Söyleşi: Ezgi Özsan
Atölye kapısı kahverengi ve ardından odanın ilk renkleri beliriyor: Uluslararası üne sahip olan, 1977 yılından beri karikatürist ve grafik sanatçısı olarak çalışmalarına ivme veren sevgili Gürbüz Doğan Ekşioğlu, en sevilen çizimlerine hayat verdiği atölyesindeki televizyonun kumanda düğmesine basıp ekranı hızla karartıyor. İstanbul’un Anadolu yakasında bulunan Moda’daki tazecik bir sokakta beliren kedi evinin ve yolu gölgeleyen büyük ağaçların arasındaki atölyesinde “Raflarda duran saatleri görmek ister misin? Geçmişe ait nesneleri biriktirmeyi seviyorum, yaklaşık 50-60 adet kurmalı masa saatim vardır, ayrıca zaman kavramı öteden beri ilgimi çok çeker ve bu konuya ait resimlerinde vardır.” Diyes söylüyor. Dünyaca tanınan grafik sanatçısı, bir yandan ise odanın duvarlarını süsleyen büyük, rengarenk (üstü seramik sır ile kaplı metal mutfak eşyaları) kase, çaydanlık, tabak, sureli, sova gibi bir çok sayıda emarenin dizili olduğu duvar raflarını kaplayan koleksiyonunun önünde dururken, insan sevgisi ile dolu sözlerini sarf etmeye devam ediyor. Çalışma masasının yanındaki tavana doğru uzanan fosforlu sarıya boyanan kalorifer borusu ise ona ilham veriyor. Hemen karşısında duran kitaplığın üstündeyse saksının içinden kravat kaplı dallar yükseliyor. Ve sevgili çizer Ekşioğlu, bu eserini neden yaptığını anlatacağı sırada gökyüzündeki güneş arkadan vurduğu için neredeyse yüzü bir haleye dönüşürken; “Her gün kravat takma zorunluluğu bulunan bürokratlar için yaptığım bir işim” diye söylüyor.
Odanın diğer duvarında ise “The New Yorker” dergisine çizdiği yaratıcı kapaklar asılı. Sonra, aramızda ritmik bir konuşma başlıyor. Öyle ki, kendisine bir anda aklındaki çekmeceleri aralaması için sorduğum ilk soru “Çizerin gerçek özgürlüğüne inanır mısınız?” diye oluyor. Ünlü karikatürist ise yeni çalışması olan parlak metal bir makasın tutma deliklerine bağladığı iri saç tutamını gösteriyor önce. Henüz sevenlerinin görmediği bu eserini kadınlar için yaptığını anlatıyor. Daha sonra ise canlı çizimlerinin ve sergilerinde kullandığı yüzlerce tablonun bulunduğu atölye odasını geziyoruz. Sayısız temayı kapsayan tabloları harika, çünkü Gürbüz Doğan Ekşioğlu aklındaki “sıra dışı fikirleri” daha öteye taşıyarak somut bir görsele rahatlıkla dönüştürebiliyor. Atölyede ise 1000’den fazla eserini resimleyen usta grafik sanatçısının kapak tasarımları ve o çok sevdiğimiz bulutlar, kuşlar ve kediler bütün gerçeklikleriyle tablolardan zemine uzanıp gezinecek gibi çizili duruyorlar. Çünkü umut dolu, capcanlı fikirlerinden yalnızca “bahsetmenin” yanı sıra, aynı zamanda da eserlerine aktarabiliyor. Ve renk standartlarının en iyisini yakalayan usta sanatçı “Aşk Dediğin…” adlı resimli kitabını imzalayarak hediye ediyor, koyu renkli cevizden yapılmış sallayan sandalyesinde oturuyor ve çalışma masasındaki kalemlikte kuruyan suluboya fırçaları hemen göze çarpıyor. Büyük bir sakinlikle ellerini kavuşturduğu sırada söyleşimiz başlıyor:
Çizerin gerçek özgürlüğüne inanır mısınız? Bazen de çizilen karakterlerin hikayeyi istediği yere götürmelerine izin verir mi?
Çizer dediğimiz anda, bu illüstrasyon sınıflamasına giriyor… O yüzden, illüstrasyon ile sanatçı arasındaki fark şöyledir; sanatçı istediğini yapar… Örneğin, Malevich 1915 yılında Rusya’da beyaz bir tuval üzerine siyah bir kare yapmış. 1918 yılında da beyaz üstüne beyaz yapmış… Bunu sanatçı, bir manzara resmi yerine, siyah kare ve beyaz kare resimlerini yaptığına göre, bu onun özgür bir sanatçı olduğunu temsil eder. Çizer ise sipariş üzerine işini sürdürür. Böylece, sipariş veren kişi o sanatçının çizgi biçemlerine göre çizeri seçerek çalışmaya başladığından dolayı ayni zamanda da çizeri yönetir, büyük usta, dünyanın en önemli çizerlerinden olan Turhan Selçuk tarafından yaratılan ve haksızlıklara karşı halkı koruyan Abdülcanbaz adlı çizgi roman karakteri beni çizer olarak etkilemiştir, çizer istediğini çizse bile, sanat yapmak için değil de sanatına bağlı olarak bir konuyu yorumlar, yeteneğini sanat yapmak için değil ama mesaj vermek için kullanır. Burada “Sanat sanat için midir yoksa halk için midir?” kavramına değinebiliriz. Sanat avangarttır, yani çağın önündedir. Sanat önce anlaşılmazdır. İzleyiciye soru sordurur ve sorunun cevabını bulması için onu yönlendirir, insan ise sorulara cevap arayarak gelişir. Sanatçı, bir tarihçi gibi yaşamış olduğu dönemi eserlerine taşıyarak yaşadığı süreci belgeler. Tekrar sanat sanat için midir? Sanat halk için midir? sorusuna gelirsek bana göre, “Sanat sanat içindir” tezini savunurum. Ama çoğunlukla “sanat toplum içindir” doğrultusunda işler üretmeyi kişiliğim gereği tercih ettim. Grafik eğitimi almam ve grafik sanatçısı olduğumdan dolayı, (Grafik Tasarım: Herhangi istenilen herhangi bir konu doğrultusunda bir duyguyu ya da bir düşünceyi karşı tarafa görsel olarak afiş, kitap kapağı, amblem, logo, ambalaj, illustrasyon, karikatür diye ifade eder), işlerimle bir duyguyu, düşünceyi, olayı çizerek anlatmayı severim. Somut bir konuyu, örneğin; çevre sorunları gibi veya insanın sıkıntısını, sevincini içeren çizimler de yaparım.
Çizimlerinizi en iyi nasıl tanımlarsınız? Alt metni bize neyi anlatır?
Çocukluğumdan beri gökyüzü ilgimi çok çeker. Felsefeye karşı ilgim vardır. İlk açtığım sergilerde bile “Siz felsefeci misiniz, felsefeyle mi ilgileniyorsunuz?” sorusuyla çok muhatap olmuşumdur. Ülkemizin yetiştirdiği felsefeci ve deneme ustası Prof Dr. Nermi Uygur (1925- 2005) ile uzun yıllar yakın diyaloğumuz, beraber çok güzel paylaşımlarımız olmuştur. Marmara Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesindeki doktora ve yüksek lisans öğrencilerine Sanat Felsefesi dersi verirdi. Dersten sonra benim ofisimde sohbet ederdik. Başka hocalarda sohbete dahil olurdu. Bir de dersinin olduğu günde her hafta öğlen yemeği yerken sohbetimiz sürerdi. Felsefe dışında sosyoloji, psikoloji ilgilidir çeken alanlardır, ayrıca şiiri çok severim, rahmetli babam Şevket Ekşioğlu hem şiir, hem de destan yazardı, genetik olarak bana da geçmiş ki; “İşeriniz çok şiirsel “diyenler çok olur. Sunay Akın yıllar önce bana; “Sen ressam değil şairsin.” demişti. Bir de, neden, niçin, nasıl sorularıyla hayatı sorgularım. Bu yapım ise bir şey çizerken, resmederken “anlatıcı” bir yol seçmemde etken olmuştur diyebilirim. Çalışmalarımda en çok işlediğim konular ise Zaman (Saatler), merdivenler, çukurlar, uçurumlar, kuşlar, şemsiyeler, gökyüzü, yıldızlar ve fincanlardır. Kedili bir resmimin 1992 yılında “New Yorker” dergisinde yayınlanmasıyla beraber kedilerin çizimlerime daha fazla dahil olduklarını söyleyebilirim. Türkiye’de yayımlanan, reklam dünyasının en önemli dergisi olan “Media Cat” dergisinde ise 1 yıl boyunca her ay kedili kapaklar çizdim. Yazarlar ve ressamlar kediyi çok severler. Çünkü sanatçılar özgürlüğü seven kişilerdir. Sunulan değerleri kabul etmek yerine kendi değerlerini ortaya koymayı isterler, bu yüzden de kişisel özgürlüğü savunurlar, kedilerin hem estetik görüntüsü hem de özgürlüğe düşkün olmaları belki de onların kedileri sevmelerinin ana nedenidir. Diğer bir yandan, Facebook gibi dijital platformlar sayesinde çizerler gündelik olayları çizip gündeme getirerek paylaşma imkanı buldular, medyada çizmek yerine veya medyada yer bulamayan çizerler kendi medyalarını oluşturdular, ben de kendi medyamı oluşturdum. Örneğin; o gün Cemal Süreya’nın doğum günü ya da 3 gün sonra 10 Kasım… Geçenlerde, 3 Ekim günü Attila İlhan’ın ölüm yıl dönümüydü, o güne ait bir bir Attila İlhan çizdim. Güncele ait çizimler yapmayı seviyorum. Diger taraftan, güncele ait olmayan konuları çizmeyi de seviyorum. Atölyemde gördüğünüz şemsiyeli resimler geçmişe ait işlerimdir. Karadenizliyim, Ordu’da büyüdüm ve Karadeniz bölgesine çok yağmur yağar. İnce ince yağan yağmur 25-20 gün durmadan sürer ve bu nedenle şemsiye çok gereklidir. Bir de, babam şemsiyesini hep bir yerlerde unuturdu, annem de ona “Yine mi şemsiyeni kaybettin” diye kızardı. Bu yaşanmışlıklar bilinç altıma yerleştiği için şemsiye teması resimlerinde çoktur. Merdivenli resimlerim ise insanın daha yukarı çıkma çabasını anlatır. Sıfırdan hayata başlıyoruz. Hayatı, gelişmeyi merdiven basamaklarına benzetirim.
Çizimleriniz her zaman pozitiflik, umut, dünyayı daha iyi bir yer haline getirme ve insanın iyimlerliğine olan inancı ifade etmeyi sürdürüyor. Bu yönünü, bilinçli mi tasarlıyorsunuz?
Yaşamış olduğumuz hayat çok zorlukları olan bir yer, maddi ve manevi zorluklar diyelim. Ne gariptir ki, insanın negatif olan duygusunu pozitife çevirebilirse mutlu olur, sosyal medyada sabah ve gece yatarken pozitif duygular veren resimler paylaşarak izleyicilerin pozitif olarak güne başlamalarını ve pozitif olarak uykuya dalgalarını isterim, olumlu dönüşler aldığım zaman da mutlu olurum, bu da beni çizmeye daha çok teşvik eder.
Ardından, sevgili Gürbüz Doğan Ekşioğlu, kendi instagram hesabından dün gece paylaştığı çizimi gösteriyor. Çiziminde ise bir evin bahçesinde konumlanan ağaçtan ağaca asılı olan çamaşır iplerine kuruması için parıldayan sapsarı yıldızları asan ve parlak ayı mandalla ipe tutturan abstrack (soyutlama) olan harika bir resim var. Sonra da, yine dijital hesabından paylaştığı bir başka çizim olan kıpkırmızı bir balonu şişiren beyaz elbiseli kadının, açık, masmavi gökyüzündeki beyaz bulutların arasında elindeki balonu üfleyerek uçtuğunu belirtiyor.
Bir romanı resmetmek isteseydiniz, bu size en yakın hangi yazar ve kitabı olurdu?
Enteresan bir şekilde, bir kitabı okurken aklımda sürekli çizmeyi hayal ettiğim görseller beliriyor. Hemen onları nasıl çizerim diye düşünmeye başlıyorum. O yüzden, belki roman degil ama, felsefi kitapları okumayı daha cok seviyorum. İlk insanın davranış biçimleriyle 21. yüzyıl insanının davranışları arasında bir farkın olmadığını, sevgi, nefret, bağlılık, aşk, iyilik, kötülük vs gibi, yani insana ait kavramlar önceki yüzyıllarda nasılsa şimdi de aynı diye düşünürüm, bu tür konuları yapmayı tercih ederim. Sipariş için iş yaparken ise editörün yönlendirmesi vardır. Antalya ile ilgili bir konu verilmiş ve illüstrasyonunu yapmamı istemişti, resim ise şöyleydi; bir portakal dalı sarkmış, yuvarlak turuncu portakalı güneş olmuş şeklinde resimlemiştim. Arkada ise deniz manzarası vardı, editör arkadaki denize bir yelkenli çizmemi istedi, oysa bana göre güneş tek başına daha etkili dursa da istemeye istemeye denize yelkenli çizdim. Şöyle düşünün, bir yazıda nokta, virgül veya ünlemin nasıl çok anlamı varsa konuyu anlatan resimlerdeki fazla veya eksik bir nesne konuyu etkiler.
Saat koleksiyonunuz var. Saatlere size neyi anlatırlar?
Duvarda duran kocaman ekranlı saatin 3/4ü‘ü rakamlarla dolmuş ve saatin içindeki hacmi bir hayat olarak düşünürüm… Dökülen, biriken rakamlar geçen zamanı, yani geçen hayatı anlatıyor, rakamlar saati doldurduğundaysa hayat bitiyor, her hayat bir saat ekranının doluluğu kadardır diyorum. Zaman göreceli bir kavramdır. Uzayın sonsuzluğundaki zaman kavramından kaybolurum… Güneşin ışığı dünyaya 8 dakikada ışık hızıyla ulaşıyor. Işığın 1 saniyedeki hızı ise 300 bin km dir. Örneğin, İstanbul ile Ordu arası yaklaşık olarak 1000 kilometredir, demek ki ışık 1 saniyede 300 bin defa İstanbul’dan Ordu’ya gidiyor. Andromeda galaksisinden bize ışık 200 milyon yılda geliyor. Şimdi bizler diyoruz ki, kelebeğin hayatı çok kısa. Oysa ki, o küçücük hayatın içinde bütün mükemmelliğiyle kelebek doğuyor, büyüyor, ürüyor ve ölüyor. Zaman, canlılar için olan bir ölçü birimi. Bizim de başka bir şeye göre kelebek kadar yaşamımız var. Bu yüzden, zaman kavramını ve saatlerin bana anlattığı felsefeyi seviyorum. Saat koleksiyonumun olmasının başka bir sebebi ise emaye kap koleksiyonunda olduğu gibi eskiyi, yok olan bir değeri korumayı ve onların gelecek kuşaklara aktarmayı seviyorum.
Derler ki, her çocuğun içinde meraklı ve yaratıcı bir araştırmacı vardı… Öyleyse çocukken merakınızı çelen, sizi yönlendiren duygu ve düşünceler nelerdi?
Çocukken yazın köye giderdik. Belki, ayda bir defa köyün üstünden uçak geçerdi. Uçak çok uzaktan geçtiği için parlak bir nesne olarak görünürdü. Ve malzemesi parlardı. Ben de uçak düşse de o parlak kısmından biraz kapsam diye düşünürdüm. Mahalle arkadaşlarımla oynardık ama kendi başıma da bir şeyler yapmayı severdim, hani yağmur yağdığı zaman yokuşlardan ince ince su akar ya, işte onların üstüne ufak taşlardan ve çamurdan bir duvar yapar, akan o ince suyu orada biriktirip baraj yapardım. Sonra da, bir ağaç dalı parçasından ekmek bıçağıyla bir minik kayık yaparak onu biriken suda yüzdürürdüm. Bir bakıma, çocuklar çok yaratıcı ve naiftirler, geçen gün bir videoda gördüm, babası çocuğa neden ağladığını soruyor, çocuk da ; yapraklar ağaçları terkedip düşüyor diye ağladığını söylüyor. Hiç bir büyüğün aklına böyle bir düşünce gelmez, çünkü büyükler öğrendikleri şekilde hareket ederler.
Yeni çizmeye başlayanlar için farklılıklarını ortaya koymaları adına ilham verebilecek cümleleriniz nelerdir?
Öğrencilerime her zaman “Farklı olun” diyorum. “Farklı olun, farklı çizin” derim. 10 tane gömleğimiz vardır ama gider bir tane daha alırız. Neden alırız? Farklı olduğu için alırız. Ne var ki, insan yaşamı boyunca hep farklılığın peşindedir. Farklılığın peşinde koşan insan ise dünyayı, yaşadığımız koşulları değiştirir. Güzel sanatlar öğrencileri için ideal olmak, Rönesans döneminde olduğu gibi mükemmel şekilde insan anatomisi çizebilmektir. Tabi ki, anatominin doğru ve güzel çizilmesi çok önemlidir ama hep o noktada kalmak farklı bir sonuç olmayacağı için öğrencinin gelişimini zorlaştırır. Oysa farklılık, onu çizmek değildir, onu değişik çözebilmek olmalıdır. Öyle bir farklılık bulabilirsiniz ki, çok basit bir çizimle bile fark edilebilmesi sağlarsınız. Aklıma geldi, çocuk kitaplarında bir öğretmenin çizdiği “Cin Ali” adlı kitabın illüstrasyonları cok basit olmasına rağmen farklıdır ve farklı olduğu için de çok sevilmiştir. Dolayısıyla, yeni başlayanlar için şöyle söyleyebilirim; hep yapılanların dışında bir şeyler üretmeye çalışmalılar ki insanların dikkatini çeksin. Yapılmış olanların tekrarını veya benzerini çizmek, o alanda üretilen “İyileri” hatırlattığı için farklı olmayacaktır. Başka bir örnek ise; koyu tonlarda giyinen bir topluluğun içerisinde sarı renkte giyen bir insanı ilk bakışta görürüz, çünkü sarı renk farklı gelir. Mesleğimiz de fark edildiğiniz zaman daha çok ilgi görürüz. İyi sanatçılar sanatıyla fark yaratanlardır. Mesela, yakın bir arkadaşınızın sesini uzaktan veya telefonda adını söylemeden tanırsınız. Yüzünü görmenize gerek yoktur. Sanatçının ürettikleri de ses tonu gibi özel olmalıdır. Sanatçının eserini gördüğünüz anda adını, imzasını daha görmeden tanırız, çünkü üslubu onun ses tonu olmuştur. Örnek olarak; Picasso, Salvador Dali, Fikret Mualla, Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun işlerini görür görmez tanırız! Bu yüzden, bu örneklerle öğrencilerime farklı olmanın önemini anlatırım.
Çizim sürecinizde çizmeyi hayal ettiğiniz çizgileri aştığınız zamanlar var mıdır?
Grafik üretiminde her şeyi genelde kağıt üzerine yaparsınız ama resimde ise tuval üzerine çalışırsınız. Benim 0.1 rapido kalem ile ritmik biçimde çizgi çizgiyi tarayarak oluşturduğum küçük boyutlu resimlerim vardır. Bu tür ürettiğim işlerimde çok sayıda ödül almam da uluslararası önemli yayınlara illüstrasyon yapmamı sağladı. Ama bu işlerimi bir sanat galerilerinde sergilediğim zaman duvarda cok ufak kalıyorlardı. Ve etkili olmuyorlardı. Ben de daha büyük çizeyim diye tuval üzerine resim yapmak istedim. Yağlıboya ve akrilik ile yaptığım tuval resimlerim ile beraber sergiler açtım. Sonra, üç boyutlu işler de üretmeye başladım. Zamanla da teknolojinin devreye girmesiyle birlikte telefonumda ve ipad aracılığıyla çizmeye başladım. Telefonuma çizim programı kaydettim. Şimdi ise çizim kalemiyle yapıyorum. Ayrıca Ipadpro vesileyle Procreative çizim programında çiziyorum. Kağıt, tuval, üç boyutlu, dijital olarak farklı tekniklerle üretmek fırsatı sayesinde ise pek çok kişinin imzamı görmeden “Sizin olduğunu anladım!” diye söylemeleri beni çok mutlu ediyor.
İllüstrasyonun daha hicve yakın, mesaj ileten tarafıyla yakından ilgileniyorsunuz. Peki politik karakterler çizmeyi düşündünüz mü?
İllüstrasyonda duyguyu, düşünceyi görsel olarak ifade edersiniz. Bu görsel ifade biçimlerinin çeşitli alanları var. İllüstrasyon meyve çeşitleri, çiçek türleri gibi ayrı ayrıdır. Doğa illüstrasyon, botanik illüstrasyon, portre illüstrasyonu, çocuk kitabı illüstrasyonu, karakter ve resimli roman illüstrasyonu, kavramsal illüstrasyon, reklam illüstrasyonu gibi uzmanlık alanları vardır. Karakter yaratmak ve çizmek benim tarzım ve ilgi alanım değil. Benim çizdiğim “kavramsal” illüstrasyondur. Gökyüzünde ay yok ama denizde yansıması kalmış… Bu işimde anlatmak istediğim ise değerli bir kişinin artık aramızda olmadığı ama yaptıklarıyla yaşadığını vurgulamaktır.
Sanatınızın güncel olanla uyumlu olması önemli midir?
Kendimi 3 türlü üretime ayırdım. Bir tanesi; sipariş ile üretim. İkincisi ise güncel olaylar ile ilgili üretim. Sonuncusuysa kendi istediklerim doğrultusunda üretim… Sanat yolculuğum bu şekilde başladı ve devam ediyor. Bu sebeple, güncel olanla yakından ilgiliyim.
Dünyada grafik alanının yarattığı etki nasıl bir noktaya gidiyor? Sizce geleceği nasıl olacak?
Grafiği üretiminin önceden sanatla ilişkisi çoktu. Grafik tasarımcı ve grakifer (uygulayıcı) sanattan çok besleniyorlardı. Yaptıkları işlerde sanatsal etkiyi fazlasıyla hissediyorduk. Ürettikleri işlerin fonksiyonu bittikten sonra bile o iş, sanat alanında hizmet vermeye devam ediyordu. Örneğin, ünlü grafik tasarımcısı Milton Glaser 2019 yılında ölmeden önce çizmiş olduğu (o meşhur “I Love NY More Than Ever” logosunu çizen tasarımcı) işler grafik bir üretimdir. Ama aynı zamanda, sanat niteliği taşır. Yine Türkiye’den ise önemli isimler olan grafik sanatçısı Mengü Ertel ve çizer Turhan Selçuk… Bir başka isim ise “Tekel ürünleri: sigara paketi ambalajı, kulüp rakının etiketi, Milli Piyango bileti, Osmanlı, Ziraat Bankalarının afişleri için yaptığı illüstrasyonlar bugün birer sanat nesnesi olarak değer görür. Ben de bu anlayış ile işlerimi üretmekteyim.
Toplumdaki sanat ile ilgilenen genç nesil için süreç hakkında bilgi vermek adına bir yetenek üstünde ustalaşmak nasıl bir süreçti?
Severek yaptığınız iş zor değildir, inanın… Bir anneyi düşünün, çocukları öyle çok seviyor ki annelik güdüsüyle 5 tane çocuğu da olsa onları severek büyütür. Sevince her şey başkadır. Bu nedenle, herkesin sevdiği işi yapmasını ve sevdiği iş için mücadele etmesini isterim. Zaten insanı güçlü kılanlar zorluklardır. Kolay olan ya da kolay üretilen bir sey varsa o iş iyi değildir derim, tabii ki müstesnalar hariç demeliyim. Ayrıca bir işi yaparken kendi ruhunuzu vermezseniz bu sonuca yansır ve iyi olmaz.
En sıra dışı işinizin özelliği neydi?
En sıra dışı işim var mı bilemiyorum, belki benim için üç boyutlu yaptığım işler sıra dışı olabilir. Farklı malzemeler ile yaptığım üç boyutlu işlerimden bir sergi açmayı hayal ediyorum.
Bir de çizimleriniz bulunduğu 4 tane kitabınız var.
Şu anda Yeditepe Üniversitesinde öğretim üyesiyim. Kurumun yayın bölümü editörü Didem Bayındır, çizdiğim konulara ait kitaplarımı yayımlamak istediğini söylemişti. Özellikle kedileri seven çok olduğu için kedi kitabından başlayalım demişti ve öyle de oldu. İlk kitabım olan “Kedilerim Benim”di. İkinci kitabım ise sadece sevgi ve aşk temasını içeren 105 adet illüstrasyonun yer aldığı “Aşk Dediğin…” adlı kitabım yayımlandı. 3. kitabım kuşlar olacaktı ama editör bir başka yayınevine geçince kitaplarım yayımlanmadı.
Öyleyse, bir sonraki projeniz nedir?
Yeni bir sergi projesi var. Aslında çok öteden beri, 1977 yılında o zamanki Vatan Gazetesinin açmış olduğu “Özgürlük” konulu yarışmada çizdiğim bir kafesin içerisinde uçan kuş çizimim ödül almıştı. Daha sonra, bu esprinin renkli ve halini çizdim. O yıllardan bugüne kadar kuşlarla ilgili çizdiğim resimler bir hayli birikti. Bu yüzden kuşlar ile ilgili bir sergi açmak istiyorum.
Öğleyin saat 4 sularında, değerli Gürbüz Doğan Ekşioğlu yeni çizimleri üstünde çalışmak üzere atölyesindeyken, beni “Farklı sorularla gelmişsiniz, bu yüzden size teşekkür ederim” diyerek uğurluyor. Dışarıdaysa hava, herhangi bir uyarı olmaksızın, yine de hızla bulutlanıyor. Atölye binasının önünden ayrılmadan hemen öncesinde, bahçe duvarının çatlağında mahsur kalmış bir bitkinin oradaki belirsizlikten nasıl kurtulacağını düşündüğünü hayal ediyorum. Birden, etrafındaki yemyeşil filizleri görünce anlaşılıyor ki, sıkışan bitki elbette ki çevresinde yeşeren diğer bitkilerden ilham alıp büyüyecekti. Bunu izleyen sessizlikte yürüyorken, aklıma usta sanatçıyla yaptığımız röportajın amacının tam da bu olduğu geliyor. Gitgide arkamdaki sokağın kedi evleri küçülüyor ve Kadıköy iskelesinin meydanındaki çingeneler rengarenk çiçeklerinin arkasında gülüşüyorlar. Sonunda her şey, tüm bu yazı, masamın başına oturmamla işte böyle şekilleniyor.
* Yukarıdaki röportaj yazısının amacı, dergi yazarı Ezgi Özsan’ın, Türk karikatür ve grafik sanatçımız olan sevgili Gürbüz Doğan Ekşioğlu ile bir araya gelmesiyle, toplumda sanat ile ilgilenmeyi isteyen insanlara bilgi vermek ve usta sanatçımızdan iş yaşamındaki yolculuğuna dair ilham almalarını sağlamaktı.
edebiyathaber.net (16 Kasım 2022)