“Ne var ki antik rölyeflerde nadir bulunan bir şeye, içine yaşam üflenmiş gibi bir etki bırakan doğal, basit, çocuksu bir çekiciliğe sahipti. Aslında bu duyguyu uyandıran içindeyken tasvir edildiği hareketti herhalde.”
Antik Çağ’dan kalma bir rölyefi saplantı haline getiren genç bir arkeoloğun hikâyesi olan Gradiva ilk kez psikanalitik yönden incelenmiş edebi eser olarak ön plana çıkıyor. 19.yüzyılda Pompei’deki kazılarda bulunan Neo-Attika üslubunda olan rölyef, Pompeili bir kızı tasvir ediyor. Gradiva adlı bu alçak kabartma, edebiyat, sanat ve Freud’un incelemesiyle bir psikanaliz ikonu haline gelmiştir.
Gradiva rölyefini edebi metne dönüştüren Wilhelm Jensen, romanını 1800’lerin sonlarına doğru yazıyor. Jensen, “ilerleyen kadın“ anlamına gelen Gradiva adının, eski ozanların savaşmaya gittiğinde savaş tanrısı Mars Gradivus’a yakıştırdıkları bir sıfat olduğunu belirtiyor.
1902’de Neue Freie Presse adlı Viyana gazetesinde tefrika edilen novella, Freud’un 1907 tarihli incelemesi Jensen’ın Gradiva’sı, Hezeyan ve Düşler’e esin vermiştir. Jung’un önerisiyle okuduğu Gradiva, Freud’un çok ilgisini çekmiş, yapıtı adeta bir psikiyatrik vaka gibi incelemişti. Gradiva, Freud’un bir edebiyat eserini psikanalitik yönden ele almasının basılı ilk ve en kapsamlı örneğini oluşturuyor. Freud parçalı bir geçmişten gün yüzüne çıkardıklarıyla anlamı yeniden inşa etme çabasında, arkeolojiyi psikanaliz için bir metafor olarak görüyor. Kendisi de, arkeolojik bir kazı çalışması gibi psikanaliz ile insan zihnine katman katman indiğini söylemiştir. Freud’a göre fark ederek ya da etmeyerek reddettiğimiz duygular, bilinç düzeyinden daha derinlere hapsolarak oldukları yerden bizlere rahatsızlık verirler. Yazar Gradiva adlı aşk öyküsünden yola çıkarak düşten sanrıya giden yolu ve sanrının iyileştirilmesinin yöntemini irdelerken insan ruhunun derinliklerine projeksiyon tutuyor. Freud incelemeyi kaleme aldıktan birkaç ay sonra Roma’yı ziyaret ettiğinde, rölyefi görmek üzere Vatikan Chiaramonti Müzesi’ne gitmiş ve tıpkı Jensen’ın karakteri gibi bir kopyasını edinip Viyana’daki çalışma odasına asmıştır. Londra’daki Freud Müzesi’ndeki bu kabartmanın bir kopyasına sahip olan arkeoloji tutkunu Freud, Yunan, Roma, Etrüsk gibi medeniyetlerden yaklaşık 3000 buluntuyla odasını adeta bir müze haline getirmiştir.
Son zamanlarda bulunan mektuplar, Freud’un Jensen ile yazıştığını gösteriyor. 1907’de bu çalışmanın bir analizini yayınlayan Freud, romanı “baştan çıkararak tedavi” veya “aşkla tedavi” olarak adlandırılabilecek bir şeyin en iyi örneği ve “Oidipus kompleksinin normal yetişkinlerde de hâlâ aktif olduğuna” dair kanıt olarak görüyordu.
Psikanaliz, hasta ile psikanalist arasında gerçekleşen diyalog yoluyla psikopatolojik vakaları tedavi etmekte kullanılan klinik yöntemdir. Hastaların zihinsel süreçlerinin bilinçdışı unsurlarla olan bağlantılarını ortaya çıkarmaya çalışır. Freud’a göre bilinç dışına itimler yaşantıların kendileri değil, anıları üzerinde gerçekleşirler. Bu istekler gerçeğe doğru dönüştürüldüğünde, daha doğrusu doyurulduğunda karşılaşılacak üzüntü ve pişmanlık duygusundan kaçınılmaktadır. Freud, serbest çağrışımın kullanılması ve çözümlemelerde aktarım sürecinin anahtar olarak ele alınması gibi tedavi yöntemleri geliştirdi. Yeniden tanımlarken çocukluk süreçlerini de buna dâhil ettiği Oidipus kompleksi kavramını psikanalitiğin merkezine yerleştirdi.
Rüyaları arzu ve tatmin yeri kabul ederek hastalarının semptom oluşumlarına ve bastırılmış duygularına dair bulguları rüyaları inceleyerek elde etti. Bu durumu temel aldığı bilinç dışı teorisinde “id”, “ego” ve “süperego”yu içeren bir psişik yapı modeli ortaya koydu. Zihinsel süreçleri etkileyen ve erotik bağlar kuran cinselleştirilmiş dürtü enerjisi libidonun tanımını yaptı.
Psikanalizin babası Freud, sadece Gradiva’yı değil, Dostoyevski ve Shakespeare’in yarattığı bazı karakterleri de psikanaliz açısından değerlendirmiştir. Coetzee’nin Demir Çağı kitabı üzerine de inceleme yazmıştır. Freud “Yazarlar müttefiklerimizdir, yargıları önemlidir. Psikoloji konusunda biz sıradan kişilerin ilerisindedirler. Çünkü henüz bilimin hizmetine sokamadığımız kuyulardan kaynaklardan çekip alırlar bilgilerini” demiştir.
Gradiva’nın yazarı Wilhelm Hermann Jensen, 1837 yılında Almanya’nın Heiligenhafen’de doğdu.1856’da Kiel Üniversitesinde başladığı tıp eğitimini, Würzburg, Jena ve Breslau Üniversitelerinde sürdürdü. Yazarlık kariyeri için doktorluk kariyerini bırakan Jensen, 1865’te Marie Brühl ile evlendi. Yüz elliyi aşkın eseri olan üretken bir yazar olan Jensen’in yalnızca birkaç eseri nispeten popüler oldu. Jensen günümüzde esas olarak Gradiva romanının yazarı olarak hatırlanıyor. En bilinen eserleri arasında İsveçli Karin (1878), Dusenbachlı Gaydacılar (1884), Bir Alsace Hikayesi, Götz ve Gisela (1886), Kara Orman (1892), Eve Dönüş (1894), Hansa Günleri (1885) sayılabilir.
Kitabın ana karakteri Norbert Hanold, Roma’ya özgü dönemsel bir tasvir olan Gradiva’yı Roma’daki antikçağ müzelerinden birini gezerken keşfeder. Almanya’ya döndükten sonra mükemmel bir alçı kopyasını edinip çalışma odasına asar. Rölyefteki genç kadının yürür vaziyetteki hareketinin doğallığı ve figüre çekicilik veren uçarcasına yere basma hareketinin verdiği duyguyla onu soylu bir kadına ya da bereket tanrıçasına benzetir. Her incelediğinde rölyefle ilgili adeta kazıda çıkan bir buluntunun üzerindeki tasvirlerden dönemini bulmaya çalışır gibi tahminler yürütür. Genç arkeolog, rölyefteki kadın tasvirinin sağ ayağını neredeyse dikey konumda tutmasını abartılı bulur ve kendi denemelerinde bunu başaramaz. Sokaklarda dolaşarak Gradiva’nın yürüyüşüne benzeyen örnek arar ancak bulamaz. Zaman zaman bu arayıştan dolayı zor durumda kalır. Bir gece düşünde kendini Pompei’de 79 yılında Vezüv’deki korkunç patlamanın yaşandığı anda bulur. Lav parçaları ve kül yağmuru üstüne yağarken Jüpiter Tapınağı’nın önünde Gradiva’yı görür. Rüyasının ardından Pompei’ye gider. Burada gördüğü yeni evli çiftlere bakarak evliliğin saçmalığını sorgular. Bu yolculuk, genç arkeoloğun rehberliğinde coğrafi bir lezzet sunarken doğa tasvirleri ve Pompei şehrinin anlatımı adeta okura oradaymış hissi verir.
“Işık dalgalarına karşı kendini koruyabilen ve gölgenin gümüş örtüsüne bürünebilen tek bir köşe bile yoktu hiçbir yerde. Bütün yollar, eski duvar kalıntılarının arasında solsunlar diye yere yayılmış beyaz ışıltılı uzun keten kumaş şeritleri gibi uzanıyordu. Ve istisnasız hepsi aynı sessizlikte ve kıpırtısızlıktaydı” (sf.29)
Pompei’deki antik kentte gezinirken güneş ışınlarının silüetini ince bir altın tülle saran, volkanik taşların üzerinden süzülerek yürüyen kadını Gradiva’ya benzetip, düşünde gördüğüyle benzeştirir. İçindeki dürtünün farkına varmadan kalkıp İtalya’ya gelmesinin Roma’da ve Napoli’de durmadan Pompei’ye kadar yola devam etmesinin nedeni rölyefteki kabartmadaki kadını bulma isteğiydi. Çünkü ayak parmakları o kendine özgü yürüyüş tarzıyla külde diğer bütün izlerden ayrılan bir iz bırakmış olmalıydı. Burada karşılaştığı Gradiva‘nın geçit taşlarının üstünden telaşsız salınımlı hareketiyle yürüyüşünü fark ettiğinde Pompei’nin yerle bir olmasından yaklaşık bir yüz yıl kadar önce yaşamış Meleagros adındaki Yunan şairi aklına gelir. Gradiva’nın Yunan kökenli olduğunu tahmin ettiğini hatırlar. Onu Ovidius’un Metamorfozlar’ında betimlediği Atalante imgesi ile karşılaştırır. Düşle gerçek arasında gidip gelen zihninde mitoloji, edebiyat tarihi ve arkeoloji esintileri uçuşur. Düşünde Apollon Tapınağı basamaklarında otururken gördüğü Gradiva’yı karşısında bulur.
“İki bin yıl önce Vezüv’ün lavları altında kalmış Pompeili bir kadının zaman zaman tekrar canlanıp ortalıkta dolaşabileceğine; konuşup, resim çizip, yemek yiyebileceğine inanmak büyük bir çılgınlıktı elbette, fakat inanmak mutlu ediyorsa bu her zaman inanılmaz pek çok şeyin göze alınmasını da sağlıyordu.” (sf.76)
Mitoloji, psikanaliz ve düşlerin kesiştiği noktada duran Gradiva, Salvador Dali, André Masson, Marcel Duchamp gibi sürrealistlere de ilham vermiştir. André Breton 1937’de Paris’te açtığı galeriye Gradiva, Dali de karısına Gradiva adını vermiştir. Sürrealistler için Gradiva düşlerin ve çılgın aşkın gizemini temsil etmiştir. 1970 de film yapımcısı İtalyan Giorgio Albertazzi, Gradiva’nın filmini çekmiş, Zoe rolünü Laura Antonelli, Norbert’i Peter Chatel oynamıştır.
2006’da Fransız yazar ve film yapımcısı Alain Robbie Grillet, C’est Gradiva Qui Vous Apelle (İşte Bu Sizi Çağıran Gradiva) adıyla günümüze uyarlanan bir film çekmiştir. Psikanalizi yaygınlaştırmak amacıyla yapılan çalışmalar arasından seçilen eserlere her yıl Gradiva Ödülü verilmektedir.
edebiyathaber.net (1 Mart 2024)