Hepimizin yapmamayı tercih ettiği şeyler vardır. Tercihler uyumla işlev kazanır. En az iki kişinin arasındaki koşulsuz kabulleniştir. İşleyen bir sistemi aksatmaksa, davranış şeklinden çok beklentilerin önünü kesen masum bir başkaldırıdır. Çoğalarak artan başkaldırı tercihe dönüşür. Tercihin, bir düşünceyi gösterdiğini söyleyenleriniz olacaktır. Ki o söz, bir düşünce olarak da okunabilir. Herman Melville’nin yapıtındaki Kâtip Bartleby bu düşüncesinden hiçbir zaman geri adım atmaz, sonuna kadar sözünün arkasında durur ve ondan talep edilen beklentilerin önünü keser. İşte tam da bu noktada, davranış düşünceden ayrışarak başkaldırıya dönüşür. Sistemin neden-sonuç işlevi rotasından sapar. Bu başkaldırı, özgür iradeyle alınan bir davranış şeklidir. Bir tercih olsa da karşı tarafın bu tepkiyi benimsemesi kolay değildir. Çünkü bir bütüne hizmet eden bu karşı gelme, esasında bir sınır çizmedir. Halbuki toplum olmanın en yalın tarifinde geçen, herkesin uyum içinde kalması için sisteme ittihat beklenir cümlesi, bilgi belleğimizde kayıtlıdır. Bu da yasaların yapısını ve işlevini sağlayan kuralları gerektirir ve her bir kuralın tanımlı bir sınırı vardır. Yine nedensellikle karşı karşıyayız.
Geleyim Kâtip Bartleby’i unutmuşken hatırlamama. Yeni tarihli bir söyleşi izledim. Keşke denk gelmeseydim. Konu masumken konuşmacının etik olamamasıyla saçma sapan ithamlar birbirinin içine girip çıktı. Sonuçta dev kazanlar kaynadı. İsim vermeden zümrenin genelini hedef almış da kimse rahatsız olmamış! Rahatsız olmama durumu benim fikrim değil, ikna olmaya zorlandığım şekli yazdım. Neyse neydi; olan olmuştu. Herkes kendinden sorumludur telkiniyle mevzudan sıyrılıp Kâtip Bartleby’e sığındım.
Etik birey, yaptığı ve yapmadığı şeylerin altında yatan gerçekliğin bilincine ve de evrensel akla yetkindir. Oradaki akıl, her şeyin fiziki olduğunu kabul eder. Sonucunda da tüm fiziki şeylerin kuralları olduğunu bilir. Kendi akıl felsefesinde, neden-sonuç ilişki zincirinin halkasıdır her bir eylemi. Evrendeki sonsuz zincirlerin tümü aklın veri tabanına yüklenir. Bu süreçte gelişen birey, belli bir noktaya gelip yol alır. Farkında olmasa da kararının altında yatan, milattan önce temeli atılan nedensellik ilkesi öğretisidir.
Antik Yunan çağın düşünürlerinden Democritus (MÖ 460-MÖ370) olaylar arasında nedene bağlı sonuçları ilk işaret edendir. Ardından gelen stoacılar ve onları da takip eden düşünürler doğa kanunlarından bireysel haklara geçiş yapan sorular sorarak ilerler. Temelde yatan varoluştur. Günümüz insanının net bir şekilde anlayacağı en açık görüşü modern felsefenin yapı taşı Immanuel Kant (1724-1804) felsefi düşüncesindedir: Aklın yasasıyla doğa yasasını çarpıştıran görüşte, özgürlük eylemlerimizin değil istemelerimizin bir özelliğidir. Ve içten gelir. Sonucu da kişiyi bağlar; aynen seyrettiğim söyleşideki gibi…
Gelelim günümüzün neden-sonuç ilişkisini benimseyen bilge insanına. Karşıdan gelen taleb ve söylemin alacağı yolu kestirir. Okuduğu bir romandan, seyrettiği bir filmden, katıldığı bir söyleşiden onu deneyimlemiştir. Kaldı ki günümüzde, sosyal medyanın açtığı görsel zekâ kaynaklı o kadar çok odacıklar var ki zihnimizde, geniş anlamlar içeren sonuçları işaret eden. Tam da burada akıl özgür iradeyi özgürlük üzerinden devreye sokar. Birinin engellenmeden ya da sınırlandırılmadan istediğini seçebilmesi, yapabilmesi ve hareket edebilmesi durumunu irdeler. Örnekleme politikadaki özgürlükse, hükümet baskısından muaf olma durumudur. Kâtip Berkley’in iş yerinde özgürlüğünü patronunun baskısını kabul etmemesi olarak okuruz: “Yapmamayı tercih ederim.”
Özgür irade veya erkin irade, kişinin eylemlerini, arzu, niyet ve amaçlarına göre kontrol altında tutabilme ve belirleme gücüdür. Kişinin belli eylem ya da eylemleri gerçekleştirmede sergilediği kararlılık; belli bir durum karşısında, gerçekleştirilecek olan eylemi, herhangi bir dış zorlama ya da zorunluluk olmaksızın, kararlaştırma ve uygulama gücü; eyleme neden olan eylemi başlatan yetidir. İnsanın erkin iradeye sahip olup olmadığı sonlanamayan bir tartışmanın konusu olsa da varoluşuyla boğuşan Kâtip Bartleby’in bu belirsizliği yıkma çabası sonucunda özgür iradesini karşı tarafa benimsetir. Burada stoacı felsefenin kuralları işler. Milattan önce üçüncü yüzyılın başlarında Kıbrıslı Zenon tarafından kurulan Helensistik felsefe okulunun öğretisinde mantık sistemi ve doğal dünya hakkındaki görüşleriyle beslenen kişisel erdem etiği vardır. Kişi etik bir yaşam sürerek gelişir. Determinist evren bireye özgür iradeyi sunar. Karşıtlık ilkesinde etik olmama hali belirir. Kötülük ancak cehalet ve akıldışı davranışlarla ortaya çıkar der stoacı felsefenin modeli Epiktetos (MS 35-MS 55) . Bir cahilin istekasının ucuna top olmak bir bilgenin kabul edeceği şey değildir.
Peki özgürlükten genelimiz ne anlıyor? Yapmak istemediğimiz bir şeyi yapmamak mı özgürlük, yoksa yaptığımız ama yapmamız gereken herhangi bir şeyin hesabını vermemek mi? İkisi de aynı kapıya çıkar. Aradaki fark, modernist düşünceden çıkan eğlenceli bir oyunudur diyenlere inat, hayır ikisi aynı şey değildir, diyerek başka bir kapı açacağım. Özgürlük, bir insanın sadece ve sadece kendisi için yaşamasının büyülü kapısını açan özel bir anahtardır. Üstüne basa basa büyülü kapı diyorum, zira hayallerimiz bu kapının işlevi kadardır. Hayal yoksa kapı da yoktur! Yani her şey bize kalmış ve herkesin özgürlükten anladığı şey farklıdır. Kimileri için hayalleri canlı kılan ışıktır. Sezgiler etkilidir. Özgürlük herkes için geçerlidir. Düşünce özgürlüğünden farklı davranıştaki özgürlük, gelişmiş toplumlarda da aykırılıktır. Oradaki şekil etik değerleri zorlar. İçsel davranışlar yasak olan şeye tepkilidir. Davranıştaki özgürlük, bireyin bir başkasının sınırlarına girdiği alandır, düşüncede o kişiyle alakalı sıfatı belirler. Sıfatlar, kimliğe yapışan etiketlerdir. Parasını kullanmayan adama “cimri adam,” yerine, “cebinde akrep var,” demek de özgür düşünceye girmez. Her iki söz de özgür iradeyle bir kişiyi etiketlemektir, belki masum bir sıfattır, fakat bir tek kelimeyle zihnimizdeki sis perdesi aralanır ve söz konusu kişinin karakterini, hatta alt hikayesini biliyormuş gibi o kişiyi yargılarız. Günümüz insanı önce seyreder, seyrettiğini görerek detaylandırır, detaylar bilgiye dönüşür, bilgi tekrarlarla pekişir, pekişen bilgi öğreti olur. Bu aşamada okuyup yazmaya başlar. Kendi kendine oluşan bu süreçteki ilk bilgi, temel bilgidir ve yan bilgilerle güçlenir. Ve de kendi kendine şekillenen algı oluşur, artık çoklu düşünceler devrededir ve beş duyunun işleviyle sezgiler de belirir, sezgiler davranışları yapılandırır ve karşı tarafın sınırlarını zorlar. Kişinin hayal kurabilme yetisi gelişmemişse, bu eylemi gerçekleştiremez.
Hayallerde özgürlük. Özgür olmayan bir düşünceyle kurulan bir hayalin ömrü, iskambil kağıdından yapılan bir ev kadardır. Özgürlük yoksa hayal de yoktur. Büyülü kapıyı hatırlayın. Bir hayali yapılandıran, kesintisiz özgür düşüncelerdir. Sınır tanımayan uçsuz bucaksız fikirlerle beslenen duygular, hisleri tetikler, tetiklenen hisler yeni fikirler oluşturur ve bir hayal dünyasının içine gireriz. Birlikte düşünelim, mesela ben bir işte çalışıyorum, bir mesaim var ve karşılığında bana bir miktar para veriliyor. Bu para, benim kazancım. Patronum bu ayın sonunda, canı öyle istediği için mesaimin karşılığını bana vermesin. Patronumun bu davranışı işleyen sistemde kabul görmez. Sistemin çarklarını döndüren zincir kopar. Sistemi bir bisikletin ilerlemesi gibi düşünelim, zinciri kopan bisiklet birden durur. Öyledir ki bisiklet bir çekiş sistemiyle hareket eder. Ben çalışırken iş de ilerleyecek ve karşılığında patronum bana bir bedel ödeyecek. Sonuçta o işe kendi rızamla girdim. Bir başka düşünceyse, o işi ben seçtim çünkü o iş için seçilendim. Her iki durumda da haklarım yapı ve yasalarla korunmakta. Bisikletin çekiş sisteminde aynakol seti, arka dişli ve zincir vardır. Pedallar, aynakol dişlisine göbekten bağlıdır. Arka dişli takımı arka lastiği tutar ve hareketi bisiklet zincirini çeviren iki pedal sağlar. Ön tekerlek, direksiyonu tutan alın borusu ve bu borunun devamındaki maşaya göbekten bağlıdır, fakat sürücüsü olmazsa bisiklet hareket edemez. Yapı ve yasalar da insanlar için geçerlidir. Ancak doğa üstü bir olay olacak da bir bisiklet kendi kendine hareket edecek. Bahsi geçen o doğa üstü olay da bir kişinin hayal gücüyle şekillenir. Bisikleti hareketlendiren, selesine oturup da pedalları çeviren kişidir ve bunu istediği için yapar. Bu eylem özgür iradeyle gerçekleşir, herkesin bisiklet sürmesi beklenemez, bisiklet sürmek bir eylemdir fakat bir tercihtir. Şimdi ben patronuma benden istediği bir işi yapamama gibi bir durumum söz konusu olabilir mi; bunu normal şartlarda yaşayan bir ben olarak düşünün. “Yapmıyorum,” demem benim özgürlüğüm değildir bu benim sisteme başkaldırışımdır ve de etik değildir. Ve sistem, bu başkaldırıyı yapana bir bedel ödetir.
“Yapmamayı tercih ederim,” diyen Barthleby, tercihini öne sürerek yapmaz, ama yapmak istememesi bir fikir olarak da havada kalmaz. Aynen Gregor Samsa’nın yataktan çıkmaması gibidir. İki durumda da özgür iradeyle alınan keskin bir karar vardır. Yaşamdan zevk alan birisinin hiçbir zaman başvurmayacağı bir özgür irade. Adrenalin tutkunlarını bu noktada ayrı tutacağım, zira özel giysiler kullanarak boşlukta süzülmek de özgür iradeyle alınan bir karardır. Mutluluk bir şeye göz yumarak elde edilir, özgürlük de aynı kapıya çıkan kabullenişlerin, görmemezlikten gelmelerin ortak paydasına hizmet eden şeylerin kazanımıdır, bir hediyedir.
Hediye deyince aklıma geldi değinmeden geçmek istemem, hediyeler bir kabahati kapatan nesnelerdir. Bir düzüne kırmızı gül, elmas bir küpe, bir tektaş yüzüğü kabul ederken farkında olmadan bir bedel verirsiniz. Bazı kadınlar, özel bir hediyeyi ruha güzel bir dokunuş kabul eder. Pahalı bir hediyenin örtülü gerçeğini nedense hediyeyi kucaklayan bilmek istemez. Oysa o hediye bir suçu kapatmak için ruhu huzura kavuşturan bir eylemdir. O elmas yüzüğü takmasını biliyorsun sözü söylenmese de saklı gerçeği bilenlerin bakışları örtülü söze varır. Her akşam elinde bir demet çiçekle karısının boynuna sarılıp uzun uzun öpen bir kocanın, karısını evlendikleri ilk günden beri aldattığını mahkemede itiraf etmesini işittiğimde hiç şaşırmamıştım.
Peki, kim kabullenir kendi ismiyle çağrılmak varken, bir lakapla çağrılmayı. Konulan lakap kişiyi yücelten bir kelime olsa da altta yatan bir aşağılama muhakkak vardır. Ad kişiyi bireyleştiren bir ayraçtır, benliktir ve o benliği kişiye veren kendi ailesidir, kaldı ki o ad da onun istemi dışında konulan, toplum içinde onu diğerlerinden ayıran bir ayraçken. Dünyaya getirilmemiz bile beklentiler sonucunda gerçekleşiyor. Unutmayalım, her birimizin sisteme hizmet etmesi bekleniyor.
Özgür iradenin edebiyattaki sembolüdür Kâtip Bartleby. Kâinatta nasıl her şey bir nedene bağlı olarak gerçekleşiyorsa itham edilen söylemler, suçlamalar da belirgin bir amaç içindir. Cehalet sınır tanımaz. Büyülü kapıdan geçecek kadar cesaretin olsun ki özgürlük ışığı hayallerini aydınlatsın. Evrenin sunduklarını kullanmak da başlı başına bir beceri…
edebiyathaber.net (9 Ekim 2023)