Günümüzün derin eşitsizlikler dünyasından Muhteşem Gatsby’i okumak | Hatice Balcı

Ağustos 17, 2020

Günümüzün derin eşitsizlikler dünyasından Muhteşem Gatsby’i okumak | Hatice Balcı

Muhteşem Gatsby’nin kapağını açar açmaz karşılaştığımız genç Nick Carraway, bize kısaca geçmişinden bahseder. Az çok varlıklı bir aileden gelen Nick Büyük Savaş’ta cephede çarpışmış, savaştan kısa bir süre sonra da borsacılıkta ilerlemek için kapağı Wall Street’e atmıştır. New York’un Long İsland bölgesinde kale benzeri malikanelerin gölgesinde unutulmuş küçük bir eve taşınır. Günlerden bir gün, evinin yanındaki konağın sahibi Gatsby’nin kalabalık hafta sonu partilerinden birine davet edilir, ev sahibiyle tanışır. Gatsby, zengin Tom Buchanan’le evli Daisy’ye âşıktır. Daisy aynı zamanda hikâyeyi bize aktaran anlatıcımız Nick’in kuzenidir. Daisy ve Gatsby, Nick’in de yardımıyla yıllar sonra yeniden karşılaşırlar. Romanın şimdiki zamanında olaylar hepi topu üç ay gibi kısa bir süreyi kapsar; 1922 yazında yaşanır ve biter.

Savaş

Fitzgerald’ın eserinin psikolojik arka planında yer alan Büyük Savaş’ın etkilerine kısaca değinmeden geçmeyelim. Birinci Dünya Savaşı, tarihte eşi benzeri görülmemiş bir kan banyosuydu. Savaşın yol açtığı travmalar toplumsal değerlerin anlam yitimine uğramasına yol açtı. Milyonlarca insanın hayatının ülkeler arası siyasetin dümeninde kaybolup gitmesi hor görmeyi, zalimliği, nefreti toplumsal hayata taşıdı. Ama bir yandan da sanatta ve genel olarak düşünce dünyasında daha güçlü bir savaş karşıtlığı ve anti kapitalist duruşa yol açtı; isyankar ruhlar öfkeliydi.

Sevdiğim romanlara dikkat ediyorum da, bende yol açtığı belli başlı etkilerden biri tuhaflık oluyor. Belki buna şaşırtıcılık da diyebiliriz. Scott Fitzgerald eserini her satırda komiğin ve hüznün iç içe geçtiği bir üslupla yaratmış. Öyle ki o hüzünlü ve alaycı kıymık her sözcüğe katılmış, metne yön veren her olayın içine işlemiş. Adım adım “bolero”. Ama sanmayın ki satırlar kendini tekrar ediyor. Yakın dönem savaş tarihi, ekonomi, toplumsal sınıflar, ilişkilerdeki yüzeysellik, suç ve suçluluk, yozlaşma, pervasızlık, kibir vb çok çeşitli temalarla ilgili yeni okumaları teşvik edecek son derece esinleyici bir metinle karşı karşıyayız. Son on beş sayfada, gelişmelerin yol açtığı histeri, şiddetle yağan yağmurun iri damlaları tarafından yutuluyor.

Anlatının İpuçları

Metnin ilk sayfalarında Nick, kişiliğinin sabırlı ve yargılamadan uzak dinleyici yanını ortaya koyar. Hatta kişiliğinin bu yanını, babasının ona verdiği nasihata atıfla  vurgular. İnsanlar sabırlı dinleyicimize, olur olmaz zamanlarda, olur olmaz yerlerde dertlerini anlatmayı alışkanlık haline getirmişlerdir. Düşüncesiz kişiler tarafından alıkonulmaktan bezmiş Nick’i dinlerken bütün bu açıklamalara gerek var mıydı deriz kendi kendimize. Fakat Fitzgerald okuyucularına, “aradığınız ipuçlarını bulmak istiyorsanız Nick’in eline bakacaksınız” demeye getirdiğine göre belki de gerek var.

Fitzgerald’ı okurken, eğer bir roman yazıyor olsaydım, inceden inceye kurguda neleri yinelemeyi önemli sayardım diye düşünmeden edemedim. Mesela kusurlardan ibaret varlıklar oluşumuz üzerinde durabilirdim. İki insanı ele alırdım. Bu iki kişi birbirlerinin kişiliği hakkında isabetsiz sonuçlara varıyor olurdu. Sonra her seferinde içlerinden biri durumu fark eder, karşısındakine hatasını telafi edebilme fırsatı sunardı, fakat öteki bunu anlamaz fırsatı kaçırırdı. Derken sıra diğerine gelir, o diğeri de bu şansı heba ederdi. Bu böyle karşılıklı top atışlarıyla devam ederdi… Karakterler durumu idrak edebilirlerse, bir ihtimal işler yoluna girebilirdi.

Jane Austen’ın eserlerinde de, anlatıyı sürükleyen roman kişileri birbirleri hakkında sürekli yanlış kanılara varırlar. Üstelik bu durum pek insanca manzaralar yaratır. Çünkü her defasında yazarın hınzır diline kapılıverdiğımız komik durumlara yol açan bu yanlış anlamalar düğümü, romanların ana temasına kuvvetle eşlik ederler ve en sonunda tatlılıkla çözülürler. Austen’ın romanlarını böylesine güncel kılan etmenlerden biri, belki de yazarın, doğamızın bu yanını tüm açıklığıyla görebilmesidir. Austen bir yandan bitip tükenmez yanılgılarımızı anlatırken bir yandan da bunları telafi edebilme kapasitemizin ne kadar yüksek olduğunu gösterir bizlere. Kusurları tolere edebilme ve aşabilme yeteneğimiz aynı zamanda iflah olmaz bir iyimserlik gerektirir ve belki de yaşam enerjimizi koruyabilmek için bu iyimserliğe ihtiyacımız var.

Yoksul oğlan – varlıklı kız

Austen’ın romanlarından yola çıkarak ele aldığımız bu süreç Muhteşem Gatsby’de işlemiyor. Edindiği yeni kimlikle Jay Gatsby’nin dünyasında zayıflıklara yer yok. Okuyucuda dramatik etki yaratacak kadar önemli görünen bir iki yanılma hali ise Myrtle ile kocası Wilson örneklerinde olduğu gibi felaketle sonuçlanıyor. Ayrıca kahramanımız, kendi yaşam uğraşını çok zor bir hedefe yoğunlaştırıyor: Zenginleşerek, çok zenginleşerek Daisy’ye ulaşmak ve en sonunda da ona kavuşmak. Ancak fakirlikten gelen biri yasadışı yollara başvurmadıkça muazzam bir servet biriktiremez. Toplumun büyük çoğunluğunun yoksulluğu pahasına, spekülatif hırslarla elde edilen lüks yaşam eşitlik, adalet, hakkaniyet gibi temel toplumsal ve insani değerleri zedeler de. O halde ne yapacağız?

Gatsby’nin öyküsünü belki de bu denli dokunaklı kılan, elde ettiklerinin eninde sonunda anlam yitimine uğrayacağını anlatı boyunca hissetmemiz. Halihazırda da kayıp giden şeyleri -Nick’in vurguladığı katıksız iyimserliğine rağmen- ne yaparsa yapsın geri getiremeyeceğini bir şekilde seziyor olmamız. Daisy’nin “para şıkırtılı” kişiliğini çabuk görüyor Gatsby ve bundan rahatsız oluyor; fakat kendisinin de para şıkırtılılığı davet eden bir yaşamı var. Bütün bunlara ek olarak Gatsby’nin zenginliğinin kaynağına dair gizem, etkisi gittikçe artan fısıltılı dedikoduları çoğaltıyor. Partilerinde, koca malikaneden taşan ışıltılı kalabalığa mensup çoğu davetsiz misafir, tanımadıkları ev sahibi hakkında kulağa hiç de hoş gelmeyen lakırdılar etmekten geri durmuyorlar. Romanın saatiyle sona doğru yaklaştıkça, herkesin ve her şeyin nasıl da Gatsby’nin aleyhine çalıştığını, nasıl da yalnızlaştığını (yalnızlaşma ile ilgili bu parantezde Tom’un sevgilisi Myrtle da can yakan ayrı bir inceleme konusu aslında) sezdikçe Marquez’in Kırmızı Pazartesi’sini hatırlamadan edemiyoruz. Marquez, benzer türde bir bırakılmışlığı işlemiş ve siz adına ne derseniz deyin o biricik temasını anlatının başından sonuna dek götürmüştü. Bu noktada Marquez’in, bizi Santiago Nasar’la tanıştırırken kendi öncülüne de işaret ettiğini yani Fitzgerald’ın mirasını hürmetle andığını hayal etmekten geri duramadığımı söyleyebilirim.

Yavaşlığın sağaltıcılığı

Hayatın içinden deneyimlediğiniz an’lık bir görüntü bazen sonsuza kadar belleğinizde kalacakmış gibi gelir. O sahnenin artık yaşadığınız sürece hafızanıza kazındığını, orada duracağını anlarsınız. Edebiyatı biraz da, yakalayabildiği bu türden görüntüleri anlatma becerisindeki benzersizliği nedeniyle büyüleyici bulmuyor muyuz. Romanda işte o anlardan birinde Nick, Gatsby’yi çizerken şöyle diyor: “Halden anlarlıkla gülümsedi. Dahasını söyleyeyim, insana tam bir güven aşılayan nadir gülümsemelerden biriydi o; öylesine hayatta dört beş defa ya rastlanır, ya rastlanmaz. Sanki bir an için bütün dünyayı kolaçan etmiş ya da eder gibi yapmış da, sonunda dayanılmaz bir önyargıyla sizden yana dönmüş. Öyle bir gülümseme ki, bakıyorsunuz sizi tam anlaşılmak istediğiniz kadar anlıyor, kendinize nasıl inanmak istiyorsanız, size işte öyle inanıyor, ek kıvamınızdayken bir başkasında yaratmayı umduğunuz izlenimin ta kendisini edindiğini size duyuruyor…” *

İyi eserler yavaşlık talep ederler. Bu talebe kayıtsız kalmazsanız zihninizde kum gibi kaynayacak sorular üretmenize katkıda bulunurlar, daha meraklı bir insan olursunuz. Üstelik metnin akışı içinde her bir renk, her bir ses devinir. Fitzgerald’ın romanının satırları arasında gezinirken bu devinime eşlik etsin diye Handel’in Sarabande’sini dinledim. Kitabı okumaya heveslenirseniz eğer, ruhunuza işleyen kompozitörünüz her kim olacaksa onun müziğine arada bir kulak vermeyi siz de ihmal etmeyin.

Kaynak: Muhteşem Gatsby, Fitzgerald Scott, Çev: Can Yücel, Papirüs Yayn., 4.baskı, Ekim 1992, syf.50

Hatice Balcı – edebiyathaber.net (17 Ağustos 2020)

Yorum yapın