Söyleşi: Mehmet Özçataloğlu
Kitaplarında İzmir’in öykülerini, öykülerin Izmir’ini anlatan Hacer Kılcıoğlu ile Günışığı Kitaplığı tarafından yayımlanan son kitabı “Radyo Pencere” üzerine söyleştik.
Her kitabın bir yazılma hikâyesi vardır. “Radyo Pencere”ninki nedir?
Her kitap, yazım sürecinde, kendi hikâyesini oluşturuyor. Radyo Pencere için de böyle bir süreç var elbette.
İnsanlar arasındaki iletişim, farklı nedenlerle, gitgide azalıyor, insanlar yalnızlaşıyor. Bu durumu kendime dert edinmişimdir hep. Hayvanlarda ise durum tam tersi. Mesela arılar. Aralarındaki yoğun iletişim çok dikkat çekici. Bunu çocuklara nasıl anlatsam derken… buum!
İki yıl önceydi. Bursa Nilüfer Belediyesi’ne bağlı Misi Çocuk Kütüphanesi’ni gezerken yönetici Dilber Koç, “Arı yetiştiriyorum,” deyiverdi. Cebimde gezdirip durduğum bir kahramanım vardı. Aile içi iletişimsizlik sonucu yalnızlaşan ve kendine çıkış yolları arayan Ekim. Ekim’in gerçekleştirdiği olaylar örgüsüne bir arıyı dahil ettim. Bir de radyoyu ekleyince hikâyeye… İşte Radyo Pencere.
Kitabın başkarakterleri Ekim ve Asya parçalanmış aile çocukları. Her iki başkarakteri de bu şekilde ele almanızdaki sebep nedir?
İnsan, yarası yarasına denk geleni sever. Ailesi tarafından istemdışı olsa da, ihmal edilen Ekim yalnız bir çocuk. Kendisine sunulan hayat biriminde mutlu olmaya çabalarken müzikten başka kaçacak yeri yok. Kalbine ağır gelen yükü paylaşacağı Asya çıkıyor karşısına. O da yalnızdır, Büyükba dışında. Radyo Pencere oyunuyla Ekim’le Asya birbirlerine iyi gelirler, şifa olurlar. Ailelerinin bıraktığı boşlukları arkadaşlıkla doldururlar.
Anne karakteri, toplumumuzda görülen genel karakterlerin aksine Ekim’le ilgilenmeyen bir anne. Bu durum okurlar için biraz ters köşe olmuş sanki. Bununla ilgili ne söylemek istersiniz?
Bazıları doğuştan annedir, bazılarına sonradan verilir. Ekim’in annesi, ikinci gruptan. Hayatın keskin virajlarında kaybolmuş, çocuğuna geç kalmış bir kadın o. Yaşamak oyununu becerememiş biri. Yap-boz’un parçalarını eksik bırakan. Çocukluğun çiçekli günlerini solduran, çocuğun hayallerini küstüren bu anne tipi dertlendirir beni hep. E yazar dert edindiği şeyleri yazar.
Bodrum katlar ışıktan mahrum, kasvetli yapılar olsa da siz kitabınızda onların eğlenceli yönünü ortaya koymuşsunuz. Bir de buradan bak, dercesine. Bununla ilgili düşünceleriniz nedir?
Nereye bakarsan oraya gidersin. Nasıl baktığımıza bağlı. Kendisiyle anlaşan, dünyayla uyumlu, etrafındaki dünyayı severek kendini sevmeyi öğrenmiş biri için yaşadığı mekânın fiziksel özellikleri asla önem taşımaz. O kişi evi yuva diye bilir. Büyükba için de bodrum katındaki bu ev yuvadır.
“Radyo Pencere”de arıların özel bir yeri var. Arının vızıltısı biliyoruz ki sadece arı vızıltısı değil kitapta! Biraz açsak bu vızıltıyı…
Ekim’in kalbi yetişkinlerce sık sık kırılıyor. Üzüldüm, ağladım geçti. Böyle bir durum yok onda. İçinde duyguları fokur fokur kaynıyor ve Ekim onlarla nasıl başedeceğini bilemiyor. Kafasının içi, hangi durum karşısında ne yapması gerektiğini söyleyen binlerce fısıltıyla dolu. ARI’nın hayali arkadaşlığıyla, Ekim’in içindeki bu fısıltılar gün yüzüne çıkıyor. ARI vızıldayıp duran bir hayvandan öte sağduyunun sesi oluyor.
Kitaplarınızda hikâyelerinizin coğrafyası her zaman İzmir oluyor. Bunun özel bir nedeni var mı? İzmir’de yaşadığınızı biliyoruz, bu kent size ne ifade ediyor?
İzmir. Şehrimin adını duyunca bile İzmir inatçısı kalbim daha hızlı çarpar.
İzmir… Çocukluğumu, gençliğimi, her yaşımı sakladığım şehir.
Hayata kaptırdığım binlerce hikâye, anıdır İzmir.
Saat Kulesi’nin altındaki kuşlar gibi özgür olma isteğimdir İzmir.
Hasan Tahsin Heykeli’nin önünde buluştuğum arkadaşlarıma sevgimdir.
Kordon’daki bir kafede çayımı yudumlarken, dalgaların mırıltısını dinlemenin hazzıdır.
Çocuklarımın bu sarı şehirde büyüdüklerini görmenin sevincidir İzmir.
Kitaplarımda tutkuyla bağlandığım şehrimi anlatmaya bayılıyorum. Gül Sokak, Bornova Parkı, Köprü, Saat Kulesi, Kordon…
E yazmalıyım bu şehri, çocuklar duysun, benim kadar olmasa da sevsinler diye, öyle değil mi?
edebiyathaber.net (11 Nisan 2019)