“Yas tutma yetimiz olmadığında şiddete karşı çıkabilmemiz için gereken, hayata dair o daha keskin bakışı kaybederiz.” Judith Butler
Yas tutma yetisi, insanın insan kalabilmesini sağlayan, yaşanan felaketler, acılar karşısında bir anlam dünyası inşa etmesine vesile olan bir direnme biçimidir. Yas, bilincin yaşadığı şok karşısında varoluşun hiçliğe evrilmesine engel olur. Acı, özellikle şiddetli bir acı, insanın dünya ile çıplak bir şekilde karşılaşmasına neden olur. Bu durumun derin bir travma yaratması muhtemeldir ve bunun önüne sağlıklı bir yas tutma süreci ile geçilebilir. Acının sağaltılması, bir anlam ile kuşatılması ve hafızanın bu anlamda diri tutulması yas ile mümkündür.
Toplumsal ve bireysel yaraların sarılması için zamanın tamir edilmesi gerekir. Büyük travmalarda kişilerin yaşadıkları zamanda bir kırılma yaşanır. Zaman algısındaki bu değişim zihinde negatif yönde bir boşluk açar. Bunun telafi edilmesi ruh sağlığı açısından son derece önemlidir. İhtiyatlı bir şekilde acılara temas etmek, yüzleşmek yaraların tedavi edilmesi noktasında önemli adımlardan birisidir. Dostoyevski de bu noktada: “Korktuğum tek bir şey var, acılarıma değmemek…” demiştir. İnsanın varoluşu çıplak gerçekle yüzleştiğinde yaşadığı şoku hafifletmek için her daim bir anlam dünyası yaratmaya girişmiştir. Ernst Cassirer de “İnsan, simgeleştiren bir varlıktır” derken bu noktaya işaret etmiştir. Simgesel evrenin yara alması, insanın geçmişin sancısı ve gelecek korkusu arasında sıkışmasına neden olarak zaman algısındaki kırılmayı yaratır. Bellek, bu durumda hasar alır, dünya ile sağlıklı bir ilişkilenme sağlanamaz.
Derin travmalarda yaşanan zaman algısındaki kırılma, yas tutma yetisi ile telafi edilebilir. Yas, bu anlamda hafızanın evidir. Yaşanan acının, dünyada kendine bir yer bulmasını, bir anlama kavuşmasını sağlayarak insanın hem kendine hem de “öteki”ne dair de derin bir kavrayış kazanmasını sağlar.
Yas, kültürün de önemli unsurlarından biridir. Bir toplumsal travma karşısında geliştirilen tavır, dayanışma kültürel süreklilik yaratır. Bir anlamda da şunu belirtmek gerekir ki insanın ölüm karşısında bulduğu sağaltım yöntemi yas ve devamında gelen simgesel evren yaratma girişimidir.
Yas aynı zamanda bir arada yaşama kültürü de yaratır. Doğal afetler, savaşlar gibi büyük trajik olaylarda kolektif yas tutma ve anlamlandırma süreci insan varoluşunu güçlendirir. Spinozist bir yaklaşımla belirtirsek, insan çok uzun süre kederli ruh halini kaldıramaz. Bu durum toplumlar için de geçerlidir. Toplumsal travmaların da, bireysel travmalar gibi çok geçmeden sağaltılması gerekir.
Yas, gelecek kuşaklara da bir kültür aktarımı, toplumsal dayanışma kodlarının kazanılması ve mücadele gücü kazandırır. İnsanın elinden yas tutma yetisi alınırsa, o çıplak varlığa indirgenir. Bu çıplak varlık, doğa karşısında savunmasızdır, tarihi kaybetmiş, zaman içine sıkışmış bir varlıktır. Hayat içinde eyleyen bir varoluş değil, varlıkta asılı kalmış bir “şey”dir.
Psikanalizdeki yas çalışmaları bu noktada oldukça önemlidir. Konu, sosyoloji, antropoloji, felsefeyi de kapsayan bir konudur. Bütün bu tartışılanlar bağlamında sanat da yas sürecinin sağlıklı ilerlemesinde tarih boyunca önemli bir rol oynamıştır.
Türkiye’de 6 Şubat’ta yaşanan depremden milyonlarca insan etkilenmiş, onbinlerce insan hayatını kaybetmiş ve yaralanmıştır. Bu durum geride kalanlar açısından çok derin bir toplumsal ve bireysel travma sürecini de başlatmıştır. Bu şokun atlatılması uzun bir süreç gerektirecek olup ciddi bir yas çalışması, psikolojik destek sürecinin profesyonel ekiplerle yürütülmesi gerekmektedir. Depremin fiziki yaralarının sarılmasının yanında bu süreç de en acil görevlerden biridir. Özellikle çocukların ruhen ve bedenen sağlıklı bir şekilde yetişmeleri noktasında bu sürecin titizlikle gerçekleştirilmesi sağlanmalıdır. Bu noktada toplumun gösterdiği dayanışma ruhu önemlidir ancak bunun profesyonel bir şekilde yürütülmesi bu derin travmanın çok uzun bir sürece yayılmasını engelleyecektir. Sağlıklı bir yas süreci bu anlamda bizi yarınlara hazırlayacaktır.
edebiyathaber.net (24 Şubat 2023)