Hande Baba’nın beşinci öykü kitabı Günübirlik, Aralık 2020’de KKM Yayınları tarafından yayımlanarak okurla buluştu. Toplam on iki öykünün yer aldığı eser, “Tüm kız çocukları benim şansıma sahip olsa, dünyaya benimki gibi bir babanın çocuğu olarak gelse eminim ki dünya bugünkünden bambaşka olur; güzelliklere bürünür, yaşamaya doyulmaz bir hal alırdı…” cümleleriyle babaya ithaf edilmiş.
Öykünün yanı sıra derleme çalışmalarına da önem veren yazarın, sosyal sorumluluk kapsamında yayıma hazırladığı üç kitap var. “Yüreğimdeki Öğretmen, Yılmaz Sunucu”, tüm geliri Soma maden faciasında mağdur olmuş çocukların yararına kullanılan “Ölüm Vardiyası-Somanın Öyküsü” (2 cilt) ve “İnadına Kadınım Kadınsın, Kadınız” isimli kitaplar.
Yaşadığı toplumun dışına uzanarak dünya halklarının da sosyal ve toplumsal sorunlarına uzanan yazar, hemen her öyküde anne figürünü kullanmış. Yarattığı, farklı anne tipleriyle çarpıcı öyküler kurgulamış. Zamanda geri dönüşler, iç konuşmalar ve karakterlerin, geçmişleriyle hesaplaşırken bugünlerini kurma çabaları, metinlerin diğer ortak özellikleri.
Hande Baba kalemini adeta bir kamera gibi kullanıyor. Çevresinde gördüğü pek çok detayı öyküsüne katıyor. Kitapta insana dair farklı konular anlatılmış olsa da hasta kişiler, hastane süreçleri, savaş ve ölüm kavramları biraz daha öne çıkıyor. Örneğin Günübirlik öyküsünde, annesini tedaviye götüren bir kadının anlatımıyla konuk oluyoruz günübirlik ünitesine. “Annesi kemoterapi gören iki altı yaş arası çocuklar koşturuyor ortalıkta… Yeni evliler, nişanlılar, sevgililer var; dip dibe oturuyorlar, aşkla bakıyorlar birbirlerine.”
Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki savaş sırasında yaşanan ve sivillerin hedef alındığı 26 Şubat 1992 Hocalı katliamı ne yazık ki yakın tarihin en kanlı saldırılarından biri olarak yerleşti belleklerimize. İnsanlık dışı bu olaydan hareketle yazılmış olan Kara Yaprak öyküsü, “Neden o geceyi yaşadığını,” öğrenmek isteyen bir annenin üzerinden anlatılmakta. Kadın kendisine yöneltilen “Nasıl kurtuldunuz?” sorusunu, “Kurtulamadım. Hiçbir zaman da kurtulamayacağım… Keşke gördüklerim, duyduklarımla yaşamaya mahkûm etmeselerdi…” diye yanıtlar. Katliama ilişkin son derece can acıtıcı, gerçeklere dayalı anlatıların olduğu öyküde şu sözler dikkat çekicidir. “… alınmış canları yerine koymak mümkün değildi ama dünyada eksik kalmış bunca şey varken tamamlamaya da bir yerden başlamak gerekti.”
Kitap boyunca olduğu gibi İsyan öyküsünde de yazarın kalemi ince hassasiyetlere dokunuyor. “Uykusuz gecelerimde annem uyanır korkusuna ışığı yakmadan ellerimi üzerinde gezdire gezdire ezber ettiğim çekyat… Kadifesindeki tüm çizikleri, dikişlerindeki tüm ipliği atmış yerleri biliyorum…” Bu öyküde, genç bir kadın, ağır durumdaki annesiyle birlikte hastanededir. Çevresinde gözlemlediği ağır hastalar, tanık olduğu ölümler genç kadını sorgulamaya iter. Gördükleri, duydukları, yaşadıkları üzerinden tanrıyla ve kendiyle yaptığı iç hesaplaşmalarla sürer öykü.
İz öyküsünde, bir üvey anne vardır karşımızda. Kahramanımız ise küçük yaşta kaybettiği annesini sık sık anarken, “Bizi biz yapan, geçmişten bugüne taşıdığımız izler mi yoksa ardımızda bıraktıklarımız mı?” sorusunun yanıtını arar. Ölüme yenilmiş annesi ve “tüm heybetiyle yaşamaya devam eden babası” üzerinden yaşamını sorgular.
Yeşil Kar Tulumu, hepimizi çocukluğumuza götürecek bir öyküdür. Hangimizin çocuk kalbi duyarsız büyükler tarafından kırılmamıştır ki?
Belli yaşın üstündekiler bilir, son yıllarda esneklik kazanmış olsa da saç ile otoritenin arasında görünmez bir bağ vardır. Çocuğu birey olarak görmeyen ve onunla doğru iletişim kurmayı beceremeyen toplumlarda çocuklar, otoritenin nelere muktedir olduğunu genellikle ilkokula başladıkları yıl öğrenirler. Lüle Lüleydi öyküsü küçük bir çocuğun saçı üzerinden vermeye çalıştığı varlık mücadelesini anlatırken, bu kez karşımızda, kızını, kendisinin uzantısı olarak gören bir anne vardır.
Dut Ağacı öyküsü, sırtını dayayacak bir ağaç arayan anlatıcının üzerinden, bu topraklara hiç yabancı olmayan bir sorunu çıkartır karşımıza. “Bir haftalık gelin eve döner mi, herkes ne der?” diyen bir anne ve onun saldırgan söylemlerinden uzakta kalmaya çalışan genç bir kadındır anlatılan.
Zorunlu göç konusuna da değinen yazar, kitabın son öyküsünde, anadilinden başka dil konuşamayan Bendewar isimli bir çocuğu anlatır. Okuru hızla içine çeken öyküdeki çocuk, ailesini kaybetmiş binlerce savaş mağdurundan biridir. Buradaki anne ise, kırmaktan ve yaşadıklarından dolayı bir kez daha hayat tarafından kırılmaktan korkmaktadır.
Yazının başında da belirttiğim gibi, ağırlıklı olarak anne teması üzerinden kurgulanan kitapta, “Her bina sırtını bir ağaca dayamak ister,” cümlesiyle, baba figürüne de önemli bir gönderme yapılmakta ve bu gönderme baştaki ithaf yazısıyla birleşince, okurun zihninde bir katman daha oluşmakta. Bu da kitabın derinliğini çoğaltmakta.
Kaynak: Hande Baba, Günübirlik, KKM Yayınları, Aralık 2020.
Nalan Yılmaz – edebiyathaber.net (3 Haziran 2021)