Herkesin unutmak istediği şeyler vardır. Ancak yaşamdaki her şey gibi unutmanın da bir bedeli olmalı. Sonuçta, sevdiğimiz ve sevmediğimiz, bizi mutlu ya da mutsuz eden, üzüldüğümüz ya da sevindiğimiz bir dolu anın inişli çıkışlı bir eğrisi yaşam… Bize acı veren geçmişi unuturken, o geçmişin bizi mutlu eden bağlantılı parçalarını da unutmayı göze almak gerekiyor.
“Bir bakışı unutmak istediğimizde, büyük bir yitimi göze almak zorundayız. Ancak böyle bir yitimin neden olacağı yıkımın altından kalkabilirse, insanın yeni bir yaşamı olabilir, ve insan bu yeni yaşamına çok derin bir bilgiyle, kaybın bilgisiyle sahip olur.”
Latife Tekin, Unutma Bahçesi isimli romanında bu şekilde unutmayı seçenlerin bir araya geldiği bir doğa parçasını anlatıyor. Unutma Bahçesi’nde amaçlanan ütopya, toplumdan ve dünyadan kopuk bir ada metaforu ile okuyucuya aktarılıyor. Toplumun kuralları burada geçerli değildir. Unutma Bahçesi’nin kurucusu Şeref ve sonradan ona katılan Tebessüm, Olgun, Giray, Ferah ve Cömert ile yeni bir dünya yaratılmaya çalışılmaktadır. Tekin’in tüm romanlarında olduğu gibi Unutma Bahçesi’nin odağında da doğaya dönüş yer alır. Diğer yandan arayışlarını, kent yaşamının dayatmalarından kaçıp doğa ile bütünleşerek gerçekleştirmeye çalışan bu insanlar Unutma Bahçesi’nde içlerindeki çelişkilerle var olmaya çalışırlar.
Unutma Bahçesi’ni kuran ve doğa ile uyumlu bir yaşam sürmeyi hedefleyen Şeref’in en yakın dostu Sadık, Unutma Bahçesi’nin mimarıdır ama aynı zamanda tutkulu bir avcıdır. Şeref yıllar boyu, Sadık’ın öldürdüğü hayvanlardan aldığı hazdan duyduğu rahatsızlık ve dolayısıyla uzaklık ile bir dostun en derinden hissedilen o vazgeçilemez yakınlığı arasında gidip gelir. Yıllar sonra aralarına katılan Unutma Bahçesi’nin yeni bahçıvanı Cömert de bir avcıdır. Tebessüm ve diğer bahçe sakinleri bu durumdan rahatsız olmalarına rağmen Cömert’i aralarına kabul ederler. En ilginç olansa Sadık ve Cömert’in öldürdükleri hayvanlara dair hissettikleri sevgi ve şefkat ifadeleridir. Unutma Bahçesi, bu yönü ile insanoğlunun tercihleri ve vazgeçişleri arasındaki çelişkileri, cesareti ve korkaklığı, direnişi ve kabullenişi, mücadeleyi ve teslimiyeti, yalnızlığı ve ilişkileri anlatan bir romandır. Yaşadıkları çelişkiler ve bu çelişkiler nedeni ile kurmayı amaçladıkları dünyanın imkansızlığı başta Şeref olmak üzere Unutma Bahçesi’nin tüm sakinlerini zaman zaman tedirgin ve asabi karakterlere dönüştürür.
Romanın anlatıcısı Tebessüm. Dolayısıyla bir kadının gözünden bir kadın dili ile okuyoruz olayları. Tebessüm, Unutma Bahçesi’nin en eskilerinden olarak, pek çok işten sorumludur. Bu sorumluluklarından biri de bahçeye gelenlerle ilgilenmek, onlara bahçeyi ve işleyişi anlatmak, gelenlerin alabileceği sorumlulukları iletmektir. Bu da en zor işlerden biri, çünkü unutmak için gelenlerin birçoğunun duygu ve düşünceleri, kaçıp geldikleri yerlerde ve insanlarda kalır. “Unutma isteğiyle dolanların, unutulmaya hiç de razı olmadıklarını görmek beni sarsıyor,” der Tebessüm.
Oylum Yılmaz’ın Unutma Bahçesi üzerine yaptığı söyleşide Latife Tekin, romanı için şöyle demiş:
“Bir kitaba başlamak uzun bir yolculuğa çıkmak gibidir, bir nokta gelir o yolculuk biter ve kitapla vedalaşırım, ama her kitabın beni bıraktığı bir yer var. Bir önceki kitabım ‘Ormanda Ölüm Yokmuş’, beni ormandan tekrar kente dönen karakterlerin hüznüyle bırakmıştı. Ondan sonra olsa olsa bir unutma kitabı yazabilirdim. Ve zaten ‘Ormanda Ölüm Yokmuş’un sonlarına doğru unutma üzerine düşünmeye başlamıştım. ‘Sevgili Arsız Ölüm’, beni vahşi bir gecekondu vadisinin yamaçlarına bırakmıştı ‘Berci Kristin Çöp Masalları’nı yazdım, ‘Ormanda Ölüm Yokmuş’ ise bir unutma sahiline, unutma bahçesine bıraktı, ‘Unutma Bahçesi’ni yazdım.”*
Roman, unutma ve hatırlama kavramlarını Şeref’in kurduğu bahçe ve bahçe sakinlerinin yaşamları üzerinden sorgularken, bazı bölümlerde bahçe dışındaki dünyadan insanların unutma üzerine mektuplarına, alıntılarına yer veriliyor. En etkili metinlerden biri Pelin Özer’e ait; unutmak için yazmayı seçen bir karakterin mektubu. Bir diğer çarpıcı metin ise Işık Ergüden’in Hiçbir Şeyi Unutmak İstememiştim Ben başlıklı mektubu; unutma ve hatırlama üzerine tüm sorgulamalara nokta koyan bir yanıt niteliği taşıyor.
Ne kadar karşı koyarsak koyalım, insan unutan bir varlık, zaten unutuyoruz, anılar hatırladıklarımızdan ibaret. Unutabildiğimiz için yaşam daha katlanılır, daha yaşanılası…
Unutmak, her ne kadar olumsuz bir anlam yüklenmiş olsa da, yaşamın belli başlı formülleri hatırlamayı yüceltse de, unutmak iyidir, insana iyi geldiği zamanlar çoktur.
Haydar Ergülen’in de dediği gibi; “vefa bazen unutmaktır”…
Şule Tüzül – edebiyathaber.net (7 Ekim 2015)