“ve istiyorum gökyüzünü ellerimle tutmak”
Yaşadığınız kentin yüksek bir tepesine çıkıp kentin tamamını görebilme olanağınız var mı? Ya da deniz varsa o kentte, vapura binip sahil şeridinden kenti gözleyebilme olanağınız?
Benim var ama çok uzun zamandır yapamıyorum. Yapabildiğim dönemlerden hatırımda kalan görüntü ise kentimde hiç yeşil alanın kalmamasıydı. Kentin ortasında yeşil adı altında kalan tek bölüm, Kültürpark olarak adlandırılan fuar alanı. Oysa dışarıda yaşayanların da burada yaşamak için adeta can attığı bir kent burası. İçeriden bakınca durum çok başka hâlbuki. Çekilmez bir trafik, yürünemeyen kaldırımlar, bozuk asfaltlı sokaklar. Son dönemde yoğun göç alan sahil kasabaları da kimliğini yitirmiş durumda. Sakinlikten eser yok. Hızla yükselen gökdelenler kent merkezinin siluetini de bozdu. Artık her nokta bir Saksağan Sokak. Saksağan sokak neresi mi? Hemen anlatayım.
“Saksağan Sokak’ta hava henüz aydınlanmadan uyanırdı çocuklar. Şehrin bir ucundaki evlerinden diğer ucundaki okullarına gidecekleri için bavul büyüklüğündeki çantalarını akşamdan hazır ederlerdi. Onlar kahvaltı sofralarına bakıcılarıyla oturup sütlerini yudumlarken anneleri ya da babaları saatler sürecek bir toplantıya girerdi.”
Bu satırlar, Burcu Aktaş’ın Redhouse kidz’ten yayımlanan “Çarpık Ev” adlı kitabının ilk satırları. Saksağan Sokak çocukların dev apartmanlarda yaşadığı, güneş doğamadan okul servislerine bindiği ve günlerin ev ödevi sıkıcılığında geçtiği bir sokak. Bu sokağın tam göbeğindeyse sert rüzgârlar estiğinde tahtaları gıcırdayan, çevresi mahallenin kedi, köpek ve kuşlarıyla dolu gizemli bir ev var. Çarpık Ev burası işte. Bir nevi direniş sembolü de denilebilir. Peki, nedir bu evin sırrı? Gökdelenlerde oturan çocuklar geceleri meraklı gözlerle bakıyorlar bu eve. Pencerelerinden sarı ışıklar sızan bu evde yaşayan babaanne ve torunu da kim? Tabii ki sadece merak edip kalmıyorlar. Bu evin sırrını çözmek için harekete geçiyorlar. Kitaptaki vurgu ise şu: Gerçekten bakmazsan göremezsin. İçinde yaşadığımız hız çağında görmeyi unuttuk sadece bakıyoruz, dinlemeyi unuttuk sadece duyuyoruz. Aslında genel olarak hissetmeyi unuttuk. Unutturdular…
Çarpık Ev, Burak Akbay’ın resimleriyle okurken düşündürecek bir kitap.
*Son Bahçe
Kentlerin çarpıklığından konu açılmışken bir başka dikkat çekici kitap da Günışığı Kitaplığı’ndan. Füsun Çetinel imzalı “Son Bahçe.” Kitabın adı içeriği hakkında bilgiyi de veriyor zaten hemen.
“Kentsel dönüşüm sırası Zeynepler’in evine gelmiştir. En yakın arkadaşı Tunç’tan ayrılacağına çok üzülen Zeynep, hayalindeki parkı tasarlayarak kazandıkları yarışmaya bile sevinemez. Neyse ki, aynı mahallede uygun bir daire bulurlar. Tüm sakinleri yaşlılar olan apartmanın bahçe katı perişan haldedir ama bakımsız bile olsa bahçesi muhteşemdir. Taşınma telaşına, dinlenme evindeki aksi Albay’ı ziyaret ödevi eklenen iki arkadaş, mahalledeki bu son bahçeyle ilgili bir planın da ortasına düşüverirler.”
Füsun Çetinel, hızla kaybolan yeşil alanların yerine dikilen beton yapıların tehlikesine dikkat çekiyor. Bizim çocukluğumuzdaki bahçeli evlerin hayalini kurduruyor. Tüm canlıların dostu şehirleri düşündürüyor.
Daha yaşanılabilir bir dünya için yeşil alanlara ihtiyacımız var. Çocuklarımız beton yığınlarının arasında kaybolup gidiyor. Son dönemde yaygınlaşan site türü yapılar bunun çözümü değil. Parklara bahçelere ihtiyacımız var. Özgürce uçurtma uçuramadıkları hiçbir alan onların çocukluk tadını yaşayabilecekleri alan değildir.
Düşlediğimiz yaşam, sağlıklı yetişen çocuklarla ama ille de çocukluğunu yaşayabilen bireylerle gelecek.
edebiyathaber.net (23 Eylül 2024)