Ünlü Alman şair Goethe’nin sevdiğim bir sözü var. Bu özdeyişi Nietzsche de bir yaşam ilkesi olarak benimsemiş:
“Etkinliğimi arttırmadan ya da doğrudan doğruya canlandırıp yaşamıma bir şey katmadan bana yalnızca bilgi veren her şeyden nefret ediyorum.”
Bu kitaplar için de geçerli… Çocukluğumdan beri kitap okumaktan keyif alan biriyim. Özellikle geçmişe olan ilgimin artmasında okuduğum tarihi romanların ve hikâyelerin büyük etkisi olmuştur. Şimdi düşünüyorum da… Kitap okumaktan aldığım ilk lezzetin sebebi engin bir bilgi denizinde yüzmek için her çevirdiğim sayfada öğreneceklerimden dolayı hissettiğim gurur değildi. Goethe’nin de sözünden yola çıkarsak kitaplarda bizi canlandıran, hayata dair yeni sorular sorduran, çeşitli düşüncelere salık veren, hayal kurduran kapılar olduğuna inanırım. Benim için çevirdiğim sayfa bu kapılardan birini açmaktı. Satırları takip eden gözlerimin adeta başka gözler takmasıydı, yazarın kurgusunu yeniden yorumlamak, bazen yarattığı karakterleri beğenmemek, bazen o karakterlerle kendimizi özdeşleştirmekti. Kelimelerin dünyası bizi içine çabucak çektiğinde o kitap da bir çırpıda biterdi. Hatta bana derin hisler katan, güzelliğin ne olduğuna, mutluluk ve mutsuzluk arasındaki çizgiye karar vermem konusunda teşvik eden kitapları daha çok sevdim. Bu duyguların değerini anladıktan sonra bilgi almak için başvurduğum her kitap bana eksik ve yavan geldi. Ama sanıyorum ki değişen alışkanlıklarımız, farklılaşabilen hedeflerimiz ve modern hayatlarımızın yoğun akışıyla beraber pek de zaman ayıramadığımız hayallerimiz, yetişkin iken okuduğumuz kitaplardan aldığımız lezzeti de değiştirebiliyor.
Rana Demiriz’in kitaplarında çocukluğumdan kalan ve kitap okurken hissettiğim o derin duygulara yeniden kavuştuğumu söylemek mümkün. Adeta tarihi romanlarla sevmeye başladığım o yıllara geri dönüyorum ve eşsiz bir nostalji yaşıyorum diyebilirim. Demiriz’in geçtiğimiz günlerde yayınlanan ve üçlemesinin son kitabı olan ve “Saray’da Bir Yıl” başlığını taşıyan kitap da tarihi sevmek ve tarihin salt bilgiden ibaret olmadığını idrak etmek konusunda romanların değerli rolünü gözler önüne seriyor.
“Saray’da Bir Yıl,” Ziraat Mühendisliği okuyan Mehlika Mergül’ün İzmir’deki tarihi evlerinin arka bahçesinde gömülmüş çok eski fırçalar ve boyalar bulmasıyla başlıyor. Daha sonra Mehlika, karşısına çıkan mektupların henüz on beş yaşındayken Topkapı Sarayı’na eğitim alması için gönderilen Ferit adında bir ressama ait olduğunu keşfediyor. Mehlika, ressama ait figürlerin sırlarını çözmeye girişiyor. Bu yolculukta okuyucuyu birçok macera ve gizem çözme bekliyor. Kitabın sonunda okuyucu, Ferit ile ilgili şaşırtıcı gelebilecek bir detayı da öğreniyor.
Kitap boyunca Mehlika’nın maceraları gelişirken bölüm aralarında Ressam Ferit’in mektuplarının da belge olarak yer aldıklarını görüyoruz. Yazarın Osmanlı Türkçesi bilgisi ve Osmanlı Sanat Tarihi alanındaki eğitimi bu belgeleri hazırlamadaki başarısının arka planında yatıyor. Mektuplar sanki arşivin tozlu raflarında yeniden keşfedilmiş de okuyucuya sunulmuş gibi hazırlanmışlar. Bölümlerin arasına koyulan bu belgeler; kitapta yaşananları sindirmek, nefes almak ve sıradaki olaylar adına meraklanmak için bir durak şeklinde düşünülebilir. Aynı zamanda bu mektuplar Mehlika’nın duygu ve düşüncelerinin geçmişte kalan Ressam Ferit ile ortak bir diyalog geliştirmesi için zemin hazırlıyor. “Sarayda Bir Yıl,” modern bir karakterle geçmişe ait bir karakterin dillerini, mücadelelerini, ilhamlarını ve heyecanlarını bir köprü kurarak okuyucuya karşılaştırma olanağı veriyor.
Ferit isimli ressamın mektuplarında bir dönemin İstanbul’unda yaşananlar da okuyucuya aktarılıyor. III. Selim’in öldürülmesi, Alemdar Mustafa Paşa’nın II. Mahmud’u tahta geçirmesi gibi bazı siyasi olayları ressamın mektupları aracılığıyla takip ediyoruz. II. Mahmud döneminin ses getiren olaylarından Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılması, eğitim ve bürokraside yapılan reformlar da mektupların satırları arasında kendilerine yer buluyorlar. Demiriz’in kitabında bu olayların arka planda bırakıldığını, resmî belgelerden ziyade kişisel kayıtların ön plana çıkarıldığını görüyoruz. Bu anlamda “Saray’da Bir Yıl” bir devrin yaşananlarını alternatif olarak anılar ve kişisel kayıtlar aracılığıyla aktarma denemesine dönüşüyor. Diğer bir deyişle yazar böylesi kayıtların varlığı dahilinde bir devrin sanat dünyasının pek çok detayının açığa çıkma potansiyeline dikkat çekiyor. Okurken böyle belgeler kurgu değil de gerçekten keşfedilmiş olsalardı diye iç geçirmemek elde değil!
Bir ressamın kişisel kayıtları yoluyla bir devrin tarih anlayışına getirdiği bu tersyüz etkisinden başka “Saray’da Bir Yıl”ı özgün yapan diğer nokta, kitabın tarihin romanlarda alışkın olduğumuz temaların dışında yer alması. “Saray’da Bir Yıl” başlığını görünce okuyucu, Topkapı Sarayı’nda sultanların ve yöneticilerin başına gelenleri okuyacağını düşünebilir. Ancak bu kitapta imparatorların, hakkında pek çok kitap yazılmış kişilerin, zafer kazanmış kahramanların sesi yok. “Saray’da Bir Yıl,” duvar resimlerindeki figürlerin göz kırptığı, leyleklerin özgürce uçtuğu, gemilerin usulca yüzdüğü, keten kumaşlara sarılı fırçaların ve üç-dört parça boya şişesinin yaşanmışlıklarla dile geldiği bir kitap diyebilirim.
Kitapta İstanbul’un çeşitli tarihi yerlerinde çıktığınız yolculukların dışında okurun sımsıcak bir Ege atmosferi hissedeceğini söylemeden geçmek olmaz. Kitap boyunca başarıyla kurgulanan İstanbul ve Anadolu’daki diğer konakların birbirleriyle bağlantısından dolayı merak hiç eksik olmayacak. Kitabı okuduktan sonra özellikle İzmir’in Ödemiş ilçesine bağlı Birgi’nin tarihi evlerini görmek için can atabilirsiniz. Birgi’nin tarihi evlerini ayrıntılarıyla betimleyen ve şeftali ağaçları gibi yerleşime dair tüm güzellikleri sunan yazarın kalemi bu etkiyi kolayca yaratıyor. Mehlika’nın serüvenleri sırasında uğradığı yerlerden biri de Datça. Datça deyince akıllara gelenlerden farklı olarak okuyucu burada bir konakla tanışıp deniz, kum ve güneş dışında Datça’yı ziyaret etmek için bir başka sebebe kavuşacak.
Rana Demiriz’in bu son kitabında üçlemesinin ilk kitabı olan “Ayasofya’da Bir Gece”ye de referanslar bulacaksınız. Demiriz’in bu kitabında da ana karakter bir kadın ve bu kadın karakterin diğer karakterlerle kurduğu ilişkilerde ve kullandığı dilde kendine has özellikleri ortaya çıkarılmış. Örneğin, Mehlika’nın kitabın erkek karakteri Behzat ile arasında şüpheli, duygusal kaçışlarla dolu bazen oldukça samimi bir ilişki kurulduğunu gözlemlemek mümkün. Yazarın, karakterlerin farklı özelliklerini dil aracılığıyla inşa etmedeki başarısı özellikle ilk bölümlerdeki sahnelerde gülümseten hatta bazen kahkaha attıran diyaloglarla belli oluyor.
Kısacası “Saray’da Bir Yıl,” yalnızca Mehlika’nın türlü maceralara atıldığı bir kitap değil. Günümüzde yaşayan birinin geçmişten bir karakterle tanışması ve bu karşılaşmanın sonuçları üzerine kafa yorup kendine samimi, içten ve heyecan dolu yollar çizdiği ilginç bir roman.
Rana Demiriz’e ve Genç Timaş’a bu kitap için teşekkürler!
Yılmaz Yeniler – edebiyathaber.net (17 Şubat 2020)