Söyleşi: Serkan Parlak
İlk romanı “Kelebek Kapısı” geçtiğimiz aylarda Yeni İnsan Yayınevi tarafından yayımlanan Gülriz Aygül’le romanı üzerine söyleştik.
Gülriz Hanım, sizi biraz tanıyabilir miyiz?
Edebiyat severlere merhaba…
Aslen Ankara’lıyım. Meslek hayatıma işletme uzmanı olarak başladım. Daha sonra öğretmenlik yaptım. İstanbul’a geldikten sonra edebiyata olan merakım, ikinci üniversitemi Amerikan Kültür Edebiyatı üzerine okumama vesile oldu. Hali hazırda bir insan kaynakları firmasında, çok aktif olmasam da, Eğitim Koordinatörü olarak çalışmaktayım.
Yaşamı sorgulamakla başlayan spritüel araştırmalarım artık öyle bir boyuta geldi ki hayatımın merkezine oturdu. Çalışmalarım bu alanda yoğunlaştı. Kelebek Kapısı adlı romanım başlangıç oldu.
Fantastik romanın bir alt türü gibi de düşünülebilecek olan spritüel bir roman yazdınız. Bu fikir nasıl oluştu? Yazma motivasyonunuzu sağlayan temel derdiniz neydi?
Aslında yazmaya senaryo çalışmalarıyla başladım. Kelebek Kapısı’nın ilk bölümünü hikaye olarak yazmıştım ve çok beğenilmişti. Bir süre sonra romana dönüştürmeye karar verdim. Başlangıçta spritüel bir roman olsun gibi bir düşüncem yoktu. Belirttiğim gibi spritüel araştırmalarım beni böyle bir roman yazmaya yöneltti.
Gülriz Hanım, bir gününüz nasıl geçer? Size yazmak için ilham veren kaynaklarınız nelerdir?
Ben güne ilham perisini kovalayarak başlarım. Aklınıza gelen her şey bana ilham verebilir. Çalışma masam, yatağımın yanındaki komodinin üstü ve oturma odasındaki sehpanın üstü, konu ve janra olarak birbirinden farklı kitaplarla dolu. Birden fazla kitabı eş zamanlı okurum. İlgisiz gibi görünen bir şey bana ilham verebilir. Yazmaya karar verdiğim zamanlar etrafı, doğayı, insanları gözlemlerim. Sessizleşirim.
Novella da diyebileceğimiz metninizin başkahramanı Deniz Yüksel karakterini nasıl kurguladınız? Sizin hayatınızda ve Türkiye toplumunda nasıl bir karşılığı var?
Kahramanımın adını koyarken özellikle hem kadın hem erkek adı olarak kullanılan bir ad olmasına dikkat ettim. Karakterim adıyla özdeş özellikler taşıyor. Gizemli bir yanı var. Ruhu engin, bazen durgun, bazen şahlanan… Sevdiğini şımartan, sevmediğine şımaran… Tıpkı Deniz gibi… Deniz hem eril hem dişil, ying yang gibi… Düalitenin iki yönünü yansıtıyor. Gözleri de mavi… Kitaptaki bütün karakterlerin metaforik adları var.
Toplumumuzda Deniz Yüksel’ler çok. Hepsinin ortak yanı zirveye doğru yol alırken doruk noktasının tek kişiyi barındırdığını düşünememeleri. Deniz, genç, başarılı, iş odaklı bir kadın… Tam bir işkolik. Bu işkolikliğin arkasında gizlediği bir korkusu var. “Yalnızlık”… Onun dile getiremediği en büyük korkusu. Çalışarak yalnızlığını unutuyor. Ölümü sonsuz yalnızlık olarak görüyor. Bu yüzden yaptığı yolculuğu bir türlü kabul edemiyor.
Rutin iş hayatı, gergin gündelik hayat, kaçma isteği… Sizce nitelikli bir çıkış var mı gerçekten?
Hepimiz aynı hislere ve duygulara sahip olsak da karşılaştığımız benzer konu ve olaylara farklı tepkiler veririz. Bunun nedeni çocukluktan gençliğe, olgunluğa her dönemde yaşadığımız iyi ya da kötü diye adlandırabileceğimiz olaylar. Tecrübelerimiz bizim kişiliğimizin artı ve eksi yönlerini oluşturur. Biri için yalnızlık özgürlüktür, diğeri için en büyük kabustur. Biri korkularıyla yüzleşirken diğeri kaçar. Ortak olan hepimizin bir gün benzer şeyler yapmasıdır. Yüzleşmeye hazır değilsek eğer, ne konuşmak ne görmek ne de duymak isteriz. Uzaklaşmayı özgürlük olarak görürüz.
Kahramanınız Deniz’in çok sevdiği “kapı”ların bir metafor olarak sizin için anlamı nedir?
Romanın mottosu: “Hayat Sembollerle konuşur.”
Kapılar, Deniz’in çocukluğundan beri var olan ama herkesten gizlediği bir merakı. Bu merak onun gizemi. Kapı bir metafor aynı zamanda… Bu, Deniz için de öyle benim için de öyle… Hayatımızda bu kelimeyle çok karşılaşırız. Ekmek kapısı, iş kapısı, aş kapısı, gibi. Evimizde, işimizde, düşümüzde hep karşımıza çıkarlar ve biz bu kapıları kullanarak bir halden bir hale, bir oluştan başka bir oluşa geçeriz. Kapılar kapalıyken başka, açıkken başka bir şey anlatır. Kapıyı açıp açmamak bizim irademize ve isteğimize bağlıdır. Bazen göreceğimiz şeyden korkar, kapıyı açmayız. Bazen de sırrın o kapının ardında olduğunu biliriz; kapıyı açmak için sabırsızlanırız. İlk açtığımız kapı yaşam, son açacağımız kapı Deniz’in imajında “Kelebek Kapısı” olarak gördüğü ölüm kapısıdır. Biz onu öyle görsek de görmesek de…
Kitabınızda not alma isteği uyandıran aforizmalar var. “Yaşadıklarımız belki bir illüzyon… Hangisi rüya, hangisi gerçek ayrımını belki bizler yapamıyoruz. Anlamamız için zaman aracı oluyor bizlere. Aslında her şey zamanda gizli…” Bu aforizmalar kitabı gerçekten daha da ilginç kılıyor. Spritüel anlamda yaygın cümleler mi bunlar yoksa sizin yaratımlarınız mı?
Bu cümleler spritüel dünyada birçok yerde karşılaşabileceğimiz cümleler. Ben bu dünyanın anlatmaya çalıştığı cümleleri romanımın konusuyla bütünleştirerek ifade etmeye çalıştım. Başka bir deyişle, birkaç cümleyle özünü vermek istedim.
Aslında başkahramanınız Deniz’le bir yolculuğa çıkıyoruz diyebilir miyiz? Tuhaflıklarla dolu bir yolculuk…
Evet, diyebiliriz. Hatta bu yolculuk içinde kaybolabiliriz. Çünkü romanın kahramanı bir yolculuğa çıkıyor ama nereye yolculuk yaptığının farkında değil. Rüyada mı yoksa gerçekte mi yolculuk yapıyor, bunu ayıramıyor. Okuyucu romanı okurken tıpkı Deniz gibi bu yolculuğun sonuna yaklaşana kadar bu ayırımı yapamayabilir. Tuhaf şeyleri rüyalarda yaşarız lakin gördüklerimizin tuhaf olduğunu uyandığımızda anlarız.
Deniz işten ayrılıp kendini bulma yolculuğuna çıktığında İstanbul’un farklı yerlerine uğruyor. Ağva, Ayasofya… Bu yerlerin sizin için ve spritüel olarak anlamı nedir?
Ayasofya’nın tarihi kadar jeopolitik, dinsel ve spritüel açıdan da önemi çok büyük. Yapılış efsanesinden, adının “Kutsal Bilgelik” oluşundan, dünyanın merkezi, aynı zamanda gizemler merkezi İstanbul’un kalbinde oluşuna kadar tüm özellikleri bu önemi vurguluyor bence. Tüm insanlığı kucaklayan kozmik yapısıyla iki cihan kapısı aynı zamanda…
Ağva, cenneti tasvir ederken anlatılan figürleri içinde barındıran gizli bir cennet bahçesi gibi. O yüzden romanımda yer verdim.
Okuyucularınız açısından merak duygusunu canlı tutmak için burada bir arada verelim ve yorumu onlara bırakalım ne dersiniz? Ama ben yine de sormadan geçemiyorum. Anlatıcı olarak başkahramanınız Deniz’in gözünden yazmayı denediniz mi? Denediyseniz neden vazgeçip hâkim anlatıcının bakış açısıyla yazdınız metninizi?
Gerçekten denedim. Hatta çok ilgi uyandırabileceğini düşündüm… Okuyucu olarak romanı ele aldığımda bana ait olmayan cümleleri kurguluyorum gibi geldi, yani benim olmadı. Öyle hissettim, vazgeçtim. Tanrısal anlatıcı olarak yazarken daha kapsamlı, tepegöz gibi gördüğümü düşündüm. Sanıyorum bundan sonra yazacağım romanlarda gene tanrısal anlatıcı olacak.
Gülriz Hanım masanızda neler var? Önümüzdeki günlerde kaleminizden neler okuyabiliriz?
Masamda yazmayı düşündüğüm üç romanın konusu duruyor. Bundan sonra yazacağım romanların janrası fantastikten ziyade bilim kurgu olabilir. Şu an hangisini ilk önce yazmalıyım, onun telaşı içindeyim. İlk romanımda kahraman bir rüya içindeydi. İkinci yazacağım romanda bir zaman gezgini gibi çok uzak gelecekten haber veren rüyaların olacağını ipucu olarak verebilirim.
edebiyathaber.net (18 Eylül 2019)