Romanda çok seslilik, 18. yüzyılın büyük mektup romanlarından Dostoyevski’ye, 20. yüzyılın ilk çeyreğindeki metropol anlatılarından Kübizmden aldığı ilhamla parçalanmış bütünlüklere dek, anlatıcı retoriğinin ana besin kaynaklarından oldu. Bu kalın damara yerleştirebileceğimiz romanlarda, karakterlerin kişisel hedefleri vesilesiyle bakmaya, görmeye, harekete geçmeye çalıştığını unutmamalı. Edward Carey’nin 2000 tarihli romanında, Gözlemevi Apartmanı sakinlerini güdüleyense başkalarına temas etmeme, kıpırdamama kararlılığı.
Commedia dell’arte’den, kukla gösterilerinden doğan trajik palyaçoların, otomatların yabancısı değiliz elbette; kendimi sadece 20. yüzyılla sınırlasam dahi, Hemingway’in Jake Barnes’ından, Schönberg’in Pierrot’sundan ta popüler kültüre, David Bowie’nin persona’larına dek uzanan o hüzünbazlardan kalabalık bir kümeyi kolayca kurabilirim. Gözlemevi Apartmanı‘nın ana karakterinin, Francis Orme’nin ilkin bir balmumu müzesinde, sonra turistleri eğlendirmek maksadıyla cansız mankenlik yapması tek başına kimseyi yadırgatmayacaktır, dolayısıyla. Carey’nin hem ona hem de apartmanın diğer sakinlerine cansızlıklarıyla narsisist bir aşk hikâyesi kurması, onları iki boyutlu türevler olmaktan çıkararak uzak geçmişi ruhsal istismarla tarumar olmuşlar kümesine dâhil ediyor ama.
İsimsiz bir şehirde, kentin genişledikçe genişlemesi neticesinde bir trafik adasının ortasına sıkışıvermiştir Gözlemevi Apartmanı. Bu dört katlı binanın sakinlerinin de ev sahibinden aşağı kalır yanı yok: Francis’in felçli babası, son yirmi yılını konuşmadan, kıpırdamadan geçirmişken annesi Alice yatalaktır. Emekli öğretmen Peter Bugg’ın canlı olduğunun tek emaresi terlemesi, kokmasıdır. Claire Higgs televizyon bağımlısıdır. Köpek Kadın’ın iletişim yöntemi havlamak, hırlamak, ısırmaktır. İsimsiz Kapıcıysa tıslamakla yetinir.
Francis Orme’nin başkalarına ait 996 nesneyle kurduğu Sevgi Sergisi’ne bakmak yeterli: Nesnelere imrenmektedirler. Yaşamdan âzâde bir varlığın canının yanması, hayal kırıklığına uğraması mümkün değil çünkü. Gözlemevi Apartmanı sakinlerinin o duygusuzluk abideleriyle kurduğu iletişime tek bir titreşim dahi değmesin diye uğraşmalarına şaşmamalı, bu nedenle. Yine bu nedenle, apartmana yeni bir kiracının, Anna Tap’in yerleşmesini elbette hoş görmeyecekler. Hayatını yaşamamak üzerine kurmuş bu kumpanyada bir dengeden söz etmek akıl kârı olmasa da, pek az eşyası bulunan bu yeni kiracının taşınmasıyla terazi parmak parmak kıpırdamaya başlar. Anna’dan kurtulmaya bakarlar ilkin. Fakat hiç hesaba katmadıkları bir şey meydana gelir. Anna’nın başkaları hakkında soru sormaktan çekinmemesinden ötürü, hatırlamaya başlarlar. Onlara kısa sürede Francis’in annesiyle babasının da katılmasıyla, hem Francis’in hem de Gözlemevi Apartmanı’nın geçmişi aydınlanmaya başlayacak. Mutlu son beklemiyor ama bizi. Dur durak bilmeden, engel tanımadan büyüyen şehir, gün gelecek can düşmanları safına elbet hafızayı da dâhil edecek.
Her şey sona erdiğinde, metinden geriye sadece Francis Orme’nin Sevgi Sergisi’nin kalmasına bakıyorum da, hafızasız bir gelecekle cansız nesneler silsilesinden ibaret bir evren arasında, ateşkesin dahi amansız bir felaket olacağına varıyorum. Karşı tarafın saldırısının zayıflattığı kısımlarını çabucak onaracak, onları sınırlarında mayın tarlası olarak kullanmaya başlayacaktır çünkü iki taraf da. Bundandır ki Francis’in Anna’dan sevmeyi hiç öğrenemeden, başkalarının sevdiği nesneleri sevmeye mahkûm kalıp kalmayacağı sorusunu sormaya dilim varmıyor. Romanın son sayfasının ötesindeki hayatındaki mutluluğu üzerine ancak tahminde bulunabiliriz, diyeceğim.
Gözlemevi Apartmanı isimli bu temassızlık şöleninde, Carey’nin çeyrek yüzyıl öncesinden bugünü gördüğünü iddia etmeyeceğim. Fakat romanın okurun gündemine yeniden gelmesi için iyi bir zamanda olduğumuzu söylemeliyim. Sosyal medya sayesinde, dünyanın dört bir yanındaki, görmediğimiz, dokunmadığımız onca insanla, uyanık geçirdiğimiz her saniye temas hâlindeyken, tek başınalığın, yalnızlığın insanlığın daha önce bilmediği bir türünü de tecrübe ediyoruz çünkü. Ölü doğa koleksiyonculuğu için nesnelere uzanmamıza da gerek kalmadı; başkalarına ait serzenişlerin, mutlulukların, şehvetin ya da öfkenin koleksiyonunu yapıyoruz. Mesele artık başkalarına temas edebilmek değil. Her birimizin, bir başkasıyla müşterek temas kurma fırsatını kendine armağan edip etmeyeceği.
edebiyathaber.net (13 Eylül 2024)