Haden Öz: “Bir yol değil midir yaşamak?”

Ocak 2, 2025

Haden Öz: “Bir yol değil midir yaşamak?”

Söyleşi: Başak Canda

Bir kahvenin kırk yıl hatırı var, sözü şiiri düşürür aklıma hep. Çünkü şiir okumanın, şiir solumanın, şiir söylemenin sınırsız bir tadı olduğu kadar hatırı da büyüktür. Bu yanıyla düş yolculuğunun soluklanma anlarındaki rahatlığı ve dinginliği kadar, nefesteki ahenktir de şiiri hatırdan öte yere taşıyan, kalbi kucaklayıp derinlere inen. Şiir doğadaki bütün sesleri bir araya toplar, o sesleri kendi içine taşır ve oradan seslenir. Şiir doğanın sesi olduğu kadar rengidir. Çocukların sevinci ve masumiyetidir. Hazel Deniz ve Ada Deniz’e ve tüm çocuklara ithafıyla başlayan Haden Öz’ün ikinci şiir kitabı Senden Geriye Kalan, Roman Oku Yayınları tarafından yayımlandı. Çocukların masumiyeti ile başlaması kalbi bir durum. Ben de ilk sorumu buradan sorarak söyleşiyi başlatayım.

Sevgili Haden, önceki kitaplarında da aynı ithaf var ve bu bana özel bir sesleniş gibi geliyor. O seslenişlerini, hüzünden sevince doğru geçen ruh halinin sardığı haykırış olarak okuyorum. Bu bir tür aradığımızdır, arayıştır. Belki de çocukluğa dönülen andır. Senin şiirlerin zamanın içinde uçsuz bucaksız bir sessizliğe mi, çocukluğunun ağlayan yanına mı, yoksa sevincine mi denk geliyor? Şiirinin sesi nereye doğrudur?

Hayatımı kızlarımdan önce ve sonra diye ayırıyorum. Adımı onlardan aldım, o derece. Bütün kitaplarımda ya bir ithafla ya da kitabın bir yerlerine yerleşerek oradan okura göz kırpacaklar ya da el sallayacaklar. Bununla birlikte gerek şiirlerimde, gerek öykülerimde çocukluğumun izleri var, olmaması bana mümkün gibi gelmiyor. Edip Cansever’in  Manastırlı Hilmi Bey’e Mektuplar şiirindeki şu dizelerdeyim ben:

Gökyüzü gibi bir şey bu çocukluk

Hiçbir yere gitmiyor

Bir başka şairden yola çıkarsam yine aynı yerde olurum, sevgili Nuray Önoğlu’nun Louise Glück’ten çevirdiği Yuvaya Dönüş şiirindeki şu dizelerde:

“Dünyaya bir kez çocukken bakarız.

Gerisi hatıradır.”

Kitap dört bölümden oluşuyor. Her bölüm bir alıntıyla başlıyor. İlk bölümde numaralı devam eden dizeler dikkat çekiyor. Bu uzun dizelerde daha çok zamanın, hafızanın ve insan ruhunun derinliklerine doğru bir yolculuğa çıkıyorsun. Duygu ve düşüncenin kesişim noktasında, gösterdiğin varoluşsal yalnızlıkların mı? Yoksa buraya varış evrelerini mi göstermek istiyorsun? Bir de gösterdiğin yerde bırakmak gibi bir derdin mi var?

İlk bölüm felsefi şiir olarak adlandırabileceğim bir bölüm. Kökleri çeyrek yüzyıl öncesine, üniversite yıllarımda zihnimin felsefe sorularıyla meşgul olduğu döneme dayanır. Dediğin gibi bir nevi kendime, insan oluşuma, varoluşun bulantısına ve zamanın sonsuzluğunda bir zerre oluşuma dair bir yolculuğun izlerini, hatırasını taşır. “Ben kimim, neyim, bu evrendeki yerim ne, zamanın neresindeyim?” gibi soruları kendine soran hemen herkesin aşina olduğu bir yolculuk işte. O yolculuk son nefesimizi verene kadar, hatta bizden sonra da başkalarının hatıralarında devam edeceği için bir yerde bırakmıyorum aslında. Okur nereden dahil olur o yolculuğa, nereye kadar devam eder bilemem elbette.

Kitabın ilk bölümünde bulunan “bitimsiz bir od”, “dağılmış bir ruh gibi” ve “senden geriye kalan” şiirleri ile içsel sorgulamalar derinleşiyor. Bu sorgulamada senin ruh halini merak ediyorum. Bu şiirlerin yazılma süreci nasıl şekillendi?

Bir önceki soruyu yanıtlarken de söylediğim gibi bu bölümdeki şiirlerin hemen hepsi aşağı yukarı çeyrek yüzyıl öncesinin ürünleri. Yirmili yaşlarımın başındaydım. Benim için varoluşsal sorgulamaların en yoğun olduğu yaşlardı. (Hâlâ devam ediyor sorgulamalar ama o kadar yoğun değil.) Yaşamın anlamı, ölüm, intihar, aşk, zaman, yaşama istenci gibi şeylerin duygu ve düşünce girdabında çırpınırken yazdığım şiirler. Bu şiirler de şairi gibi kendilerine bir yol çizdi aslında, ilk halleriyle okurun huzuruna çıkmıyorlar elbette. Bir kelebeğin varoluş yolculuğu gibi onların yolculuğu da.

Kitabın her bölümü farklı temalara odaklı. İlk bölümdeki yaşam, ölüm ve varoluş ekseni, ikinci bölümde sevgi, aşk, kayıp ve yalnızlığa evriliyor. Bu geçişler şiir anlayışında nasıl bir yer tutuyor?

Şiir hayattır; şairin, içinde yaşadığı toplumun, dünyanın ve de evrenin hayatıdır. Onun için hayata dair, hayatın içinde olan her şey şiire dahildir. Elbette bu dahil olma hali edebi bir surete bürünerek, yani kurmaca olarak karşımıza çıkar. Aslında bir tema belirleyip de yazmıyorum şiirlerimi, bilmiyorum böyle yazanlar da vardır. Durduğum yerden, yaşama dahil olduğum yerden, dünyaya baktığım yerden gördüklerimi, hissettiklerimi ve de kurduklarımı yazıyorum.

Üçüncü Bölüm, “ağıt” ve “sürgün” şiirleriyle devam ediyor. Bu şiirlerde toplumsal ve bireysel acılardan hareket ederek aslında insanın içsel sürgününün şiirsel diliyle aktarımını alıyoruz. Bu aktarımda umut nerede duruyor?

Umut hep var. Sisyphos’un dahi umudu var, bizim nasıl olmasın ki? Sanırım insanı hayatta tutan şey de bu umut.

“madres de plaza de mayo” şiiri cumartesi anneleri için. Bu bölümdeki şiirlerin birçoğu yüzleşme şiiri bana göre. Yüzleşmedeki yeniden anlamlandırma şiiri nereye taşır sence?

Gülten Akın’ın Savaşı Beklerken şiirini çok severim ve yazılarımda çokça alıntılarım, özellikle şu dizeleri:

Nergisten ben sorumluydum, ışgından ve çocuklardan

Yanlış mı belledim, insan sorumluluktur.

Sine Ergün’ün Gülten Akın ile yaptığı bir söyleşide şairimiz şu elzem soruyu soruyor: “Geldiğimiz noktada az sayıda güçlünün (ulusal ölçekte de, uluslararası ölçekte de) ulaşılmazlığa gittiğini, geri kalan büyük çoğunluğun açlığa, yoksulluğa, çaresizliğe itildiğini, savaşlarla tüketildiğini görmemeli miyiz? ”Şairimizin sorusundan hareketle, bir sanatçı (sanatın hangi dalıyla ilgilenirse ilgilensin) yaşadığı toplumun sorunlarından azade değildir, diye düşünüyorum.  Cumartesi Anneleri’nin haklı ve onurlu hak mücadelesi otuzuncu yılını geride bırakacak. Kaç iktidar gelip geçti, nice baskılar, gözaltılar, işkenceler onları yıldırmadı. Kimi anneler, babalar sevdiklerine hasret bu dünyadan göçtüler. Hasretle sevdiklerini bekleyenler çocuklar o meydanda büyüdü. Devlet, insanları kabuk bağlamayan bir yaraya gömdü, bitmeyen bir yasa mahkum etti. Ben dilim döndüğünce bu mücadeleyi, bu haksızlığı, toplumun sessizliğini ve devletin ceberutluğunu anlatmaya, göstermeye çalıştım bu bölümde. “madres de plaza de mayo” şiiri yüzleşmeden çok bitmeyen bir ağıt oldu.

Son soru olarak kendi okurun olsaydın en çok hangi dizelerin altını çizerdin?

Sanırım bu sorunun cevabı bende yok. Her şiir zihnime düştüğü ilk dizeden “bitti!” dediğim ana kadar ayrı bir anlam taşıyor benim için. Bu her şair için böyle değil midir? Dizelerin altını ben değil de bırakalım okurlar çizsin sevgili Başak. Bu da şiirlerimin yolculuğu olsun. Nihayetinde bir yol değil midir yaşamak?

Yorum yapın