Söyleşi: Neslihan Yiğitler
Çarpıcı öykülerin yer aldığı “Köstebek Yolları”, İletişim Yayınları aracılığıyla okura sunuluyor. Yaşamı, felsefe penceresinden anlamaya ve anlatmaya çalışan kitabı ve günümüz edebiyat dünyasını değerli Günay Çetao Kızılırmak’la konuştuk.
Yazın hayatına çevirilerle başladığınızı biliyoruz. Biraz kitap öncesi dönemi anlatabilir misiniz? Sizi yazmaya yaklaştıran nedenleri?
Evet, ben çevirmenim özümde. Şu ara yapmıyorum ama bir gün yeniden yaparım mutlaka. Öyküler birikmiş bir anlatma ihtiyacının sonucu olarak ortaya çıktı. Eskiden beri mektup, günlük, şiir yazardım. Öykü yazmayı aklıma düşüren bir iki arkadaşım oldu. Öykü yazmaya her amatör gibi biraz körlemesine başladım. Çeviri süreci daha çok dil işçiliği konusunda işime yaradı ama kurmacada adım adım ve acemice ilerlemek gerekti, çok bocaladım. Dosya bitti diyemedim bir türlü, ama bitmişti bir noktada. Ancak yeni bir şeyler yazarsam hâlihazırda yazdığımı aşabileceğimi, aynı dosya içinde ise daha fazla debelenemeyeceğimi anladım. O zaman da öyküler okunsun istedim çünkü başka türlü bu daire kapanmış olmayacaktı.
Aşk acısı, yalnızlık ve satır aralarında sezdirilen küçük ayrıntılar, bu ayrıntılarla örülmüş bir ağ okurla aranızdaki. Bu dili, bu ağı, bu üslubu öykülerinize nasıl yerleştirdiniz?
Doğrusu bilmiyorum. Ben sadece canımı yakan şeyleri yazmak istemiştim. Elbette bugüne kadar ne okuduysam, ne dinlediysem, güzellik adına ne gördüysem – bunlardan örülmüş bir şeydir üslubum da. Çevirmen titizliği belki cümlelerin üstünden çokça geçmemi gerektiriyor, bu yüzden dil biraz fazlaca parlatılmış mı oluyor yazdıklarımda bilmiyorum, konunun, anlatılmak istenenin önüne mi geçiyor? Yazdıklarım için genellikle “dil çok iyi” deniyor, o zaman bunu düşünüyorum: “ ‘gelgelelim hikâyede iş yok’ mu demek istiyorlar acaba?” diye. Ama ikisi aslında iç içedir, biri diğerini kalkındırır herhalde diye umuyorum.
En çok “Ev” öykünüzden etkilenip notlar aldım. “Diğerleri hep gitmeden önce’yken, o hep geldikten sonra” diyorsunuz? Gerçekten böyle mi?
Muhsin için böyle söylemiştim. Kendisi gibi kalakalan, gidecek bir yeri veya gitmeye mecali olmayan birini bulunca sevinmesiydi evi böyle konuşturan belki. Genellikle sabahları palas pandıras çıkıp gideriz evlerden. Dağınık yataklar, kapağı kapatılmamış diş macunu tüpleri, başka neler bıraktıysak – hepsi bir resim gibi, sabit bir an gibi kalır ardımızda, üzerinde düşünülmemiş, ihmallerden oluşmuş bir resim. Muhsin gelince eve can geliyor, onu öyle canlandıran, öyle çok konuşturan biraz da bu belki.
Eserlerinizde sanki bilerek ipin ucunu kaçırıyor gibisiniz, bir tatlı kaybolma hali ardından o ip bulunuyor. Burada, bu ipi bulmada kimi öykülerin isimleri de rol oynuyor. Öykü adlarını nasıl seçersiniz? En çok neyi düşünerek seçim yaparsınız?
Evet, bulmaktan çok aramak. Hayatta da bir şey buluyor sayılmayız aslında. Arayıp duruyoruz. Öykü adlarına gelince, bilmem, çok özel adlar bulabildiğimi pek sanmıyorum. Öykü bittiğinde birden ismiyle doğmuş gibi geliveriyor.
Özellikle “Her Şeyin Tam Tersi” hikâyesinde bireyselden yola çıkarak, toplumu anlatan bir yapı kurgulanıyor. Bu açılımı nasıl tasarladınız?
Tasarlamadım aslında. Bir yerde misafir, turist olmakla ilgili düşünüyordum, bir otelde kalma deneyimini… Bir arkadaşım, Ankara gibi “çirkince” bir yerde yaşarken bir Antalya tatilinden döndüğümde ne hissettiğimi sormuştu yıllar önce. O güzel bir yerde yaşamıştı hep, deniz kenarında, yeşillikler içinde. Bir güzellik tünelinin içinden hızlıca, hızlı çekimde geri çekilmişim gibi hissettiğimi söylemiştim. Bu öyküde de öyle biri var. Çok kısa bir süre için güzelliğin, ormanın, masalın, aşkın içine sokulup hızla geri çekiliyor. Onun döneceği yerin, dönüşün sancısını anlatmak için de biraz gündelik hayatının arka fonunu göstermek gerekliydi. Nasıl bir hayat yaşıyor? İşsizliği, doğasızlığı, yine bir ev içinde, aile içinde, bütün ilişkilerdeki sıkışmışlığı… Bunları anlatmak tasarladığım bir şey değildi ama böyle oldu.
Sıradan ancak hep merak ettiğimiz iki sorum olacak:
-İyi bir yazar olmanın en önemli koşulu iyi bir okur olmak, siz neler okursunuz?
-Günümüz öykücülüğünü görece kalabalıklaştıran bir atölye –yazı işçiliği dersleri- akımı var. Bu konuda düşünceleriniz neler?
Çok şey okuyorum ama tatmin edici bir okur hayatı süremedim. Öncelikle Rusya’daki hikâyemden ötürü, orada hep dil öğrenmekle geçti sanki hayat. Gerçi okuyarak da öğrendim dili… Sonra da kitap çevirmeye daldım. En ayrıntılı okuduklarım çevirdiğim kitaplar galiba. Şu sıra, bir yıldır yaklaşık, eksik saydığım okumaları yapıyorum. Don Quixote, Moby Dick, Gurur ve Önyargıyı yeni okudum mesela, biraz utanmakla birlikte. Çağdaşlarımı da okumaya çalışıyorum, yeni çıkan öykü ve romanları. Rusça da okumaya çalışıyorum bir yandan. Sürekli kitaplar başımdan aşkın oluyor böyle olunca. Bu da mutsuz ediyor, yetişememe hissi yüzünden. Mutsuzluk artınca okumayı tümden kesiyorum bazen, teslim oluyorum. Huzurlu hissedene, kendime kızmayı bırakana kadar duruyorum. Bir süre sonra o ilkel, çocuksu okuma hevesi dönüyor ve herhangi bir yerden devam ediyorum okumaya. Benim için olası tek okumanın o çocuksu okuma olduğunu anlamış oluyorum böylece.
Atölyecilikle ilgili büyük laflar edemem. İnsanların yazı ve edebiyat etrafında toplanıp düşünmesi, üretmeye çalışması güzel bence. Çıkan ürünler eleştirilebilir ama atölye dışında yazanlarınkiler de illa ki çok özgün veya etkileyici olmayabiliyor. Atölyelerden iyi okurlar da çıkıyor üstelik. Ben de bir atölyenin birkaç dersine katılmıştım. Bunun nasıl bir ihtiyaçla yapıldığını biliyorum. Yapan ve faydalanan insanlar gördüm. Eleştirilme nedeni tek tip öyküler çıkması oradan. O konuda belki düşünmeli herkes. Aynı tarz, benzer işler yapmak nasıl bırakılır, o çember nasıl kırılır, sıkıcılaşmamak nasıl mümkün olur, belki çok fazla mırıldanıyorsak bir çığlık atmanın zamanı gelmiştir.
Kimi öykülerinizde gerçek üstü diyebileceğimiz öğeler var. Genelde çekimser kalınan bu tür sizi tedirgin etti mi?
Etmiyor çünkü acemiyim ve ne yaptığımı pek bilmiyorum aslında. Gerçek hayattan çok sıkıldıysam ki sıkılırım hep, hayal kurarım. Öyküde de bunu yapabiliriz. Okur olarak severim de bunu.
Yine biliyoruz ki ve öykülerinizde de ayırt edebiliyoruz ki yolunuz birçok şehirle kesişmiş. Bu şehirlerle aranızda oluşan duygudaşlıktan biraz söz eder misiniz?
İyi bir şehirli değilim aslında. Yaşadığım şehirlere çok hâkim olmadım yani genellikle. Ev kuşu olduğum için belki. Hep imrenirim şehri iyi bilenlere ama kendim öğrenmem. Biri gelip “burada nereye gidilir, ne yapılır, ne yenir?” dediğinde panikleyebilirim. Çok şehir de görmüş sayılmam. Birkaç Rusya’da, birkaç da Türkiye’de. Yürüyüş yaparken kendimi şehrin bir parçası gibi düşünmeye çalışırım ama o his de çok oluşmaz. Yabancı gibi hissederim. Hikâyeye sonradan giren o yabancı benim.
Mekân, atmosfer ve karakterlerinizden biraz söz edebilir miyiz? Örneğin “Munise”, o unutamayacağımız karakter nasıl ortaya çıktı?
Munise’yi sosyal medyada okuduğum bir gerçek hikâyeden yola çıkarak yazmaya başladım ama süreç içinde hikâye de karakter de çok değişti. Biraz da kendime benzetmeden yazmaya çalıştım onu, bilmediğim bir hayatı yazmayı deneyeyim dedim. Yavaş yavaş girdim o dünyaya. Yoksulluğu biliyorum ama o kadar genç olmayı unutmuştum mesela ve Munise’nin öyküde yaptığı şeyi yapmak nasıl olabilir diye kafa yordum. Karakterler aklımıza ilk geldiklerinde uyuyorlar, yazabildiysek uyanıyorlar, bir süre sonra da kendi başlarına hareket ediyorlar.
…Ve son öyküde de sorguladığınız gibi yazmaya devam edecek misiniz? Yeni dosyanız var mı? Biraz gelecek planlarından bahseder misiniz?
Yazacak gibiyim. Yazıyor da gibiyim. Ama daha kolay değil, daha zor oldu yazmak. İlk dosyayla pek ilgisi olmayan bir şey üzerinde çalışıyorum. İlkine benzer bir şey yazsam daha kolay olacaktı benim için, daha emin adımlarla gidecektim, kendimi güvende hissedecektim belki. Ama yine başka bir sokağa, bilmediğim bir yola sapmış bulundum. Daha uzun bir metin, şimdilik ne idüğü epeyi belirsiz. Hayalim o duvara tırmanmak, iyi kötü tırmanabilirsem sağ salim mutlu olacağım. Aslında bir sürü kitap yazmak istemiyorum. Birkaç kitap yazıp bırakmayı ve sonra sadece yaşamayı umuyorum.
edebiyathaber.net (26 Aralık 2023)