Nasıl ki gelecek, bugünkü eylemlerimize göre durmadan değişen sonsuz bir muğlaklık ise geçmiş de bugünkü hafızamıza göre durmadan değişen büyük bir muğlaklıktır. Sürekli dönüşen bir zaman akışı içerisinde hiçbir şey sabit değil. Böylesi bir belirsizlik ancak bilim ve edebiyatla anlaşılabilir.
Biri nöropsikolog, diğeri roman yazarı olan Hilde ve Ylva Øtsby kardeşlerin birlikte kaleme aldıkları Deniz atlarıyla Yüzmek’te hafıza gibi çetrefil bir konuya birlikte dalıvermişler.
Hafıza çalışmalarının politik kanadına pek yüz vermemiş olsalar da hafıza araştırmalarının dünden bugüne hikâyelerinin eşlik ettiği doyurucu bir Hafıza Hakkında Bir Kitap çıkarmışlar ortaya.
İnsanı diğer canlılardan ayıran özelliklerden biri olarak hafızanın “tam olarak” nasıl çalıştığını ve hatta kaç farklı hafıza biçiminden, yapılanmasından bahsettiğimiz dahi henüz “kesin” değil.
Bilimi insanları sürekli olarak hafızanın yapısını, işleyişini anlamlandırmaya, çözmeye çalışıyorlar. Bazen bu çalışmalara beklenmedik aksilikler eşlik etse de tabii… Bilim dünyasından birbirinden eğlenceli ve bilgi dolu anekdotların eşlik ettiği anlatımlarında, Øtsby kardeşler de hafızadan bahsederken bunu sürekli vurguluyorlar.
Beynimizin, en azından yakın zamana kadar, hafızadan sorumlu müdürlüğü olan, olduğu düşünülen “hipokampüs”ün keşfedilme hikayesiyle açılıyor kitap. 1564’te, Julius Cæsear Aranzi adlı bir Bolonyalı, o dönemde çok zor olan bir işi başarmış ve incelemek üzere bir beyin bulmuştur. İnce ince üzerinde çalışırken, birden temporal lobun içine gömülü, “denizatı”na benzeyen bir yumru dikkatini çeker. Fakat ne işe yaradığını çözmesinin o anda imkanı yoktur, o da sadece bu parçaya isim vermekle yetinir. Antik Yunan’da, yarı at yarı deniz canavarı olan hayvanın adını uygun görür: Hipokampüs.
Hipokampüsün beyinde hangi işleve sahip olduğunu ise ancak 400 yıl sonra 1953’te öğrenebiliyoruz. Tıpkı bir denizatının yavrusunun üzerinde kuluçkaya yatması gibi, hipokampüs de anılarımıza hafızaya alınma sürecinde koruyuculuk, hamilik ediyor. O olmasaydı bildiğimiz anlamda bir hafızadan bahsedemeyebilirdik.
Yaşadıklarımız, anılarımız, beynimizin içinde büyük bir ağa yerleşim gösteriyorlar. Sahip oldukları özellikler, önceki anıların özellikleriyle eşleşme durumuna göre bağlantılar kuruyorlar. Bir duygu, bir mekan, bir ses, bir müzik, aniden burnumuza gelen bir koku… Birbirleriyle sürekli olarak kurulan bu bağlantılar sabit de değil üstelik. Zaman içerisinde, yeni anıların ağa yerleşmesi ve kurulan yeni bağlantılar nedeniyle, ilişkili diğer tüm bağlantılar da yeniden elden geçiyor ve sürekli olarak güncelleniyor.
Bugün bir şekilde hatırladığımız ve anlattığımız bir anıyı bir yıl veya beş yıl sonra ne aynı şekilde hatırlayacağız, muhtemelen, ne de aynı şekilde anlatacağız. Anı aynı olsa da, bağlantıda olduğu ağda çok şey değişmiş olacak ve onun anlamı / konumu da değişecek tabii. Geçmişin dahi muğlak olduğunu belirtmiştik daha önce!
Soğan gibi katmanları açıldıkça açılan Hafıza Hakkında Bir Kitap, “Anılar Beyinde Nereye Yerleşiyor?”, “Kişisel Anılar Nedir?”, “Hafızanıza Sahte Anılar Sızdığında”, “Hafıza Ne Kadar Geliştirilebilir?”, “Unutkanlık”, “Geleceğe Yolculuk” gibi alt başlıklarda mevzumuzun ilginç ve eğlenceli derinliklerine dalınıyor.
Eğlence dozu iyi ayarlanmış bir dille yazılmış bu metni Norveççe aslından çeviriyle okuduğumuzu da “unutmadan” not etmek gerekiyor. Belli ki Türkçe duyan bir kulağa sahip çevirmen Haydar Şahin’e de buradan teşekkür edelim (Çeviri kitaplardan bahsederken bunu gözardı etmemekte fayda var sanki).
Edgar Allan Poe’nun şiirinde sorduğu gibi; “Bütün gördüğümüz göreceğimiz / Rüya içinde bir rüyamı yalnızca?”Denizatlarıyla Yüzmek, galiba öyle olduğunu gösteriyor.
edebiyathaber.net (11 Mart 2019)