Dicle’nin surlara baktığı ağaçlık alanda, geçen sonbaharın yorgunluğunu üzerimden atamamışken, toprak damlı evden bir çift güvercin uçtu. Biri surlara kondu, öteki de Dicle’nin kıyısındaki kavak ağaçlarına havalandı. Az biraz daha çabuk olsam kavak ağaçlarının dallarına konan gerdanı ak, boyun kuşağından döşüne dek rengarenk püsküllü güvercinleri görecektim. Can havliyle koşsam da yetişemedim. Uçup gittiler. Elbette bire bin katıp döndükleri zaman bilinir ki maharetli bir güvercin çobanı vardır yakınlarda. Güvercin çobanı olmak öyle herkesin üstesinden gelebileceği bir uğraş değil. Daha yedisinde yürekte uçuşan merak güvercinlerin hayat bilgisiyle iyice yoğrulduğu vakit has kuşbazlığa doğru yol alınır. Tıpkı çobanın kaval sesiyle, bağırış çağırışlarıyla dize gelen koyun sürüleri gibi güvercinler de daha yavruyken terbiye edilir ıslık sesleriyle. Derler ki bir güvercin ana yurdundan olduysa geldiği yeri güç bela evi beller, yabancı hisseder. Aç biilaç, susuz bırakılan bir evden başka bir eve geldiğinde sevgiyle bakılırsa gönlünün tahtını kurar o meskun mahale. Bu tahta gönül kurmak emek ister. Güvercinler onları evladı gibi sevip sarmalayan kuşbazların yöresini evi bilir. Güvercin sevdası küçük yaşlarda başlar, bu sevda büyüdükçe göğse dar gelir. Enginlere sığmaz taşar. Bir güvercin sevdalısı olan Memo avare gençlik günlerinde heybesine koyduğu hikâyeleri bıkmadan usanmadan ulaştırır hikaye avcılarına. Mahallenin sokaklarında yürürken selam verdiği her genç onu yanına çağırır o da ”Daha 15 yaşında körpecik bir delikanlıydım. Taklacı kuşumu Mardin’ e elli liraya sattım. Vakti zamanında bu kuşu köyümüzün bahçelerinde topladığım nar taneleriyle beslerdim. Filhakika gözüm gibi bakardım. Bir akşamüstü serinliğinde derin hülyalara dalmışken ansızın yanımda bitiverdi. Akıl sır erdiremedim bu işe. Postacı değil ki ta Mardin’ den buraya dönsün. Şaşkınlığımla kalakaldım.” hikaye anlatıcısı gibi dile gelir her muhabbette.
Sur’un bostanları, bağ bahçeleri damları, tenteleri, ağaçları, apartman terasları güvercinlerin gah yeri yurdu gah birkaç saniyelik seyir manzaraları olur. Güvercin sevdalıları gittiği her meskun mahalde bulur; göğsü akı, ketmeyi, dimdiki, karabaşı, zeytuniyi ve daha nicelerini. Hayal meyal, kanlı canlı, ulu orta yükselen bir anıtın tepesinde kanat çırpan güvercinlerin özgürlüğe olanca tutkusuyla aşk, sevda, çocukluk düşlemlerine iskandil atarlar. Daracık, kesme taşlı sokağın çukurları üzerinden bir bir atlanıp on adım ötesine varıldığında ‘Dosto’ kahvesinin önünde bulur kendini ayaklar. Havada raks eden ıskartalar, okey taşları, iskambil kâğıtları, ince belli bardaklarda şakırdayan kaşıklar, büyük harflerle açılan koca koca ağızların gürültüleri arasında güvercin sevdalıları okkalı bir muhabbetin esrikliğine kapılmıştır. Eskilerin edebi mahfilleri ‘Hasreti’ kahvesinden eser yok. Yerinde yeller esiyor, Hoş bir sadadan ibaret. Güvercin tutkunlarından mütevellit masada tespih taneleri, yarı içilmiş çaylar soğurken küllüklerde tüten sigara dumanları yüzleri sisli bir perdeyle kaplar gibidir. Saçları ahenkle dans eden adam , kırkbeşlik adamı parmağıyla işaret ederek “ O da kuşbazdır ha! Çocukluk arkadaşıyız. ”dediği kişi de muhabbete katılır. Yirmi senelik bir ömre bedel bu arkadaşların biri yedi öbürü on yaşında müptela olmuş güvercinlere. Aileden, dededen miras sevdayı “Evimizin damında kuşlar eksik olmazdı” sözleriyle açık ederler. Çayları tazeleyen kahveci müstehzi bir tebessümle kuşbazların veresiye defterine ha bire çentik atıp durur. Kabardıkça kabarıyor sahifeler, aldırış etmeden yudumlar çayları kuşbazlar, muhabbet gittikçe koyulaşır. Kuşbazlardan biri “Gençken kuş hediye ederdik birbirimize. Birbirimize derken canıciğerim dediğimiz yakın dostolarımıza. Dostlara değil ha! dilim sürçtü sanmayın. Dostolara! Kese kağıdına bir çift atıp al senin olsun can dostom derdik. Şimdilerde ne kuşbazlık kaldı ne de dostluk.” Suskun suskun bakışırlar kuşbazlar. Derin dostluğun emaresidir ya suskunluklar ondan. Dostluk dersen Dostoyevski’nin dosto su diye kolayca akıl yürütenlerin ağzına oturmaz bu sözcük, eğreti durur. Hesaplı ‘dostlukların’ antitezi. Cümle manası suya değil kalbe yazılan sevgi, deruni bir sözcelem. Ülfeti yakın insanlar dostolaşır ancak dostolaşmayan kuşbazlar biraz eksik hisseder. Günü gelir bir avuçken sımsıkı yumruk olur pek zalimce hayata karşı. Günü gelir hayallerinde nakış nakış işledikleri dostluğu, sevgiyle umutla dolup taşan kalbine bastırırlar. Erken gelen baharın haberini güvercinlerin kanat çırpışları verir onlara.
Güvercin hırsızları cirit atıyor orada burada. Göğüs gülü uzun Zeytuniyi araklayan hırsızlar makasla kırparak kısaltır göğüs gülünü. Başkalarına değerinin altında meblağa satarlar böylelikle. Bunu duyan güvercin sevdalıları, haris mariz sinir küpüne döner alçak heriflerin ipe sapa gelmez sahtekarlıklarından. İnsanlar iki yüz elli gram kalp taşıyorsa döşünde elli gramı iyilik iki yüz gramı kötülük için atar durur vallahi.
Mahallenin yıkık dökük müstakil evlerine yekpare bir imgeyi sığdırabilmek namümkün. Artık bu mahallenin hafıza testisinden su içmek nasip olmaz kimseye. Olsa olsa kan içilir o testiden. Yaralı, kırık, parçalı ama her şeye rağmen halen direngen bir ruhu barındırıyor bünyesinde; taşlar, duvarlar, avluya açılan kapılar. Mahalleli göç ederken güvercinler de yersiz yurtsuz kaldı. Mahallede hangi evin kapısını çalsan damında güvercinler vardı. Heyhat! Şimdiyse virane in cin top oynuyor yerinde. Göçen ahali giderken güvercinlerini de başka mahallelerde oturan kuşbazlara sattılar. İçlerindeki merakla sevdayla yanıp tutuşsalar ne yazar! Güvercinin evi yok sevdası neye yarasın. Kimse bilmez ki alev topuna dönmüş ciğeri. Anlamak herkesin harcı değil, didinip durmalar berhava. Güvercinlerin konduğu evin taşları mezar taşından hallice. Güvercinler konsun mezarıma der geçer kuşbazlar bundan sonra.
Mahalle şimdilerde kuş avcılarının uğrak yeri olmuş. Ot taşıyıcılığından güvercin cinayetlerine kadar uzanan suçları boncuk boncuk ipe dizsen tespihlerden tespih beğenirsin, yalnız zikir tespihi zannedip aldanmayasın günah tespihi bu vebali çok büyük. İki hafta evvel bir kuşbaz arkadaş gördüklerine inanamamış. Hiç akla hayale sığmaz canilikler yaşanır olmuş mahallede. Adamın biri kubbenin tepesine konan ketme atlası 9mm’lik tabancayla hedefe koyarken yanındakine “ Üçe kadar sayacağım eğer bu kuş uçmaz ise ateş ederim.” Üçe kadar saymış ve ateş etmiş. Allahtan adam tam üç derken kuş kanatlanmış. Kuşların özgürlüğüne göz koyan kim bilir ne kötülükleri helal görür insana. Şu hemen üç beş adım ötedeki mavi kapılı delik deşik olmuş duvara baksana! Yaşayan hiç yaşamamış gibi gelen hiç gelmemiş gibi duruyor değil mi? İnsanı olmayan ev ev olmaz, kapısı çalınmayan kapı da o eve duvar olmaz. Sersem sepelek dünyanın çilesi bitmez, geçmişiz feleğin çemberinden evvel Allah. Yaşadıklarımızı zarfa koyup pullasam, postacı güvercinle göndersem bulut postanesine ulaşır mı tez vakitte. Yazıp da okuyamadığımız cümlelerin ağırlığını taşıyabilir mi yürekler. Fi tarihinde yaşanmış bir mesel zannıyla arşivin tozlu raflarına kaldırmasınlar sakın. Yoksa elde avuçta hatıralar mezarlığı kaldı diye kahırla geçer ömrümüz. Kim ilendi bize ‘varız, yaşadık’ diye diye paralayıp duruyoruz kendimizi. Natamam hallerimizle can havliyle tutunuyoruz güvercinlere.
Güvercin sevdası kapı tokmaklarının şakşaklarında yankılanır, genç kızların çeyiz sandıklarına koyduğu al basmalı yazmaları süsler, onbeş ilmek atarak başlar düz ters, ters düz derken işlenir nakışlar çoraplara. İki güvercin sevdalısı yan yanaysa ne hikayeler fır döner aralarında. Hikayelerin birinde “ Kuşbaz Hüseyin , hatırlarsın Dosto! Bir kış gününde katman katman kar yağmıştı. Seninle kuş dökelim dedik. Derme çatma kafesten benim kuşları bir bir saldık göğe. Kuşlarım kuşlarını da yanına alarak bulutların gri beyazında kayboldu. Gece yarısına kadar bekledik damda. Kuşlar yok ortalıkta. Ertesi sabah karlar erimeye başladı. Başımı sola çevirdim. Ne mi göreyim kuşlar dönmüş yalnız iki kuş eksik. Essahtan çok tasalanmıştık. Kuş dökme ustalık ister maharet ister. Her salınan kuş ahalisi meşk edilmemişse eğer dönmez geriye. Mahalle yerle yeksan olunca kuş dökme geleneği de son buldu. “Muhabbet gani olsa da dertler kül olmuyor sigara ucunda.” deyip kırık bir tebessümü ardında bırakıp gittiler kuşbazlar, başka diyarlara. Geriye kolayca kelimelere dökülemeyen sevdalar, dostluklar ve unutulmuş bir ezginin mırıltısının bakiyesi kaldı. Yine de göğün mavisinde tek güvercin dahi özgürce süzülüp durdukça insanı dipdiri tutan bu umut adası hep var olacaktır Dicle’nin sularında.