Bu hayatta kimse başına ne geleceğini önceden kestiremez. Dünyanın en derli toplu, takvime göre işi yapan insan bile yarın ne olacağını hesaplayamaz. Her an her şey değişim potansiyelini taşır. En çok da zaman ve mekân, adımını attığınız bir yer sizi bambaşka bir yere sürükleyebilir. Hayatın düzeni böyledir, tüm hesaplamalara rağmen yarın bilinmezdir. Üstelik sıradan yaşamlarımız bu döngü içerisinde olduukça maceralı ve yıllarca anlatılacak olağanüstü bir hikâyeye de dönüşebilir. Yani, tamam hani herkes bir sabah kalktığında kendisini çok acayip bir maceranın içerisinde bulamayabilir. Ama bu hayatı en az bir kez yaşamış olanlar bilirler ki; kendilerini bir anda dizi garip olaylar silsilesinin içerisinde bulunanlar da azımsanmayacak sayıda değildir. Şöyle dikkatlice etrafınıza bakarsanız görürsünüz onları.
Yaşamın kendisi bu denli tuhaf ve farklı ihtimallere açık olması tarih boy nice romancının ilgisini çekmiştir. Rastlantılar, birbirine giren olay örgüleri ve tüm bu yaşananların içerisinde sürüklenen sıradan kahramanların hikâyelerini yıllardır keyifle okumaktayız. Kaya Genç’in 2008 yılında Yapı Kredi Yayınları’ndan yayımlanan ilk romanı Macera’da da benzer bir tema ve olay örgüsüyle bizi olağanüstü bir maceraya davet ediyor.
Lakin, başta yarmak lazım Kaya Genç’in maceralarla dol Macera romanı, bilindik romanlara hiç benzemiyor. Yazar, klasik anlatı kalıplarının dışına çıkarak, hemen her sayfasında bize okuduğumuzu bir roman olduğun hatırlatarak, hikâye akşının dışına bilinçli çıkışlarla, sapmalarla karnalevesk bir dünyanın içerisine dahil ediyor. İstanbul’un puslu, karanlık ve tekinsiz atmosferinden dünyanın çok acayip diyarlarına ve Afrika’ya uzanan destansı bir maceranın satırlarının içerisine giriyoruz. Genç, benzersiz, beceriksiz, ilginç karakterleriyle tuhaf, garip ve ironik bir dünyanın içerisine tek biletlik bir maceraya davet ediyor.
Olaylar Gündüz’ün dükkâna girmesiyle başlıyor
Dünyanın en sıradan insanı macerayı ölümüne seven Gündüz, dünyanın en sıradan günlerinden birinde üstünden pek çıkarmadığı lacivert pardesüyle bir dükkâna giriş yapar. Hepimiz gündelik hayatımızda farklı dükkanlara girip çıkmışızdır. Lakin burası tuhaf, ürpetici bir yerdir. Baksanıza dışarıdaki dükkân tabelasının üzerinde bir karga var ve olacakları hissetmiş gibi şimdi de tabelanın üzerinden uçup gitti. Gündüz, dükkânda biraz dolaşır, etrafındakilere bakar, işletme sahiplerinin saçma diyaloglarını dinler. Bir dükkândan herkesin beklentisi olan bu doğal akış, Gündüz’ün beklemediği, düşünmediği bir anda kendisini karanlık bir deponun içinde bulmasıyla başka bir hal alır. Evet, bir takım kötü adamlar Gündüz’ü darp edip, bir yere hapsetmiştir ama neden? Bir açıklaması var mı tüm olanların? Gündüz de karanlık kaldığı b depoda bunları düşünür. Bu acayipliklerin ortasında, İstanbul’da korkunç bir salgın hastalık sarmıştır. Neler oluyordu yahu? Tamam Gündüz macerayı seviyordu ama bu kadarı da fazla değil miydi? Bir dükkân gezmesi tüm bu olaylar zincirinin başlamasına mı sebep olmuştu? Yok artık demeyin olaylar zinciri başlamıştı artık. Kimsenin başına gelmeyecek olaylar, Gündüz’ün başına gelmişti işte. Madem macerayı seviyordu, o zaman çözsün bu gizemleri. Lakin faktan başlamak lazım, Gündüz önce hapsedildiği karanlık depodan kaçmayı başarır.
Salgın hızla İstanbul’u sarmış ölü şehir haline getirmişti. Gündüz kısa süren depo macerasının ardından, Alice misali kendini bambaşka bir alemde bulur. Karagöz ve Hacivat adında iki temaşayı seven, geveze tiple kahvede oturur. Onların iğneleyici laflarına maruz kalır. Tuhaf muhabbet zinciri ve karakterler geçidi Karagöz ve Hacivat’la sınırlı kalmaz. Dükkanında çalıştığı Ragıp Bey’in tuhaflıklarına, konuşan ayılara, acayip bir doktor ve ona yarenlik eden yine acayip bir asker, nargile sevip etrafa kötü şiir dizeleri bırakan Yulaf Paşa’yla yol kesişir. Arada zaman bükülmesi de yaşanır, yahu bu Gündüz kimdir? Nedir necidir? Gibi meraklı sorulara da yanıt buluruz. Öz hakiki roman kahramanın çocukluğuna ineriz, İsviçre yıllarına, Ragıp bey’in yanında çıraklığına başladığı dönemlerde gezintiye çıkarız.
Salgın son sürat şehri ele geçirmiş; kentte yaşam tehlikeli bir hal aldığında ise sislerin arasından gizemli bir ressam, şair, tayfa Joe çıka gelir. Joe onlara reddedemeyecekleri bir teklifte bulunup onları bu şehirden kurtarabilecek bir gemi ihtimalinden bahseder. Kahramanlar hızlıca mevcut şartlar ile Joe’nun şartlarını kıyaslar. Gemiye binmeyi kabul ederler. Aynı anda dört pipo içmeyi seven bir kaptanın sürdüğü gemi, hızla boğazdan ayrılır. Macerayı seven kahraman Gündüz ve peşindeki garip karakterler özellikle de konuşan ayıyla beraber denizler, okyanuslar aşarlar. Başlarına gelmedik de kalmaz. Demir atım yeri olarak bir Afrika adası gözlerine kestirir dört pipolu kaptanı derya. Lakin her gizemli hikâyede olduğu gibi burada da niyetler gizlidir. Her şey yavaşça ortalığa çıkacaktır. Bu medeniyetten uzak ada Turist Ömer’in uğradığı yerlere benzememektedir. Başka alavere dalavere vardır. Bir roman kahramanı için oldukça sıradan bir hayat yaşamış ama her geçen satırda, sayfada başka maceranın üstesinden gelebilmiş kahramanımız Gündüz bu gizemi de çözebilecek midir? Ya da maceraya asla doymayan kahramanımızı bu yaşadıkları da kesmeyip başka maceralara yelken mi açacak? Konuşan ayı dünyayı yaptığı danslarla ve açıklamalarla dünyayı şoka mı uğratacaktır? Gerisi cevapsız sorular. Tıpkı tüm iyi romanlar gibi.
Farklı bir macera
Kaya Genç’in hacimli ve oyunbaz hikâyesi Türkiye’de eşine pek sık rastlanmayan cinsten bir roman. Yazar, klasik anlatı kalıplarını tamamen dışlayan, olay örgüsüyle, karakter gelişimiyle çok uğraşmayan bir dil ve dünya inşa etmiş. Tam tersine yazar yerleşik olan ne varsa onunla dalga geçiyor, aşındırıyor. Zaten kitabın başında da niyetini belli eden bir manifesto kaleme almış: “Kahrolsun yerleşik kültür! Kahrolsun uzlaşma! Kahrolsun popüler sanat! Yaşasın edebiyat deneyleri! Yaşasın hayal gücünün düzen kabul etmeyen yapısı! Yaşasın eski usullerin devrimci yöntemler için kullanılarak yok edilişi!”
Genç, yukarıda belirttiğimiz gibi Brehtyen bir üslupla bize bunun bir roman olduğu çok bilmiş bir anlatıcı tarafından sürekli hatırlatılıyor. Anlatıcı için çok bilmiş diyorum çünkü kendisi hikâyenin tam ortasında lafa giriyor, arada bizi fırçalıyor, istediği gibi hikâyede ileri ve geri sıçramalar yapıyor. Bununla beraber, dağınık gibi görünen olay örgüsünü takip edebilmemiz için bizi ciddiye de davet etmeyi unutmuyor. Yazarın karnalavesk dünyası sadece edebi türün sınırlarını dışına çıkmıyor aynı zamanda iktidar, sömürgecilik, ırkçılık, diktatörlük gibi ciddi meseleler üzerine de düşünüyor.
Kaya Genç’in satır aralarına ve hikâye akışına yerleştirdiği edebiyat tarihinden göndermeler ya da Alice Harikalar Diyarı, 80 Günde Devri Alem gibi anlatı temalarını romanın içerisine ustalıkla yedirmiş. Dolayısıyla her yeni okunuşta farklı bir göndermeyi yakalayabilmeniz olası. Macera, okunması kolay olmayan, dikkat ve zahmet isteyen ama içerisine girildiğinde harika bir dünya ve hikâye sunan eşine pek rastlanmayan bir metin. Özetle Kaya Genç bizi harikalar diyarında, oyunbaz bir maceraya davet ediyor; davete icap etmemek olmaz.
edebiyathaber.net (4 Temmuz 2020)