Aziz Nesin, mizahı “gülmece” sözüyle karşılıyordu. Yazınsal olarak bir karşılık bulmak kaygısıyla değil, anlamı doğrulama açısından böyle bir bakışı olduğunu yazmış, anlatmıştı.
Bir konuşmamızda, Çetin Altan’ın onu eleştirirken söz ettiği;
“gülmece ciddi bir iş değildir,” düşüncesine karşı şunu demişti:
“Çok ciddi bir iştir!” Gene o konuşmamızda şunları da dile getirmişti:
“…gülmecenin öbür edebiyat dallarından çok büyük ayrılığı var. İki koşul gerekli biri toplumsal koşul. Öteki bireysel koşul. İkisi denk düşürse önemli yazılar yazılabilir gülmecede. Bireysel koşul bende vardı, toplumsal koşul memlekette vardı. Yoksa gülmece yeteneği yalnız başına, toplumsal gereksinme yoksa olmuyor, öbür şeye benzemiyor, tiyatroya, şiire falan biçimlere benzemiyor. Özellikle toplum sizden bunu şeker hastasının bol yemek yediği gibi sizden gülmece istiyor. Aynı yazar toplumsal gelişme olmadığı zaman aynı başarıyı gösteremiyor. Marko Paşa dönemi toplumun böyle bir gereksinme duyduğu dönemdir. Nasreddin Hoca dönemi de böyledir. Aristophanes dönemi (eski Yunan) o da böyle bir dönemdir. Bunu toplum istiyor sizden. O toplumun istemine yanıt verecek bireysel koşulları olan bir yazar varsa o da buna yanıt veriyor.” (*)
Aziz Nesin’in buradaki saptamasını önemli buluyorum. Bugünün dünyasında mizahın yeri tartışılırken sanırım asıl göz ardı edilen de bu. Yani koşulların gücü ile dönemin ruhunu buluşturan öğeler.
Sanatçının buradaki işlevini belirleyenin de aslında onun bakışı açısı olduğunu gene o konuşmamızda dile getirmişti, Nesin. Bu konuşmanın Sivas Olayı’nın hemen ardından yapıldığını da belirtmeliyim burada.
Koşulların gücü… Yani zamanın enerjisidir sanatçının neyi/nasıl söylediğini belirleyen.
Sözü şuraya getirmek istiyorum:
Dijital çağ bizden ne istiyor?
Dijital çağı “dijitalizm” diye nitelendirmiştim. Küreselliğin ideolojik yansımasını içeren bir dolaşım ağı. Belirli bir düşüncenin taşıyıcısı. Adeta afyon gibi, belki de ötesi… Bağımlı kıldığı gibi gerekliliğini de her daim hissettiren. Üstelik her türlü iyicil yanına karşın sapmalar/saptırmalar/yanıltmalar üreten bir mecra. “İstedikçe ver,” zihniyetini egemen kılan; düşündürtmeyen, zihin hımbıllığı yaratan, yaratıcılığı da öldürebilen…
Bunu elbette tüketen/izleyen/alımlayanlar açısından söylüyorum. Oysa yaratıcı olanlar bunu kurup içini dolduran biçimleyenlerdir. İyiyi görüp kötüyü verebilen, bunun tersini de yapabilen yaratıcı zekalardan söz ediyorum elbette.
Sözü uzatmadan günün konusu, bu dolaşımın “çerez”ine dönüşen, Cem Yılmaz’ın yaratıcılığıyla ortaya çıkan “Erşan Kuneri” komedi dizisine getirmek istiyorum.
Konuşan herkes, köşebendi olan her yazıcı döktürmeye başladı. Övenler, yerenler dizim dizim sıraya girdi. Öyle ki, “medya maymunları” bile bundan pay çıkarmak için debelenip durdu.
Bunlara değinecek değilim.
Cem Yılmaz, yaratıcı biri. İşini salt “komiklik” olsun diye yapan da değil üstelik. Edindiği mesleği gerekliliğiyle yapandır üstelik. Yani tüm enerjisini, zekasını, zamanını buna verendir. İşinin işçisidir. Adına ne derseniz deyin, görselliğin egemen olduğu bir çağda bunun enstrümanlarını iyi biçimde kullanarak izleyicisiyle/alıcısıyla iyi bir iletişim kurandır üstelik.
Özü şu: Ter dökerek kazanan. Göstererek düşündüren, ama bir o kadar da “hoş vakit” geçirten!
Bilmem o eleştirenlerin veya övenlerin bunlardan haberi var mı? Üretmenin, çalışmanın, yaratıcı özgünlüğün düşünmekle ilintisi olduğunu biliyorlar mı acaba? Hele hele çalışarak kazanmanın, yaratmanın neleri gerektirdiğini görebiliyorlar mı?
Cem Yılmaz’ın anlatıcılığı Nasreddin Hoca’dan Aziz Nesin’e uzanan bir çizginin devamı olarak görmek gerekiyor. Çağının mizahını yakalayan biri. Bekleneni değil, olanı görüp eyliyor ve de gösteriyor. Yani sığlık içinde debelenerek parodi yapmıyor. Bir “müsamere” havasına hiç düşmüyor. Mizahın zekayla ilintisini iyi biliyor.
Gerçeğe sığınmıyor, kaba güldürü yapmıyor, oradaki gülen düşünceyi gösteriyor. Bir bakıma toplumun sıkışıp kalmışlığının, ezik insanının psikolojisini dayanarak kuruyor öyküsünü. O nedenle çizdiği karakterler toplumun ötelenmişleri, ezikleridir çoğunlukla. Bir bakıma da ışığı arayanlarıdır, oradan çıkmak derdinde olan iyicil insanlardır.
Elbette ki onun mizahi zekası siyasal olaylara, hatta derin toplumsal olgulara yöneldiğinde nelerin ortaya çıkabileceğini kestirmemek mümkün değil.
Aziz Nesin’in imlediği gibi iki şeyin bir araya gelmesi gerekli.
Ben, Cem Yılmaz’ın ustalık döneminde bunlara yapabileceğinin işaretlerini bu dizisinde gözlemledim. Ötesi avara kasnak döngüsü. Ne derlerse desinler, işini iyi yapanların çabasını gölgelemek boşuna. Yaşadığımız zamana kendi penceresinden ayna tutuyor. Üstelik orada edebî yaratıcı bir zekâyı da hissettirerek yapıyor bunu.
Şunu unutmayalım ki, Cem Yılmaz iyi bir hikâye anlatıcısıdır.
(*) Gülen Düşünce, Muhalif Kimlik: Aziz Nesin, Feridun Andaç; 2015, İnkılâp Kitabevi Yay., 304 s.
edebiyathaber.net (24 Mayıs 2022)