İstanbul Araştırmaları Enstitüsü’nün zengin elyazması koleksiyonundan bir seçkiyle oluşturulan “Hafıza-i Beşer: Osmanlı Yazmalarından Hikâyeler” sergisi, ziyaretçileri metinler, objeler ve zamanlar arasında bir yolculuğa çıkarırken, İstanbul’un tarihsel coğrafyasının yazmalar aracılığıyla nasıl yeniden yaratılabileceğini gösteriyor.Zaman içinde dönüşen Osmanlı el yazması kültürünü yeniden gündeme taşıyan sergi 25 Temmuz’a kadar ücretsiz ziyaret edilebilir.
İstanbul Araştırmaları Enstitüsü, 19. yüzyılda matbaanın yaygınlaşmasıyla yavaş yavaş etkisini kaybeden, 20. yüzyılda geniş kitleler için bir bilgi, hikâye ya da maneviyat kaynağı olmaktan çıkıp koleksiyonerlerin ilgi alanına giren Osmanlı el yazması kültürünü, “Hafıza-i Beşer: Osmanlı Yazmalarından Hikâyeler” başlıklı sergiyle yeniden gündeme taşıyor.
Osmanlı yazma kültürüne farklı ve güncel bir bakış
Yakın zamanda gelişen yeni yaklaşımlardan yola çıkarak kolektif okuma-yazma kültürünün ve el yazmalarının çok katmanlı dünyasını daha iyi anlamamıza olanak sağlayan“Hafıza-i Beşer”sergisi, izleyicisinden artık okumanın tarihini yazmaların tarihiyle beraber düşünmesini; metinleri ise hareket halinde, ucu açık yaratılar olarak yeniden ele almasını talep ediyor.
Sergi; Van Kalesi’ni beklerken yazma kopyalamaya fırsat bulan muhafız İbrahim Ağa’yı, divanı elden ele gezmiş Zübeyde Hanım’ı, kendi yazmasını düzelten Fransa Sefiri Yirmisekiz Çelebi Mehmed Efendi’yi, esere “yazan yanlış yazmış” diye müdahale eden Kilisli Rıfat’ı, yazdıkları ayıplanmış, yasaklanmış ama kulaktan kulağa anlatılmış Enderunlu Fâzıl’ı, yazmayı koruması için yazılmış “Ya Kebikeç” duasını, bunu umursamadan karnını doyurmuş kâğıt kurdunu ve yüzlerce meşhur ya da isimsiz yazarı ve okuru bir araya getiriyor.
İstanbul Araştırmaları Enstitüsü Elyazması Koleksiyonu’ndan bir seçkiyle ziyaretçileri metinler, objeler ve zamanlar arasında bir yolculuğa çıkaran“Hafıza-i Beşer”, elyazmaları üzerinden Osmanlı toplumunda çok dillilik, gündelik hayat, tıp, evren ve zamanın bilgisi, toplumsal cinsiyet ve cinselliğin izlerini sürüyor; İstanbul’un tarihsel coğrafyasının yazmalar aracılığıyla nasıl yeniden yaratılabileceğini de gösteriyor.