Hakan Akdoğan: “Biz kötülüğe kenetli değiliz ama toplumun onayına kenetliyiz”

Aralık 4, 2024

Hakan Akdoğan: “Biz kötülüğe kenetli değiliz ama toplumun onayına kenetliyiz”

Söyleşi: Nilgün Çelik

Hakan Akdoğan, okudukça derinleşen, düşündükçe çözülen yepyeni bir kitap sundu okurlarına. Kenet. H. Akdoğan’la Eksik Parça yayınlarından çıkan yeni kitabı üzerine konuştuk.

Hocam yeni kitabınızın yolu açık olsun dileğimle başlamak isterim. İlk sorum, kitabınızın adı ile ilgili. Aslında bir okur olarak ters köşe olduğum bir nokta. Ben çoğu kere kenet kelimesini odaklanma ile eş kullanırım.   “… işe odaklandım, … işe kenetlendim.” derim. Daha çok “vazgeçmeyeceğim” anlamındadır benim için. Ancak kitabın bütününe baktığımda sizin kastettiğiniz çok daha farklı. Ben vazgeçilmeyen bir şeyden bahsedeceğinizi beklerken, siz acımasızlıktan, kötülükten yani zorbalıktan bahsediyorsunuz. Okuru şaşırtmak mı istediniz?  Neden “kenet” kelimesi ile acımasızlığı yan yana getirdiniz?

İnsanlık tarihi aşkla, sevgiyle, huzurla, umutla kenetlenme tarihi değildir. Kimseyi şaşırtmıyorum. Acı olsa da olanı söylüyorum. İnsanlık tarihi kötülükle, sevgisizlikle, umutsuzlukla kenetlenmenin tarihidir. Bu makro söylemdir elbette. Romanımda bir kasaba üzerinden mikro söylemde anlattım. İnsan doğuştan kötü olmasa da sonradan kötü olması için çok gerekçesi var. En önemlisi de toplum. Elbette toplum insana kötü olmasını söylemez ama birey toplumun onayını almak için her türlü kötülüğü yapabilir. Biz kötülüğe kenetli değiliz ama toplumun onayına kenetliyiz. Bu da kötülüğün ta kendisi.

Eserinizde en önemli vurgu zorbalık. Ergenlerin birbirine yaptıkları kadar, Haşmet’in annesinin yaptığı, sevgilileri, arkadaşlarının ona yaptıkları eserinizi önemli bir yere koyuyor. Zorbalık hayatın her yerinde. Yaralı bir kuğuya yardım etmek isterken yarattığınız atmosferde de Melahat’ın hayatında da bunu görüyoruz. Eserinizin temasını çok önemli bulduğumu söyleyerek sormak isterim, insanlar kötü mü doğar, sonradan mı kötü olur? Siz neden bu temayı yazmak istediniz?

Bu konuda farklı bilimsel iddialar var. Birçok deneyde bebeklerin adalet bilinciyle doğduğu sonucuna varılıyor. Bu da iyi ile kötüyü ayırt etmek demek. Ama çok önemli uzmanlar bunun mümkün olamayacağını iddia ediyor. Açıkçası ben ister doğuştan gelsin ister sonradan ortaya çıksın kötülüğün bir seçim olduğunu düşünüyorum. Dünyada her şey iyi olsaydı iyilikten bahsedemezdik. Kötülük de olmazdı. İyiyi seçmeme hali olarak kötülük insanın irrasyonel davranışlarıyla ilgilidir. Bu irrasyonalite de kurgunun ta kendisidir.

İnsanların mülkiyet arzusu, nesnelerin dışına taşarak hayvan bedeninden başlayıp insanların bedenlerine ve hatta düşüncelerine kadar sızıyor. Çeşit çeşit manipülasyon yöntemleriyle diğerini kendisinin uydusu haline getiriyor.

Benim için kitabınızın baş karakteri Bahattin. O unutulmayacak roman karakterleri arasına girdi bile. Onun derinliği ve gizemi aynı zamanda joker gibi ihtiyaç duyulan her yerde olması, okumayı seven, pansiyon sahibi ama yaptığı iş gassallık olan, aldığı notlarla, aşkıyla ve elbette sonuyla ve başka bir roman kahramanı ile paralelliği Bahattin’i önemli kılıyor gözümde. “Hayatta kalma becerisini anlatan, Beyaz Diş romanını öneren bu karakterin yani Bahattin’in felsefesini sormak istiyorum size yine sizin cümlelerinizle: “Kendini nasıl kurar kişi? Nasıl bulur benliğini?”

Bahattin anlam arayışında. Anlamın da arayışta olduğunu hissediyor içten içe. Bulunabilenin değil de aranabilenin peşinde. Yaşamdaki belli pratikleri edinmek önemli onun için. Tek başına dimdik durabilmeli. Yeri gelince yangını da söndürebilmeli, ölüyü de yıkayabilmeli. Ama kancaya takıldığı yer iç dünyası. Kurgusal karakterlerle karşılaşınca yaşamsal pratiklerin yanına ruhsal pratiklerin de eklenmesi gerektiğini fark ediyor. O zamana kadar öğrendiklerinin yıkılıp başka bir anlayışla yeniden inşa edilmesi gerekiyor. Bu yaratıcı yıkım sürecinde bulmaya çalışıyor benliğini.

Bahattin, “Dinin güzelliği demek…” diyorsunuz. Kahramanlarınızın isimleri kişilikleriyle pek örtüşmese de Bahattin’e bu ismi yakıştıranlardanım. Birçok yazarın sancısıdır karaktere isim vermek. Sizin bunu bilinçle yaptığınızı düşünüyorum, ne dersiniz?

Bilinçli bir bilinçsizlik diyebiliriz. Bahattin için bu uygun gibi görünürken Haşmet için değil. Ama Haşmet Selami’nin adı olsaydı, Selami de Haşmet’in tam oturacaktı anlam olarak da. Bunun daha sonra ne anlama geldiğini çözdüm kendimce. Aslında Haşmet Selami, Selami de Haşmet gibi olmak istiyor. Tuhaf bir biçimde Bahattin her ikisinin de özelliğini taşıyor.

Haşmet’in peşinde bir gölge var. Ormanda. Bu benim anlayamadığım bir metafor muydu? Yoksa insanın kendine yaptığı zorbalığa bir gönderme olabilir mi?

Gölgeyi sadece Haşmet ve Bahattin görebiliyor. Jung arketipleri açısından bakarsak aydınlanmayı arzulayan iki karakterden bahsediyoruz. İkisi de edebiyatla ilgileniyor. İkisi de bu yüzden/sayede kendi karanlık taraflarıyla yüzleşme eşiğine geliyorlar.

Eserinizde vurgu yaptığınız bir konu da insanları, kim olursa olsun hiçbir zaman tam olarak tanımanın mümkün olmadığı. Eserin birkaç yerinde bu konun altını çizdiniz. Kurguya daha geniş bir gözle bakmamızı sağlayan bu ayrıntı gerçek hayatta insanı yormaz mı? Yoksa beklentileri azaltarak bu travmayı azaltabilir miyiz?

Kişi kendisini tam olarak tanıyamaz ki başkalarını tanıdığını iddia edebilsin. Elbette yorucu bir bakıştır bu. Önyargı bir anlamda savunma mekanizmasıdır. Bir kurgudur. Kişiyi olası sıkıntılardan kurtarır. Ama yeni sıkıntılara da kapı açar. Zira önyargılarımız sadece bize ait değildir. Toplumun dayatmalarıyla da oluşur. Beklentiyi azaltmaktan öte kendimizdeki eksiklikleri hangi yanlışlarla doldurduğumuzu bulmak gerekir. Zira bu yanlış algılar bir zincir halinde yaşam boyu bizi takip eden konforlu alanlara dönüşür. Konfor arttıkça ötekileştirme acımasızlaşır.

Eserinizde beni şaşırtmayan ve hatta beklediğim bir ayrıntı da felsefe ağırlıklı olması. Hikâyenin mutlaka felsefeyle harmanlanacağını düşünmüştüm, böyle de oldu. Çok nefis anlatılar, bağlantılar var. Hepsini yazmak isterim ama bir tanesini alıntılıyorum: “Kendin olmak patolojiktir. Kendi içine çökmektir. İnsan çelişkidir, insan çürümedir.” Diyorsunuz. Felsefe ile kurgu yaratmak sanırım bir çırpıda olacak bir şey değil. Bunu nasıl ve ne kadar sürede başardınız?

Bu bir içselleştirme serüveni. Bugün pek çok genci benim bu yaşımdaki düşünceleri yakalamış olarak görüyorum. Benim için uzun sürdü. Kırklı yaşlarımda artık bu cümlelerimi cesurca kurmaya başladım. Önceden kurduklarıma da yabancılaştım. Ama şunu da öğrendim: İnsan kendisine yabancılaşmadan kendisini bulamıyor.

Eserinizin gerçeklik payı var mıdır?

Yer yer gerçeklikten bahsedebiliriz. Babamın tayinleriyle böyle kasabalarda bulundum. Böyle zorbalıklara maruz kaldım. Benzer zorbalıklara tanık oldum. Hatta gücü elime geçirdiğimde zorba oldum. Romandaki ağaçlara tırmandım, yollarda bisiklet sürdüm, cenaze evlerinde bulundum. Kimseyi öldürmedim. Ama bazen kurgu olanların gerçeklerden daha gerçek olduğundan da şüphe ediyorum.

Bugünümüzü romanınızın teması, zorbalıkla nasıl değerlendirirsiniz? Her gün yeniden yaşadığımız bir vahşet, her gün bir facia haberiyle karşılaşıyoruz. İş ortamları, sosyal medya zaten kıran kırana… Bu konunun felsefi bir bakış açısı ile açıklanması mümkün müdür?

Elbette açıklamak mümkün. Hipergerçek dünyada üretilmiş sahte gerçeklerle simülasyon içinde var olmaya çabalıyoruz. Burada bilim kurgu bir anlayıştan bahsetmiyorum. Gerçeklik yanılsaması içinde yaşadığımız gösteri toplumunun afyon etkisiyle bir araya gelince kendini var etmeye çalışan bireyin trajedisini varoluşçu felsefe üzerinden rahatlıkla okuyabiliriz. Önce dünyaya fırlatılıyoruz sonra seçimlerimizle kendimizi var etmeye çalışırken manipüle ediliyoruz. Kendimiz olduğumuzu sanırken de bizim için tasarlanmış bir ben ile karşılaşıyoruz.

Kısa ama çok kahramanlı ve bir ömrü konu aldığınız romanınızı üslup ve anlatı zamanı penceresinden de konuşmak isterim. Yeni kelimeler okuduğum gibi teknik bakımından da farklı eseriniz. Bir düzlem içerisinde ilerlemiyor. Geriye dönüşler bugünün içinde veriliyor. Bu anlatım tekniği için yazmak istenler adına sormak isterim, nasıl bir çalışma yapılması gerek?

Zamanın kronolojik akışının zihinde işlemediğini, farklı mekanların tek zamanda ya da farklı zamanların tek mekanda anlatılabileceğini düşünmeliler. Bunun için elbette psikoloji başta olmak üzere disiplinler arası çalışmalar öneririm. Bence edebiyat kendi dışında her şeydir.

edebiyathaber.net (4 Aralık 2024)

Yorum yapın