Lodos Çarpması, Tuğba Gürbüz’ün ilk öykü kitabı. Kitap 17 öyküden oluşuyor. İlk öykü Yeter Değil, geçmişinden kurtulamayan bir kadının hikâyesi… İnsanların değişimini Neşe karakteri üzerinden başarıyla veriyor yazar. İnsanların sadece güzel anıları hatırlamasına anlam veremeyen Burcu’nun uyumsuz duruşunu, Ömer’in tek cümlesiyle vermeyi başarmış.
Bir İhtimal öyküsünde kadına dayatılan rolü ustalıkla oynayan bir kadın, biraz olsun nefes almak istemektedir. Öykü yalnızca bu dayatmayı değil, aynı zamanda bu rolü refahı uğruna kabullenen kadın tipini de eleştiriyor. Bu yönüyle öyküyü sıradanlıktan kurtarmayı başarıyor.
Gürbüz ilk iki öyküdeki kurgusal başarıyı ve öykü ritmini Anı Toplayıcısı ve Veda öykülerinde yakalayamamış. Anı Toplayıcısı, kanserle savaşmaktan yorulan bir adamın hayata dönüş hikâyesi. İlk cümlede hikâyenin sonunu itiraf etmesi zaten tahmin edilebilir bir hikâyeyi baştan bitiriyor. Aynı zamanda melodram havasına giren öykü birkaç hayal geçişi ile sıradanlaşıyor. Bu anlamda zayıf bir kurguya sahip.
Veda öyküsünde ise ilk sayfalardan bir gizemi sorgulayışa dönüşecekmiş izlenimi verse de sonrasında öyküden çıkıp bambaşka bir metne dönüşüyor. Tasvirler ve izlenimler yığınına dönüyor. Gereksiz ayrıntılarla boğuşuyor yazar. İlk sayfalardaki gizem, merak ettiğimizle kalıyor.
Unutmadım öyküsü gücünü samimiliğinden ve iddiasızlığından alan bir öykü. Geçmişte kalan bir aşka yakılan bir ağıt değil. Yazar burada doğru bir seçim yapmış, silik hatıralarla örmüş ve metni ucuz bir aşk sızılanmasından kurtarmış.
Gürbüz, kadın-erkek arasındaki uzaklaşmayı, soğumuş ilişkilerin küllerini, tutkusuzluğu başarıyla anlatıyor. Gitmezdi O Zaman öyküsü buna iyi bir örnek fakat kurguda aynı başarıyı gösteremiyor. Öyküyü sona bağlama kaygısı ile melodram bir finalle bitiriyor. Oysa öykünün çatısı, umarsızlık ve kaldığı yerden devam eden bir öyküye daha müsaitmiş.
Kremalı Patates okura çelme atan bir öykü, bu anlamda sürpriz final yapmasaydı yazar, vasat bir gezi yazısı ve izlenimleri okuyor olacaktık. Gürbüz bu anlamda öyküyü kotarmayı başarmış.
Gürbüz’ün öykülerinde metinler arasılık kendini gösteriyor. “Unutmadım” öyküsünde öyküye çok katkısı olmayan Oğuz Atay’ın Korkuyu Beklerken alıntısından ziyade Yüzme Dersi öyküsündeki Kafka’nın Dönüşüm kitabındaki alıntı daha başarılı duruyor çünkü öykü genç Kafka’nın da metne dâhil olduğu bir kurguya dönüşüyor. Özellikle epigraf yapma derdine düşmüyor, böylece ortaya başarılı bir kurgu çıkıyor. Bu anlamda Yüzme Dersi öyküsü kitabın en başarılı öykülerinden biri.
Yazar “kadın” odaklı öyküleri başarıyla kuruyor. Kadının iç dünyasını, karmaşasını anlatmakta pek mahir. Yaprak öyküsü de bu tür öykülerden. Sevgilisiyle tatile çıkan kadının ilişkiyi kurtarma çabası ve sırları, aradığı huzuru bir yabancıda bulması ve tüm doğallığıyla anlatması öyküyü güçlü kılıyor.
Kitaba adını veren Lodos Çarpması, katmanlı bir öykü. Öykü içinde anlatılan bir hikâye üzerine kurulmuş. Yazar ayrıntılara fazla giriyor bu öyküde, bu anlamda daha kısa olabilirmiş izlenimi yaratıyor. Fazlalıklarından arınmış hali öyküyü daha canlı kılacaktır.
Gürbüz içselleştirdiği meseleleri daha başarılı aktarıyor öykülerine. Yukarıda sözünü ettiğim “kadın” odaklı öykülerde olduğu gibi “aile” de öykülerinde yer ediyor. Gülümseyen Midilliler öyküsü de baba-kız ilişkisini anlatan başarılı bir öykü.
Eşik öyküsünde yine bir aile karşımıza çıkıyor. Yeni bir düzen kurmaya çalışan annenin sıkıntısı öykünün atmosferini belirliyor. Doğu’da bilinmeyen bir yer ve zamanda geçiyor. Coğrafyanın karmaşası öykünün atmosferine dâhil oluyor. Çocuk, anne ve babanın iç konuşmaları ve geçişleri oldukça başarılı.
Son Ezidi öyküsü diğer öykülerden ayrıksı duruyor. Biçem olarak şiir gibi mısralar halinde dökülüyor. Burada öykü meselesinin içselleşmesi sorunu göze çarpıyor. Acıya tanık olmanın ötesine gitmiyor. Toplumsal bir soruna dokunmaya çalışırken inandırıcılığını yitiriyor.
Dil ve anlatım olarak ayrıksı duran bir başka öykü de Akkız. Masalsı anlatımıyla pastoral bir ağıta dönüşüyor. İda, mekân olmaktan çıkıp öykünün bir kahramanına dönüşüyor öyküde. Kitaptaki başarılı öykülerden biri. Öykünün yeri daha önlerde olabilirmiş.
Mevsim Kadar Sıcak Öpücükler, Çanakkale Savaşı sırasında görev yapan bir Fransız askerinin mektupları üzerine kurulmuş. Gürbüz gerçek mektuplardan da yararlanarak öyküsünü örüyor. Çanakkale’ye farklı bir bakış açısı sunması yönüyle de ilgi çekici bir öykü. Yaşanmışlık ve sahicilik hissi uyandırıyor. Bu anlamda kitaptaki başarılı öyküler arasında yerini alıyor.
Edip Cansever’in “İnsan yaşadığı yere benzer.” dizesini haklı çıkarırcasına kurguladığı öyküleri “Çanakkale” temalı olanları. Mevsim Kadar Sıcak Öpücükler’de olduğu gibi Sahanda Yumurta öyküsünde de Çanakkale’yi başarıyla anlatıyor Gürbüz. Savaşın başları, Mustafa Kemal henüz gelmemiş. Düşmanların arasında yaşanan çocukluk ve çocukluğun zaafları öyküde güzel ayrıntılar olarak duruyor.
Siyah Taş öyküsünde yazar rüya dili kurmak için metni mantığa uydurmaya çalışarak retorik bir hata yapmış. Oysa öyküde yapmak istediği rüya dili kurmak, bu yüzden mantıklı bir açıklama derdine düşmeseymiş istediği dili yakalayabilirmiş. Retorik, doğru kurgulandığında metne yeni bir çizgi katabilir. Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar’ında ya da Zweig’in Satranç romanında olduğu gibi ama maalesef bu öyküde retorik metne kurgu olarak girememiş haliyle mantığa bürümenin ötesine gidememiş.
Tuğba Gürbüz, ilk öykü kitabı Lodos Çarpması’nda, “Kadın, aile ve Çanakkale” temalarıyla özgün bir dil yakalamayı başarmış. Bunu meselenin içselleşmesiyle ilgili olduğunu düşünüyorum. Yeni öykülerinin daha başarılı olacağından şüphem yok.
Tunç Kurt – edebiyathaber.net (8 Ağustos 2016)