor… Bosna trajedisi insan denilen yaratığın mümkün olan bütün ışığını ve bütün iğrençliğini tanımak için benzersiz bir yol.” der.
Cervantes Ödülü
Europalia, Octavio Pa , Juan Rulfo Latin Amerikan ve Karayip Edebiyatı ödüllerinin yanı sıra ülkesi İspanya’nın en prestijli ödülünü 2014 yılında kazandı. Ödül töreninde İspanyol Kültür Bakanı Inigo Mendez de Vigo, Goytisolo’nun, ödüle ismini veren Cervantes’e en yakın kimliğe sahip olduğunu anlatıyordu.
Goytisolo’nun en önemli eserlerinden biri, Türkçeye “Ara Perde” olarak çevrilen romanıdır. Sevdiği kadın, eşi Monique Lange’ın ölümü üzerine kaleme alır. Eseri, “yazınsal vasiyetim” diye niteler. “Yazınsal vasiyeti”nde ölümü anlatır: “Sevdiği kadının gidişiyle kendisine kilitlenen dış dünyaya yaptığı seyrek yolculuklardan birinde, onun en iyi arkadaşıyla yaptığı bir konuşma o iki çaresizlik durumu arasındaki ilintiyi aydınlatmasına yardımcı oldu: duygusal yaşamının apansız kesintiye uğrayışı, bundan yarım yüzyıl önce elçabukluğuyla zihninden siliverdiği annesinin ölümü gerçeğini yeniden su yüzüne çıkarmıştı bilincinde. Sonuçta yeni yarının kanayan noktasına erişmek için eski yarasına geri dönmek zorundaydı demek.”
Goytisolo’dan altı çizili satırlar
“Yazın tarihinin bize öğretmekten bıkmadığı bir şey varsa o da insanın kendi soyunun özgeçmişini, özgün ruhunu yakalamayı hedefleyen özetleyici dargörüşlülüğün onu ancak o geçmişin bir kopyasına ya da karikatürüne, sonuçta beyhudeliğine ilettiğidir.” (s.91, Yeryüzünde Bir Sürgün, Metis, 1992)
“Gerçeklik denen şey, akkor gibi verimli bir metaforun ya da bir bedenin hayali temsilinin bir saniye içinde tarumar edebileceği salt bir kabuktan ibaretti. (s.109, Çekişme Diyarında, YKY, 2011)
Merve Koçak Kurt – edebiyathaber.net (14 Haziran 2017)