Gülser KUT ARAT’ın Mythos Kitap’tan çıkan “Kıran Yeli” adlı ilk öykü kitabı raflarda yerini aldı. On beş öyküden oluşuyor kitap. Girişinde “Devrimin çocuklarına” yazılı bir de ibare bulunmakta. Kitabın kapağında ucu açılmaktan küçülmüş kurşun kalemler arasında dört isim bulunuyor. “Onur, Umut, Direniş, Yengi” Her biri yakın geçmişte yaşanan olayların unutulmayan anahtar sözcükleri niteliğinde. Kitaptaki öykülere adeta ayna tutuyorlar. Üniversitelerde siyasi çatışmaların yaşandığı, insanların kutuplaştığı, ülkenin ağır yaralar aldığı bir dönemi öyküleriyle okura ulaştırıyor yazar. Her biri yakın tarihimizi farklı yönleriyle hatırlatan bir gençlik direnişinin seslerini günümüze duyuran öyküler.
Bir dönemin adıdır, 12 Eylül. 12 Mart’ın yansımasına tepki hareketiyle başlayan daha sonra büyük bir isyana dönüşen ve bir darbeyle sonlanan bir hareket. 12 Eylül’e giden yolun birçok bileşenleri olduğu söylenir. En başta gelenleri arasında; Amerikan kapitalizminin güçlenmesinden duyulan nefret, muhafazakâr argümanların siyasetin içinde çoğalması, her alandaki çağdaşlaşmanın geriye gitmesi, özgürlüklerin kısıtlanması, öğrencilerin siyasal olarak kışkırtıldığı haberlerinin yayılması. Gülser KUT ARAT’ın öykülerine bu bağlamda tek tek bakılabilir.
Kıran Yeli adlı kitabın ilk öyküsü Sedef Düğme, bir istasyonda başlıyor. Kulaklarında geçmişin hiç dinmeyen huzursuz sesiyle birlikte yürüyor kahraman. Kayıtsız insanlar topluluğunun arasında bulunan bir kişi dikkatini çeker. Tedirginlikle sivil olup olmadığını düşünür. Takip edilme korkusunu ikinci tekil şahıs anlatıcıdan okurken öykünün bir diğer kolu da sedef düğme imgesidir. Yazar konuyu bu imgeyle daha evrensel bir boyuta taşıyor. Dünyanın başka bir yerinde yapılan işkencelerin, işlenen cinayetlerin, kaçışların, kovalamacaların yaşanılan coğrafyadan hiçbir farkının olmadığını anlatıyor yazar. Öykü adını da Şili’de çıkan bir ayaklanmada muhaliflere yapılan bir işkenceden kalan düğmeden alıyor. Yazarın bir belgeselden alıntıladığı “Sedef Düğme” imgesinin evrenselliği öykünün temasını da oluşturuyor aynı zamanda.
Kuğulu Parkı adlı öykü çok güzel bir kek tarifiyle başlıyor. Mutfakta kızı için kek yapan bir anne vardır. Sevginin lezzete dönüştüğü bir mekândadır anne. Mutfak sıcaklık, fedakârlık gibi anneye has metaforları barındırıyor. Başlangıçta herhangi bir gündür. Ancak kızı gelip Kuğulu Park’a gideceğini söyleyince işler karışır. Yazarın günümüz toplumsal olaylarına değinen öykülerinden biri. Evladı söz konusu olduğunda bir annenin gözü kara bir eylemciye dönüşebileceğini ustalıkla anlatıyor Gülser Kut Arat. Aynı zamanda geçmiş dönemde bu olaylara aşina bir annedir o. Fakat bu kez bizim düşündüğümüz eylemci modelinden uzak farklı birini görürüz.
Kitaba adını da veren Kıran Yeli öyküsü bir mezarlık ziyareti ile başlıyor. Anlatıcı yabancısı olduğu bu yerde önce etrafı kolaçan ediyor. İnsanların oralara bıraktığı çöpler, kurumuş bitkiler gibi fiziki dağınıklığın, düzensizliğin yoğun olarak da ıssızlığın içinde bakıyor etrafına. Kaybettiği arkadaşının acısını hissediyor kalbinin derinliklerinde. Yitirilenlerin ardında bıraktığı insanların bunalımlı durumdan çıkamayışlarına, hep o zamanda kaldığına vurgu yapıyor yazar. Öykünün mekânı olan mezarlıkta yitirilenlerin arkalarında bıraktığı canlı cenazeleri görüyoruz okurken. Anlatıcı arkadaşının kız kardeşiyle buluştuğunda onun son günlerini nasıl geçirdiğini sorar. Acılarını anlatır kardeşi de. O kadar yoğun konuşulur ki artık Nafiye gözünün önündedir.
Yazarın bir diğer öyküsü Şimdiki Zaman Uykuya Dalmış. Zamanında eski tek katlı evlerin olduğu, çoğunlukla işçi ve memurların yaşadığı mahalleye yıllar sonra gelen kişinin gözünden geziyoruz oraları. Artık hiçbir şey eskisi gibi değildir. Kentsel dönüşüme girmiştir eski güzel evler. Çok katlı binalar arasında dolaşırken yok olan bahçeli evleri anımsar. Komşular birer hayalet gibi sokaklarda dolaşıyor gibi anımsar geçmişi. Oraya arkadaşı Umur’un kardeşi Ufuk’la buluşmaya gitmiştir yıllar sonra. Anlatıcı, Umur hakkında bilmek istediği ne varsa yeni binalar arasında dolaşırken sorar Ufuk’a. Umur’un gençliği, siyasal mücadelesi, gözaltılar, serbest bırakılmalar ve daha sonra gelen 12 Eylül. Tekrar gözaltı, gördüğü işkenceler. Umur’un yaşadığı bu yıllara dokunaklı ve hissedilen suçluluk duygusunu birinci ağızdan dokunaklı bir dille aktarıyor Kut Arat.
Sinemada adlı öykü diğerlerinden tema olarak farklı. Ancak geriye dönüşlerle eski ile bütünlüklü olma hali bu öyküsünde de var yazarın. Ellili yaşlarında bakımlı bir kadın, sinemada gördüğü bir erkeğe karşı platonik bir duygusallık hissediyor. Sinemada izlenen filmin kritiği de öykü içinde yapılıyor. Yazar alıntıladığı filmler hakkında detay bilgiler veriyor bu öyküsünde. İnsan ilişkileri ve vefa duygusu öykünün izleğini oluşturuyor.
Sen Liberalsin öyküsü eskiden Marksist düşünceye sahip bir kadının yeni hayat düzenine ayak uydurmasıyla eskisi arasında kalışını, gelgitlerini okuyoruz bu öyküde. Doğrusu hangisi diye, sormak geçiyor insanın içinden. Hep orada kalmak mı yoksa kendini kapitalist düzene teslim etmek mi?
Masumiyet Günleri, aslında kırık bir aşk hikâyesi. Onlarca siyasi olay yanında aşkın da atlanmadan yaşandığını anlatıyor. Ankara Güvenpark’ta yürüyen kişi orada kuşlara yem veren iki genci Nazlı ve Emre adında iki eski arkadaşına benzetiyor. O günler aklına geliyor. Güvenpark’ta yaptıkları korsan mitingler, ellerinde pankartlarla yürüyen onca kalabalığın ardından yetişme çabası. Yan gözle hiçbir şeyden haberi olmayan Nazlı’ya bakışı. Onun Emre’nin kolundan sıkı sıkıya tutuşu. Bu öyküde karşılıksız aşkın bitimsiz yolculuğuna şahit olurken okur, dönem Ankara’sı da gözümüzde canlanıyor. Diğer yanda birbirini delicesine seven iki gencin gelişen acı olaylarla yabancılaşıp birbirlerinden nefret etmeleri. Aynı zamanda küllenmemiş karşılıksız bir aşkın hikâyesine tanık oluyoruz. Bir ömür o aşkı kalbinde taşıyan üçüncü bir kişinin varlığı ve bitmeyen duyguları.
Onu Vurdum, hayatının ilerleyen yıllarında çok güzel görevlere getirilen bir erkeğin geçmişte bıraktığı acı ve başkalarının hayatını mahvedişinin öyküsü. Kendisinin de peşini bırakmayan geçmişi. Yapılan yanlışların insanın kendi ruhsal dengesini kaybetmesi kadar en yakınındakinin de psikolojisini bozmasına neden oluşu. Ve beklenen terk edişler.
Yok, adlı öykü güvenli bir ortamda kalmış, hiç sıkıntı yaşamamış, işkence görmemiş birinin duyduğu suçluluk duygusuna odaklanıyor. Bunu duymasına nedense tam tersi bir hayat süren arkadaşı. Gözaltına alınan arkadaşının yaşadıklarını yaşamamış olması onun da peşini bırakmıyor. Burada yazar farklı bir açıdan konuyu ele almış sadece geçmişte yapılan eylemlerin içinde bulunan insanların değil, bulunmayanların da suçluluk duygularını anlatıyor. Kaybolan arkadaşının yasını ömür boyu tutan, üstelik bunda kendisinin de payı olduğunu düşünen özgür bir birey. Oysa yaşanılan çok farklıdır.
Şakir Zümre Sobası, adıyla kendini daha okumadan sevdiriyor. Yazar öykü içinde başka bir öyküyü kurgulamış. Böylece iki ayrı koldan ilerliyor öykü. Tema, 78 kuşağı öğrencilerinin verdiği mücadele. Olay örgüsü oldukça hareketli. Şakir Zümre de o dönemin bir simgesi. Sobalı yılların. Yazar öyküyü edebiyat grubu içinde günümüzden başlatıyor. Geriye dönüşlerle anlatıyor, sonunda yine günümüzde bir atölyeye bağlıyor.
Platin Rengi Boyalı Saçlarına Baktı öyküsünde yazar, bazı erkeklerin hangi koşullarda olursa olsun -bu mücadele edilen bir dava bile olsa- güzel ve bakımlı kadınlardan önce çok etkilendiğini, diğerlerini neredeyse hemcinsi gibi gördüğünü anlatan farklı kurgulanmış bir öykü. Fakat aslolan yine insanın iç güzelliğinin ve sadeliğinin kazanması. Öykü öğrenci olayları döneminde yaşanan ilişkileri çok güzel bir dille okura anlatıyor. Üniversitenin o heyecanlı ortamının içinde buluyoruz bir an kendimizi. Sanki birazdan mitinge katılacakmış gibi.
Kapı Zili Çaldı, polisten kaçan öğrenci gençlerin evlere saklanmak için çaresizce zillere basması, gelişigüzel kapılara vurması ve içeri alınmaması. Burada onu eve almayan genç bir kızın duyduğu üzüntü. Öğrenci gençlerin öykülerini okurken insanın içi burkuluyor. Onların neler yaşadığı kadar diğer insanların da yardım etmekle etmemek arasındaki kararsız hallerini yeniden anımsamak o yıllara götürüyor okuru.
Bunların Orospusu Bile Kültürlü, dağılmış devletler topluluğundan savrulup ülkemize sığınmış kadınların hayatta kalmak için başvurduğu yolların ve onlara nasıl bakıldığının öyküsü. Yıllar sonra o topraklara gittiğinde oralarda doğup büyümüş bir arkadaşını düşünüyor anlatıcı. Sonya’yı. Kadın olmanın dayanılmaz mücadelesi bu kez yabancı topraklarda sürüyor.
Dünyanın Yaralarını İyileştirebilir misin Narinyan? bir azınlıklar öyküsü. Yazar bu sefer iğneyi kendi vatandaşına batırıyor. Tarafsız kurgulanmış, iyi gözlemlenmiş öykülerden biri.
Barış Nerdesin? yakın bir zamanda geçirdiğimiz büyük depreme çeviriyor objektifini bu kez yazar. Kayıp kişinin hayatına odaklanırken onun eski siyasi olayların yaşandığı günlerine dönüyoruz.
Öykülerin geneline bakıldığında yerleşik düzene karşı çıkan sınıf çatışmasını ön plana çıkaran söylemleriyle hatırlanan bir dönemin öyküleri. Kitabın kapağında yer alan isimlerin neleri çağrıştırdığı, kitap bittikten sonra daha net anlaşılıyor. Her biri yetmişli yılların özellikle üniversite solunun sloganı haline gelmiş fikirlerinin özeti adeta. İçlerinden -Yengi- sözcüğü öz Türkçe sözcüklerimizden. Karşısındakine üstün gelmek, yenmek anlamında.
Kitabın adına baktığımızda ise kıran sözcüğü Türkçe’de daha çok ikinci anlamı ile biliniyor. Ölümü, afeti çağrıştırıyor. Yel de Türkçe bir isim. “Koşmak, acele etmek, çırpınmak, uçuşmak,” fiillerini karşılıyor. Kır sözcüğüne -an- sıfat fiilinin eklenmesiyle sıfat olurken o dönemde yaşanılan olaylar da bu sözcükler gibi Kıran Yeli’nde anlatılanlardan farklı değil. “Gençlerin birbirine kırdırıldığı” sözü de darbe döneminde sıkça kullanılan bir kalıp oluyor.
İnsanların üzerine inen bir felaketin öyküleridir anlatılanlar. Gazetelerde her gün onlarca ölüm haberi yayımlanır. Çoğu lise, üniversite öğrencisidir ölenlerin.
Edebiyatımızda bu dönemi anlatan Sevgi Soysal’ın “Şafak” adlı romanı 1975, bunlardan ilk dikkat çekenlerden biridir. Erdal Öz’ün “Yaralısın” romanı 1974, Pınar Kür’ün “Yarın Yarın” romanı 1976, Mehmet Eroğlu’nun “Issızlığın Ortasında” romanı 1979, bu siyasi dönemi anlatan eserlerdendir. Marksist ve sosyalist düşünsel tabana bağlı olan aydınların oluşturduğu toplumcu gerçekçi edebiyatın içinde toplumun gerçekliklerini gittikçe artan şekilde edebiyatın tematik alanı haline getirmişlerdir bu dönem yazarları.
Gülser Kut Arat’ın öykülerinde de sol ve sağ arasındaki mücadeleyi okuyoruz. Aynı ev içinde bile farklı taraftaki kardeşlerin birbirini öldürdüğü yıllardan sesleniyor yazar okura. 12 Eylül döneminde kadın olmanın zorluklarına da değiniyor yazar kitabında. Sadece uğradığı ruhsal şiddetle değil aynı zamanda tutukluluğu sırasında işkence görmüş, tecavüze uğramış birçok kadına ses oluyor. Bunlarla da kalınmamış tutukluluğu bitince yaşadıkları ruhsal bakımdan ezilmelerinin yanında kendilerini ahlaki bakımdan sorgulayan, yüz çeviren toplum baskısına da göğüs germek zorunda kalmışlardır. Sonraki ilişkilerine de bu yansımıştır o dönem kadınlarının yalnızlıkları, hayal kırıklıkları. Yazar geri dönüşlerle yansıtılan geçmişe dair birtakım canlı sahneler ve tablolar gösteriyor adeta okura. Toplumun unutmaya meyilli belleğini uyarması yanında, uğruna mücadele edilen konuları kurmaca metnin sınırları içinde yeniden hatırlamamızı sağlıyor.
Öykü kahramanlarının gözlemlediği hayatlarından yola çıkarak onların yaşadıklarına ya da tanık oldukları olaylara, yitirilen ümitlere, yaşama sevinçlerine kısaca bu insanların hayatlarına sessizce giriyor ve son deprem temalı öyküsüyle de sessizce çıkıyor yazar. Tüm o zor yılları sıkıcı olmayan bir üslupla okura anlatıyor. Kahramanların savrulan hayatlarını, aşk ve evlilikteki mutluluk arayışlarını, içine düştükleri boşluktan çıkış yolu arayışlarını ele alıyor. Sık sık geri dönüşlerle geçmişe göndermeler yaparak bu insanların iç dünyasını ev ev bazen oda oda dolaşarak okura naklediyor. Siyasi mücadele içinde olan insanların neler konuştuklarını eylemlere nasıl hazırlandıklarını parça parça öykülerinde anlatarak okuyucunun dikkatine sunuyor. Günümüz ve öykü zamanı arasındaki gidiş gelişler, zaman ve terkip bakımından bir dönemin değerlerine ve o döneme özgü kararlı mücadeleye dikkat çekiyor. Yazar, gerçeklik anlayışını öykülerinde anlattığı filmler ve gerçek olaylardan bahsettiği –Sedef Düğme ve Sinemada- göndermelerle postmodernist bir yaklaşım sergilemiştir. Bu alıntı ve göndermelerin temel amacı konuyu çok boyutlu ve ilginç kılmaktır. Kapitalist hayatın kolaylığı ile ideolojik kavganın zorluğu arasındaki karma durum, emperyalizme karşı geliştirilen sol ideolojik söylemler öykülerde kurgunun temelini oluşturmuştur.
Öykü kişilerinin 12 Eylül öncesinde öğrenci hareketlerine katılmış olması, tutuklanması ve yaşadığı aşağılanmalar, gördüğü işkenceler, tutukluluk öncesi ve sonrasında ailesiyle ve toplumla yaşadığı kopukluklar Gülser Kut Arat’ın öykülerinin izleğini oluşturmuştur.
İnsan ideolojilerinin henüz dağılmadığı, herkesin kendi fikrine sahip çıktığı yıllardaki üniversiteli gençlerin sesi gibidir. Bu azimli, gözü kara genç insanların varlığını yeniden duyumsamak o yılları yaşamış insanların içinde bir hüzün bırakacağını düşündürüyor Kıran Yeli öyküleri.
edebiyathaber.net (28 Eylül 2024)